Herşeyde ve heryerde olduğu gibi, sporda da "haddini bilmek" elbette esastır; ammma... Biz Türkler genelde "haddini bilmek gibi ciddiye alınması gereken bir özelliği dikkate almayız!." Almayınca da, çok zaman başımızı duvarlara sert şekilde çarparız! İşte son bir hafta içinde sporumuzda yapacağımız şöyle ve hatta "üstün körü" bir taramanın ortaya koyduğu "had bilmemek" ile ilgili örneklerimiz: "En uzmanımızdan, sokaktaki çocuğumuza kadar" milyonlarımız "Süreyya Ayhan'dan madalya bekledi!." "Altın" bile bekleyenimiz oldu!. Dünya atletizminin "1500 metre gibi en değerli ve en zor yarışmalarından birinde", nice Dünya Şampiyonları, Avrupa rekortmenleri arasında "bütün hayatı boyunca 4-5 iyi yarış koştu" diye "gencecik ve tecrübesiz bir sporcumuzdan" birdenbire "madalya beklemek" hem de Dünya Şampiyonası'nda madalya beklemek, "haddimizi bilmemenin en iyi örneklerinden biri oldu!" Altını çiziyorum: "Bir beden eğitimi hocasından antrenörle, yeteneği olduğu ortaya çıkan bir sporcu", Dünya Şampiyonaları'nda "madalya alacak duruma hemen gelebilselerdi", bugün Dünya'da "madalyasız atlet ya da sporcu kalmazdı!" Olacak şey mi? Ama biz "rüyada ya da filmlerde görülebilecek bir hayali gerçek sanıp" arkasından koşmayı çok seviyoruz! Süreyya, eğer Dünya pistlerinde ve en büyük şampiyonalarda şeref kürsülerine çıkacak ve madalyalar alacaksa, "böyle olmasını istiyorsak", öncelikle ona "uluslararası değerde ve yetenekte bir hoca bulmak zorundayız!." Bu yetmez!. Ona "Dünya rekortmenlerinin ve şampiyonlarının maddi imkânlarını sağlamalıyız!." Bu yetmez!. Ona "Dünya Şampiyonlarının ve Dünya rekortmenlerinin müsabakalara hazırlanma imkân ve şartlarını vermeliyiz!." Bu da yetmez!. "Gazete sayfalarına kadar intikâl eden" özel hayatıyla ilgili problemleri ortadan kaldırmalıyız!. İşte ondan sonradır ki; Süreyya'dan Dünya Şampiyonalarında, olimpiyatlarda madalya bekleyebiliriz! Haddini bilmek ve "had bilmenin gereklerini yerine getirmek" budur! Bakınız "haddini bilmek" başka nedir? İşte, "Hülleci büyük kardeşlerden sonuncusu da, nihayet tıpış tıpış gitti", Samsunspor'un kapısını çaldı ve "İlhan ile Tümer için istenenleri kabul etti", peşin paraları verdi, meseleyi halletti! "Haddini bilmeyenlerin sonuncu büyük kardeşi" de nihayet "kusura bakmayın, artık haddimi biliyorum" dedi ve pes etti! Halûk Ulusoy Federasyonu'nun Türk futboluna yaptığı en büyük hizmet işte budur! "Hadlerini bilmez bir şekilde", Türk futbolunu ve futbola hizmet veren bütün müesseseleri "kendilerinden küçük gören ve onlara her istediklerini yaptıracaklarını sanan" üç büyükler, artık "hadlerini bilmeye başlamışlardır!" Amma... Bu konunun "topal bir ayağı vardır!." Bülent Yavuz'un başında olduğu hakemler grubu... "Onlar" hâlâ ve hâlâ "üç büyükleri kollamakta yarışmaktadırlar!" Üstelik Bülent Yavuz'un "bizzat kendisinin koruduğu ve kolladığı bir büyük kulüp vardır!." O büyük kulübün başkanı bir milli maçta yanındakilere Bülent Yavuz için açık açık "bizdendir" demiştir, diyebilmiştir! Beklenen odur ki, Bülent Yavuz "hakem tayinleri ve kararları ile" bu "tek taraflı" olarak söylenen "bizdendir" illiyetini yok etsin!. Geçe sezon, "bunun tam aksi olmuştur!" Bakalım bu sezon ne olacak, nasıl olacak? Had bilmemenin bir başka örneği, Beşiktaş'ın "maaşlı bir personelinin" Beşiktaş'ın efsanevi başkanlarına, Beşiktaş'ın bunca yıllık genel kurul üyelerine ve başkan adaylarına karşı sarfettiği sözlerdir!. "Had bilmeyen" bazı Beşiktaşlı yöneticiler de "bu paralı personele destek vererek", Beşiktaş'ı "yozlaşmış bir yeniçeri ocağına döndürmek" gibi bir yarışın içine girmişlerdir!. Temenni etmem ki, yarınlarda bir yönetim değişikliğinde "paralı bir başka personel de çıkıp, bugünkünün yaptığını", onlara yapsın! Ligin başlama gününe kadar "futbolcularının lisans işlerini tamamlayamamak, satışa çıkardıklarını elden çıkaramamak gibi" bir yönetim özrü ile karşı karşıya kalan Beşiktaş yönetiminin "eskileri ve rakipleri kötüleme kompleksi" bu büyük kulübe ve camiaya hiç yakışmıyor! Yooo... Daha örnekler var ama, "had bilmeme yazımıza burada nokta koyalım!." Gerekirse gelecek haftalarda gene devam ederiz! Acûlluk sürüyor!. "Acele karar vermede" de herhalde Dünya rekortmeniyiz! Bir bakışta insan sarrafı olduğumuzu ortaya koymak... Bir seyredişte oyuncudan anlamak... Bir maçta, bir takımın neler yapabileceğini keşfetmek... ... gibi, Dünya'da çok az rastlanan bir yeteneğimiz var!. Mesela Perez'i bir maçın ilk yarısında "Galatasaray'a çok yararlı olacak bir oyuncu yapıveriyoruz!." 4-5 maç sonra da "Bu da alınır mıydı? Kulübede böyleleri çok" yargısına dönüveriyoruz!. Fenerbahçe'yi yerden yere vururken, Glascow'da "çok eksik, çok etkisiz ve 10 kişi kalmış" bir takım önünde "0-0 berabere kaldı" diye göklere çıkarıveriyoruz! Yarın "kötü bir sonuç gelirse", bu defa ortada ne Mustafa Denizli'nin, ne de takımın bırakılacağını da çok iyi biliyoruz! Hadi ayırım yapmayayım, hepimiz, olaylara, takımlara, futbolculara, hocalara "çok yüzeysel, hiç bir ciddi ve bilimsel analize dayanmayan argümanlarla" ya hücum ediyor ya da göklere çıkarıyoruz! "Kötü spor yazarlığı ve kötü yorumculuk", iyi spor yazarlığını ve iyi yorumculuğu ekranlarımızdan ve sayfalarımızdan kovdu!. Şimdi sadece ve sadece "tiraj için, reyting için" kavga var! Bu kavganın getirdiği de, ekranlarda ve sütunlarda "kavga etmek!" Daha çok hakaret eden, daha hırçın yazan, daha "pervasız olan" kazanıyor, prim yapıyor! İşte bu yüzden "sporun etik değerleri" giderek yok oluyor! Nouma'lar, Daum'lar baş tacı ediliyor! Futbol Federasyonu'nun "tribünlerdeki küfrü ve anarşiyi yok etmek için attığı adımlara karşı çıkılıyor!." Zira, istenen "temiz spor değil!." "Kirlenmiş futbol!." Yaşasın!.. Jardel!.. Akşam'da sevgili Ömer Ural "Jardel kalacak" diye memnuniyetini yazıyor!. Bence hata ediyor!. Bu Arif'le#le, bu Hasan'larla ve "onların yönlendirdiği" birçok futbolcu ile Jardel Galatasaray'da "golcü değil", olsa olsa büyük bir çıbanbaşı olur! Zira, bu takımın hocası da yoktur, kaptanı da!. Galatasaraylı futbolcular saha dışında da, saha içinde de gruplaşmakta serbesttirler!. İstemediklerine pas vermemekte özgürdürler!. Onların "istemediklerini, Galatasaray'a geldiğine pişman etme hürriyetleri vardır!." Ve koca Galatasaray geçen yıl "Popescu'ya karşı kurulan teazgaha, Hagi'ye hakaret çarklarının döndürülmesi, Jardel'in ayağının altına muz kabuğu koyulması yüzünden" beşinci şampiyonluğu kıl payı kaçırmış, Lucescu ve yönetim bu rezaleti seyretmekten başka bir şey yapmamıştır!. Çarklar bu sezon da işlemektedir!. Geçen sezon "Okan ve Emre'den biri, hatta ikisi birden yedek kulübesine çekilebilseler", Galatasaray belki de bu yıl üçüncü yıldızını takmış olacaktı!. Ama Emre ile Okan'ı seyreden yönetim, bu yıl da Arif'i, Hasan'ı seyrediyor, "gene el kol hareketleriyle konuşmaya ve kart görmeye başlayan" kaptan (!) Bülent'e sesini sedasını çıkarmıyor!. Mazeret hazır; "para veremediğimiz adamlara nasıl ceza verelim?" Ve de devam ediyorlar; "Ah şu Jardel'i bir satabilsek ve futbolcuların paralarını ödeyebilsek!." İşte "bu kafa yüzünden" Jardel'i satamıyorlar!. Satarlarsa da "Hakan gibi nohut çekirdek parasına satacaklar!." Adam "Ben ille de Portekiz'e gideceğim" diye tutturmuşken... Porto ve Benfica adamı almak için yarışa girmişken... Birkaç oyuncu ve "makul paralar" teklif ederken... Hatta... Hatta... Mehmet Cansun işi bitirmiş gibiyken... "Pişmiş aşa su katan" Faruk Süren'in "Marsilya macerası", Herşeyi berbat ediverdi! Onun üzerine, Cansun yönetiminin "Mutlaka satacağız... Satarak borçları ödeyecek, transfer yapacağız" diye tutturması ve bunu dosta düşmana ilân etmesi, "alıcılara büyük yarar sağladı!." Onlar artık "Galatasaray Jardel'i satmaya mecbur, biz ne kadar ucuza mal edersek, kârımız olur" diye düşünmeye başladılar!. "10-12 milyon dolarlık" teklifler, bir anda "4 - 5 - 6 milyon dolara düşüverdi!." Galatasaray yönetimi "Jardel'i satmayacak gibi davransa... Onu mevsim başı kadrosuna alsa... Özel maçlarda, hatta satılamamışsa ligin ilk maçlarında oynatsa... Avrupa maçlarında listeye yazsa... Ama sahaya çıkarmasa..." Belki de Jardel çoktaaan satılmış olacaktı, hem de "asıl fiatına, asıl değerine!." Ama "iflas etmiş tüccarlar gibi davranan" bir yönetim ortaya çıkınca, şimdi herkes Jardel'i "topatan tüccarın malı gibi ucuza kapatmaya ve kapmaya çalışıyor!." Çok da haklılar!. Galatasaray yönetimleri üç sezondur Hakan'ları, Emre'leri, Okan'ları, Fatih'leri "nerede ise bedava kaptırmadı mı?" Niye şimdi çıkıp da Jardel'e "10 milyon doların üstünde para versinler!" Hem de geçen sezon ligin ikinci yarısında yok olan, Brezilya Milli Takımı'nda kulübede oturan, şimdi de kendi takımının antrenmanlarına bile alınmayan bir futbolcuya bu parayı vermek "aptallık" olmaz mı? Sokağa atılan kaleci!.. Bakalım daha neler göreceğiz? "Büyük başkan" Faruk Süren'in bıraktığı mirasa bakın!.. Kulübe haciz üstüne haciz geliyor!. Sadece kulübe mi? Süren yönetiminde görev almış bütün dünün ve bugünün yöneticilerinin evlerine kadar!. İnsanın onlara "Oh olsun, bunu çok daha fazlasıyla hakettiniz. Biz daha o günlerde olacakları yazarken", sizler, mesela Attila Donat'lar, gibi TV ekranlarına çıkıp "bizlere karşı tavır koymuş", hatta bizleri "Galatasaray düşmanı ilân etmiştiniz!." Ama biz "insanız ve size karşı yapılanı" kesinlikle tasvip etmiyoruz ve "Galatasaray için yaptığınız bu kişisel fedakârlığa, girdiğiniz riske teşekkür ediyoruz!" Yeni yönetimin borçları "söz verdiği veçhile" bir an önce ödeyip sizleri bu "kötü durumdan kurtarmalarını" da diliyoruz! Bu "acı tablo bir yana", peki ya kaleci Mondragon'un başına gelenler? Dünya Kulübü'nün "Dünyaya mal olmuş takımının", hem de "uluslararası kalecisi" kirası ödenmediği için, eşyaları ile beraber evinden atılıyor!. Olacak şey mi? Burası Türkiye ve "burası" Galatasaray, işte oluyor!. Önce Faruk Süren ve yönetimleri, sonra da "Mehmet Cansun ve yeni yönetimi" iftihar edebilirler!. Ortada böylesine ağır bir tablo varken, beni çileden çıkaran nedir biliyor musunuz? Aziz Üstel'in eli cebinde, "sanki ortada hiç bir şey yokmuş gibi" kameralara poz vererek, atıp tutması, savurup durması!. İnsan biraz utanır, biraz mahcûp olur!. Yooo!.. Sanki "marifet yapıyorlarmış gibi" durmadan esip gürlüyor!. Hem kendi antipatik oluyor, hem de Galatasaray'ı küçük düşürüyor! "Eşyalarıyla sokağa atılan bir kalecinin yöneticisi olduğunu" aklına bile getirmiyor!. Yazık!.. Hayırlı olsun!.. 2001 - 2002 sezonu resmen başladı! "Süper Lig" futbolumuza hayırlı olsun! Gönül diyor ki, "süper" lâfı, sadece bir isimden ibaret olmasın! Futboluyla, hakemleriyle, yıldız futbolcularıyla, temiz mücadeleleriyle, fair play'i ile, trübünleriyle "gerçek" bir süper lig olsun!. Tabii bunda en büyük rolü spor medyası oynayacak! Ne yazık ki, "üç büyükler patentli spor medyamız" bana "bu konuda hiç ama hiç ümit vermiyor!." "Hülle" gibi bir "ahlak erozyonunda bile", haklının değil, haksızın ve "kapkaççı düşüncenin yanında yer alan" bir spor medyası ile karşı karşıyayız! "Açıkça" yazmam gerek, zira artık "kimseyi kırmadan bu konuda yazı yazmanın akıntıya kürek çekmek olduğunu çok iyi anladık", spor medyamızın büyük bir bölümünün yaptığı tam bir "yüzsüzlük!." Eğer "öyle değilse", bu defa başka bir şeyi açıkça yazmam gerek: "Tam bir üç büyükler terörü ve korku!." "En inanılmayacak kişilerin", gazete üst yönetimleri ve hatta gazete sahipleri nezdinde giriştikleri "şikayet ve ekmek parası ile oynama organizasyonları!." Bunları isim isim biliyoruz! Hangi takımların yöneticileri olduklarını biliyoruz! Hangi üst düzey yöneticilere, hangi gazete sahiplerine ulaştıklarını biliyoruz! Hatta "neler söylediklerini" bile biliyoruz!. Gerekirse isim isim yazacak, onları teşhir edeceğiz! Haberleri olsun!. Spor sayfalarını, spor ekranlarını rahat bıraksınlar!. Anayasa açıkça yazıyor; "Basın hürdür, sansür edilemez!" Daha ne diyelim?