Hakemken ya da Merkez Hakem Komitesi üyesi ya da başkanı veya Hakem Derneği yöneticisi ya da başkanı iken "en çok şikayet ettikleri şeyi" şimdi "kendileri yapıyorlar"; hem de ellerini vicdanlarına koyma gereği duymadan, insafı ve izanı çöp sepetine atarak!.. Bülent Yavuz'ların, Metin Tokat'ların ve de "onlara benzeyen" birçoklarının söyler misiniz bana, Erman Toroğlu'lardan, Ahmet Çakar'lardan ne farkları kaldı?.. Eskiden hakemler için "mezar kazıcılığı yapanlar" iki - üç tane idi, şimdi yığınla!.. "O zamanlar" Erman Toroğlu'nun ya da Ahmet Çakar'ın "hakemlerin kişiliklerine dönük ve hakarete kadar varan insafsız eleştirilerine karşı", kendilerini, hakemleri savunanlar ve "Dünya ölçülerine göre yüzde bilmem kaç hatalı düdük çalınabilir, bunun altında kalan hakemler başarılıdır" diyenler, bugün hem de abuk subuk ve çoğunlukla hiçbir şey ifade etmeyen, bazen "tek kamera ile tek açıdan çekilmiş" görüntülere bakarak buldukları bir - iki hata ile hakemleri idam ve infaz etmekten çekinmiyorlar!.. Yardımcı hakemlerin gördüğü halde "ikaz etmemesi" sebebiyle "verilmeyen penaltılar ya da fauller" için "hem orta hakemi, hem de yardımcı hakemi yerden yere vuranlar", taaa "öbür sahadan işaretle orta hakemin verdiği golü iptal ettiren" yardımcı hakemleri göklere çıkaranlar, bu defa da "Vay efendim, kolun topla oynadığını işaret etmek senin görevin mi, hakem devam ettiriyor, sen yardımcı hakemsin, bırak oyun devam etsin, ne karışıyorsun" diye kıyameti koparmıyorlar mı; insan "böylesine seviyesi düşük ve kötü niyetli çelişkilere düşenler için" ne söyleyeceğini şaşırıyor. Buyurun, geçen hafta Selçuk Dereli'nin yardımcı hakemle uyum içinde verdiği penaltı için, Rıdvan Dilmen'den Ömer Üründül'e, Gürcan Bilgiç'e, Erman Toroğlu'ndan Ahmet Çakar'a, Metin Tokat'a Bülent Yavuz'a kadar "anlı ve de şanlı" hakem yorumcular ımızın, futbol yorumcularımızın büyük çoğunluğu fikir yürüttü, ama "başka başka" fikir yürüttü. "Al ileri, gel geri" diye diye pozisyonu defalarca seyredenler bile "ikiye bölündü", bir kısmı "penaltı" dedi, bir kısmı "penaltı değil"dedi, bir kısmı da "penaltı idi ama, neden yardımcı hakem işaret etti" diye hesap sordu!.. Onca "ileri al - geri al" komutlarıyla incelenen ve "böylesine bölünmelere sebep olan" bir pozisyon için "bir saniye içinde karar vermek" durumundaki Selçuk Dereli ile yardımcı hakemin "penaltı" kararına, üstelik "saçma sapan" diyecek, Dereli'nin nerede ise "hakemlik kariyerini sorgulayacak kadar" ileri gidenlere sormak gerek; hiç mi insafınız yok, "bunları yazar ve söylerken" elinizi hiç mi vicdanınıza koymazsınız?.. Şimdi herkese ama herkese, özellikle de "Top Deniz'in koluna çarptı ve hakem hem de yardımcının ikazı ile saçma sapan bir penaltı verdi" diyenlere soruyorum ve "ellerini vicdanlarına koymaları şartı ile" cevap istiyorum: Aynı olay, "tıpatıp" Fenerbahçe ceza alanı içinde Zafer Biryol'un başına gelse ve Zafer'in omzuyla indirmek istediği top, "hadi sizlerin yorumuna uygun olarak söyleyelim", gidip "koluna çarpsa" idi ve hakem Selçuk Dereli de "yardımcı hakemin ikazına rağmen" oyunu devam ettirse ve Zafer de "golü atsa", bu golle Fenerbahçe Rizespor'a mağlûp olsa idi; ne yazar, ne söylerdiniz ve gazetelerinizin spor sayfalarının manşetleri ne olurdu?.. Elbette eleştireceksiniz, (Bu arkadaşlarıma, Türkiye'de sevgili Ömer Faruk Ünal'ın 'Hakem Odası' başlıklı yazılarını okumalarını öneririm; hakem camiasından haberlerin, yorumların hangi seviyede ve hangi üslûpla nasıl yapılması gerektiğine dair nefis bir örnektir) yanlış yapılmışsa, hata yapılmışsa ortaya koyacaksınız ama bunun "yakışan" bir "üslûbu", bir "seviyesi" olmalı!.. Hakemin de "sizin kadar onurlu" bir insan olduğunu, onun da "anasının - babasının - eşinin - dostunun - çoluk - çocuğunun olduğunu" ve onlar için kişilikleriyle oynayacak kadar "ileri seviyede ve hakarete varan" yorumlarınızın, sözlerinizin ve yazılarınızın bunları fevkalade kıracağını, üzeceğini nasıl düşünmezsiniz?.. Bilmem ki daha ne yazayım; "hakem magandalığında en öne çıkmak için yarışmak" sizlere ne kazandıracak?.. > Futbol medyamıza sorular!.. Soru bir: Neden medya Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün, "Ali Sami Yen Stadı'nın üst kullanım hakkının taahhütlerini yerine getirmediği için Galatasaray'ın elinden alınması için dava açtığı" iddia ve haberlerinin üzerine gitmiyor ve "bu işin iç yüzünün ne olduğunun ortaya çıkmasını" engelliyor?.. Eğer "haber doğru ise", Seyrantepe Projesi'nin de hayalden öteye gidemeyeceği ortada değil mi?.. "Bu olay haber değilse", söyler misiniz bana, haber nedir?.. Soru iki: Neden medyamızdaki ve sporumuzdaki anlı ve de şanlı "birileri", Hüsnü Hayali gibi, Levent Kızıl gibi "Halûk Ulusoy" denilince, daha "dün gibi" kısa bir süre önce kimseye söz söyletmeyen, "onun ve federasyonun aleyhine söylenen" her iddiayı "gönüllü olarak" hem de "yemin billah ederek" yalanlayan kişilerin, "ne olduysa" bugün çıkıp da "dün yemin billah yalanladıklarının" bugün "doğru olduğunu söylemelerine" inanıyor ve Ulusoy için yazmadıklarını bırakmıyorlar da, daha "dün gibi" denecek kadar kısa bir zaman önce "arkadaşlık ettikleri, aynı gazetelerde yazılar yazdıkları", mesela Basketbol Federasyonu seçimlerinde "kulis ve haber aldıkları", Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel'e danışmanlık yaparken "Turgay, bu adam iyi adam değil, yanında işi ne" demedikleri Cihan Oskay'ın "elindeki defterlere, notlara, bilgilere ve kasetlere dayandırdığı" Aziz Yıldırım ile ilgili iddialarının ve belki de iftiralarının "hiçbir araştırma yapılmasına imkân ve fırsat tanımadan" tam bir karalama kampanyası ile "doğru olmadığını" yazmak için yarışıyorlar?.. Soru üç: Neden koca koca spor servisleri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin "yeni" imar plânında "kuşa çevrildiğine dair" iddia ve haberlerin kulaklara fısıldandığı Riva arsası olayında "Bir Dubai Şirketi 40 milyonu peşin, 160 milyon dolara arsayı alıyor, anlaşma tamam, para bugün yarın geliyor" iddialarının, beklenenin ve ümit edilenin aksine son Divan Kurulu toplantısında da bugüne kadar yılladır camiaya anlatılan "büyüklere masallar" uyumu ve uykusu içinde bırakılmasını seyredip, araştırmıyor?.. Dubaili Şirket'in yetkililerinden gerçeği öğrenmek o kadar mı zor?.. Soru dört: 1996 - 1997 yıllarında "bu medya", DYP'nin "Genel Başkan Yardımcısı olan" ve kabinede de "Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığını" yapan Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker'in "dövizli ve kısa devre askerlik görevini yetersiz ve eksik belgelerle yaptığı" iddiasını sonuna kadar araştırarak ortaya çıkarmış ve sonuçta "milletvekilliği düşürülen" Bahattin Şeker'in "askerlik görevini tam olarak yapmasını" sağlamıştı. Ya bugünün medyası?.. > Müthiş!.. Mehmet Okur "eşittir" All Star!.. Lâfı uzatmadan söyleyeyim; bence Türk sporu ve sporcusu adına son yılların en büyük "ferdi" başarısıdır bu!.. Kim bilir belki de önümüzdeki 10 yılda Türk sporcuları tarafından çok zor geçilebilecek bir başarı!.. Hemen ekleyeyim: Bu başarı önümüzdeki yıllarda gene Mehmet Okur tarafından geride bırakılacaktır. Maçlarda oynama süresini ortalama 40 dakikanın üstüne, sayı ortalamasını 22'nin üzerine, ribaunt ortalamasını 10'un üzerine çıkararak, oylarla doğrudan All Star seçilecektir. Bu genç ve büyük Türk sporcusunu keyifle, heyecanla, onurla kutluyor, kucaklıyor ve alnından öpüyorum!. > Rezalet!.. Şaşıyorum; "bunlar" nasıl başarılı iş adamı; "bunlar" nasıl hukuk hocaları, "bunlar" nasıl dünyanın en iyi okullarında işletme, ekonomi okumuşlar?.. Her kulübümüzün yönetiminde "bunlardan" hem de ülkelerinde, kentlerinde, bölgelerinde "an ve şan kazanmış" olanlardan birkaç tane var; hele hele "büyüklerde" tonla!.. İyi de nasıl oluyor, Ribery'ler kaçıyor, Jardel'in satışında "takas edilen 3 - 4 oyuncu", hem de "Galatasaray'da tek maç oynamadan" başka kulüplere gidip, bir de FIFA'nın kapısını çalarak Galatasaray'dan milyon dolarlık tazminatlar alabiliyorlar?.. Del Bosque, bir sezon bile hocalık yapmadığı Beşiktaş'ı faiz ve masraflarıyla beraber 6.7 milyon euroya, hem de CAS'ta mahkûm ettirebiliyor?.. Pierre van Hooijdonk, "para babalarının kulübü" olarak tanınan Fenerbahçe'yi "iki yıldır alamadığı 400 bin euro için" FIFA'ya şikâyet edebiliyor?. Bu paralar "milletin parası", Türkiye'nin parası, ama sorumlular "hâlâ" kulüplerde yönetici, başkan!.. Ne hesap soran var, ne de hesap veren!.. Aksine; "En büyük başkan bizim başkan!.." Hadi canım siz de!.. > Şamar oğlanına döndük!.. Fatih Terim, "Tugay'ın milli takıma çağrılması olayı ile ilgili haber ve yorumları adeta bahane ederek" hem de "kendisinden kaynaklanan bir yanlış anlama" sebebi ile spor medyası için söylemediğini bırakmadı!.. Nerede benim Türkiye Spor Yazarları Derneğim?.. Nerede onun anlı ve de şanlı başkan ve yöneticileri?.. Daha bir ay önce "Antalya'daki eğitim seminerine davet ettikleri ve ders dinledikleri" Milli Takım Hocası'nın bu "densiz" cevabına ses çıkarmamak neyin nesi oluyor?.. Eğitim Semineri'ni takip eden "genç" bir spor yazarı arkadaşıma "bu" soruyu sordum cevabı enteresandı: "Sen burada olsaydın da Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök'ün palavra transfer haberlerini yazmaya yeşil ışık yakan konuşması sırasında TSYD Başkanı olan gazetesinin spor müdürünü ve onun yaptığı sayfaları ve hatta bütün spor servislerini ve bu servislerin yaptıkları sayfaları herkesin ortasında küçük düşüren sözlerini duysaydın, küçük dilini yutardın Öcal abi. Kimseden gık çıkmadı. Biz tepkiyi hepten unutmuşuz. Bizlere isteyen istediğini söylüyor, hakaret ediyor, ses seda yok, başlarımız önde geçinip gidiyoruz işte!.." Vah ki, ne vah!..