Hâlâ akıllanmadık!.. Biliyorum, yazımın başlığını okuyan pek çok okuyucum, yazımı okumaya başlamadan, aklından "Hangi konuda akıllanmadık? O kadar değişik konuda ve olayda akıllanmadığımızı ortaya koyuyoruz ki, sen hangisi birini yazacaksın?" sorusunu geçirecek!.. Siyasetten spora, hemen her gün "akıllanmadığımızı" ortaya koyan onlarca örneği yaşayıp geliyoruz; "böyle" düşünen okuyucularım çok haklı!.. Ben, "en tecrübelilerimizin bile" bazı konularda başlarından geçen bunca olaya rağmen "hâlâ" akıllanmadığını ortaya koyan iki örnek vereceğim; spordan bir örnek!.. Fatih Terim'in, Galatasaray'ın kamp yapmak için gittiği Avusturya'da "Beşiktaşlı" bir Türk taksi şoförü ile "küfürlü, tokatlı" bir tartışmadan sonra mahkemelik olmasına bilmem ki ne demeli? Ona yakışıyor mu? Galatasaray'a yakışıyor mu? Diyelim ki, o Türk vatandaşı "bileyerek ve isteyerek" bir provokasyonun içine girdi; bu oyuna gelmek, Terim gibi "tecrübeli" bir teknik adama yakışır mı? Bu kaçıncı olay? "Ben Adanalıyım, erkek adamım arkadaş; hakareti kaldıramam, yapanı benzetirim" zihniyetinin, Terim'den de öte, Galatasaray'a ve hatta "Türk" adına zarar verdiğini, bilmem ki hocamıza kim anlatacak? Ya bir başka Fatih'in, Fatih Tekke'nin, Austria Wien ile oynanan "hazırlık" maçında "yardımcı hakeme tokat atması?" Olacak şey mi? Palavraya bakın; "Yardımcı hakem sopasıyla teknik direktör Samet Aybaba'ya vuracakmış da, onun için tokat atmışmış..." Samet Aybaba'nın bile "görmedim" dediği bu hayâli "sopa vurmaya teşebbüs olayı", gerçek olsa bile, Fatih Tekke'ye sormak gerek: O arbedede "olay yerinde" onca görevli varken, sana mı kaldı "yardımcı hakeme tokat atmak?" Hem söyle bana; "Birisi birisine vurmaya kalkışırsa, araya mı girilir, yoksa tokat mı atılır?" Bir hakeme tokat atmak? Bir futbolcu bilmelidir ki, "şike yapmak, doping yapmak kadar" ağır bir suç sayılabilir, bu tokat!.. Dua etmelisin ki, "bu konuda çok titiz olan" UEFA, "en ağır cezayı vermesin!.." Futbol Federasyonu'na da bir uyarı: "Hakemlere karşı girişilen fiili ve sözlü tacizlere, talimatlarınızda o kadar hafif cezalar var" ki, bizim futbolcularımız "yabancı ülkelerde" de bu suçu işlemekte "pervasız" davranıyorlar... "Somers" adlı bir Avrupalı futbolcu, hem de "Almanca" hakeme küfür edebiliyor; sonra da çıkıp "Küfür etmedim, 'kötü adam' dedim" diyebiliyor!.. Hakeme "kötü adam" diyeceksin ve "ceza verilmeyeceğini sanacaksın"; vah benim fair play'im, vah benim sporum!.. Futbol Federasyonu'nun ve MHK'nın gelmiş geçmiş anlı-şanlı başkanları, "hiç aklınıza gelmedi" mi, talimatlarda "hakemlere karşı işlenen suçları, hiç olmazsa UEFA standartlarına ve kriterlerine uydurmak?" Yoksa, hakemlerinizin durmadan tacize uğramasından hoşlanıyor musunuz? İster hoşlanın, ister hoşlanmayın, Trabzonsporlu futbolcuların işledikleri suçtan dolayı, hepiniz sorumlusunuz; hepiniz!... Acûllar iş başında!.. Takımlar kadroları takviye etti, bazıları hemen hemen yarı yarıya yeniledi; hazırlık maçları başladı.. Dün bir... Bugün iki... Bizim futbol ûlemamızın "acûlları", hemen ahkâm kesmeye başladılar: Yok, "falan futbolcu işe yaramazmış..." Yok, "filan futbolcu hata yapmış ama, onda iş olduğu anlaşılıyormuş..." Yok, "feşmekan futbolcu harikaymış..." Yok, "falan hoca heyecanını kaybetmişmiş... Bu yıl onun takımının işi zormuş..." Yok, "filan hoca bu defa geçen sezonun yanlışlarına düşmeyeceğini göstermeye başlamışmış..." Daha doğru dürüst 3-5 antrenman yapmadan, "kadroda iskeleti teşkil edilecek oyuncuların büyük çoğunluğu" yedek kulübesinde bile değilken, oradan buradan gelmiş ve ilk defa yan yana oynayan futbolculardan kurulu takımların "çok hafif" hazırlık maçlarına bakarak, "futbolcular ve hocalar hakkında" hüküm çıkarmak, doğrusu ya bizim spor medyamızın "en kötü alışkanlığı!.." Sonra ortaya çıkıyor ki; "göklere çıkarılan" bazıları palavra... "Yerden yere vurulan" bazıları ise çok faydalı... Ama... "Baştan" o futbolcuların "kötü ya da harika olduğuna angaje olmuş" futbol ûlemamız, "yanlış yapmışım" diye özür dileyeceğine, sonuna kadar aynı yerde duruyor ve "iyi olanı kötülemeye, kötü olanı alkışlamaya devam ediyor!.." Gene başladık; bakalım bu defa kimlere ve nasıl angaje olunacak? Hiç mi uyaran yok? Fenerbahçe taraftarlar derneklerinden art arda "e-mailler geliyor!.." Hepsi "aynı kalemden çıkan" ve noktası, virgülü aynı olan bildiriler... "Formalara takılan yıldızlar" meselesinde Galatasaray'ın, Beşiktaş'ın kollandığını iddia ediyorlar; Fenerbahçe'nin hakkının yendiğini söylüyorlar!.. Diyorlar ki; "Federasyon 'neden' kurulduğu 1923 yılından beri yapılan ligleri göz önüne almıyor?" Bunca gündür, bunca bildiri geldi, anlaşılıyor ki, bir Fenerbahçeli yetkili de çıkıp, taraftar derneklerini uyarmamış: "Ne yapıyorsunuz arkadaşlar, Federasyon, Türkiye Ligi başladığından beri şampiyon olanlara göre yıldızlama yapıyor, Türkiye Ligleri'nden önce mahalli ligler vardı; İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de ve daha bir çok ilde... Üstelik amatör futbol ligleri... İstanbul Ligi'nde oynayan Fenerbahçe'nin şampiyonlukları yıldıza sayılırsa, Altay'ların, Göztepe'lerin, Karşıyaka'ların, İzmirspor'ların, Altınordu'ların, Ankaragücü'lerin, Gençlerbirliği'lerin, Güneş'lerin, Hacettepe'lerin yıldızları ne olacak? Üstelik Galatasaray ve Beşiktaş'ın da o liglerde şampiyonlukları yok mu?" "Fenerbahçe" adı, bu kadar "kolay" kullanılmamalı!.. Kullananların da kulakları çekilmeli!.. Sakın ola ki!.. Akşam'ın spor sayfasında sevgili Ömer Ural'ın Cuma günkü yazısını okurken kahkahalarla güldüm!.. Özetle diyor ki sevgili Ömer; "Kime 'işe yarar' dedimse, onu gönderdiler, kime 'işe yaramaz' dedimse onu bıraktılar ya da aldılar. Anlaşılıyor ki, benim görüşüme uygun işler yapılması için düşündüklerimin tersini yazmam gerek..." Örnekler de veriyor; Mehmet Polat gibi... Abdullah gibi... Aslında, "terslik" elbette ki Ömer Ural'da değil, "terslik" tamamen Galatasaray'da!.. "Parasızlık batağı", Galatasaray yönetimini de, başkan Özhan Canaydın'ı da, teknik direktör Fatih Terim'i de şaşkına çevirdi!.. "Şaşkınlar" ne yapar? "Yapılması gerekenin" tam tersini!.. Onun için sevgili Ural'a tavsiyem; her zamanki gibi "doğru bildikleri" yazmaya devam etmesi... Galatasaray yöneticileri tersini yapsalar bile, bizler keyifle okuyoruz ya... Cordoba ve Ramazan!.. Arsenal'in "Cordoba'yı almak için" yaptığı girişime, Beşiktaş yöneticileri büyük tepki göstermiş ve kıyameti koparmışlardı. Ve... "Bizim futbolcumuz olan Cordoba'yı, bizimle görüşmeden ayarttılar.. FIFA'ya gideriz, bu işin peşini bırakmayız" açıklamaları art arda gelmişti. Nitekim, FIFA'ya gidilmiş; "Cordoba'nın Beşiktaşíın futbolcusu olduğu onaylanmış", Arsenal aradan çekilmişti!.. Amma... Aynı Beşiktaşlı yöneticiler, "Altay'ın sözleşmeli futbolcusu olan" kaleci Ramazan'ın aklını çelip, kulübü ile anlaşmadan, hatta görüşmeden, onunla sözleşme yapmakta bir mahzur görmemişlerdi!.. Eh!.. Herhalde "büyük yönetici olmak", böyle davranmaktan geçiyor; alkışlar!.. Sıra dışılık ve kural tanımazlık!.. Sevgili Kâzım Kanat benden önce davrandı ve "sıra dışı olma ile kural tanımama arasındaki farkı" ortaya koyan nefis bir yazı yazdı!.. Tabii, "demokrat ve insan haklarından yana görünmek için", bu iki nitelik arasındaki farkı "görmeyen ya da göremeyenlere" de hak ettikleri dersi verdi!. Bir insan "özel hayatında" istediği gibi yaşayabilir; tabii "başkalarını rahatsız etmeden ve başkalarının hakkına tecavüz etmeden!.." Ama.... "Özel hayatının dışına çıktığında", toplumun, çalıştığı, mensubu olduğu müesseselerin, genel ve kabul görmüş ahlâk kurallarının, hukukun, kanunların koyduğu "sınırlamalara uymak zorundadır!.." Uymazsa ve "uymadığı zaman" hak ettiği tepkiyi görmez ve cezalandırılmazsa, o zaman "başkalarının da böyle davranma hakları doğar" ki ; bu da beraberinde anarşiyi getirir!.. Bir futbolcu,mesela İlhan, "takımı Avrupa'ya kampa giderken", kulübün koyduğu kurallara uymak durumundadır... Bir sporcu, bir Beşiktaşlı, bir Türk futbolcusu gibi giyinecek ve davranacaktır!.. Eğer "tek tip elbise şartı konmuş ise", ona uymak zorundadır; uymazsa, bunun bahanesi de, mazereti de yoktur; olamaz!.. "Ben sıra dışı bir insanım, istediğimi yaparım, istediğim gibi giyinir, davranırım" diyerek, kendisini cezadan kurtaramaz!.. "İlhan'a haksızlık yapıldı" diye yazan-çizenlere soruyorum; Mesela, onlar, onca gazeteci "neden çalıştıkları müessesenin içinde sigara içemiyorlar" da, o modern medya merkezlerinin binalarının önünde "sınıftan kaçıp sigara içen öğrenciler gibi" ciğerlerini zehirlemek zorunda kalıyorlar? Ya da, "o yazar çizerler", acaba "her istediklerini" yazabiliyorlar mı? Ya da işlerine mesela "şortlarla gelip gidebiliyorlar mı?" İlhan "sıra dışı" olabilir, ama "kural tanımazlık" yapamaz; yaparsa... Kendi bilir!.. "Sıra dışı" insanlar da zamanında ve zemininde "sırada durmak mecburiyetinde olduklarını" unutmamalıdırlar; yoksa kulaklarından tutulur ve "sıranın dışına atılırlar!.." "Sıranın dışında tek başına kaldıklarında", sıra dışı olmanın pervasızlığını yaşayabilirler; kimse de dönüp bakmaz, "Ne yapıyorsun arkadaş" demez!.. Bilinmelidir ki; "İlhan'ı rahat bırakın, istediğini yapsın" diyenler, İlhan'a da, benzerlerine de iyilik yapmıyorlar!.. İlhan "öyle kazanılmaz"; aksine "kolayca" kaybedilir!.. Nitekim; müsamaha gösterile gösterile işte kaybedilecek noktaya gelindi!.. Bir adım daha... İlerisi uçurum!..