Esas" itibariyle "haklı" bir karar ama "şekil" itibariyle hatalı bir uygulama oldu, "Hamza Hoca ile yolların ayrılması!.."
Karar, "esas" itibariyle haklıydı, zira Hamza Hoca, geçen sezon, "Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın hemen her hafta "Biz şampiyonluk istemiyoruz" der havasıyla "geriye doğru koştukları" bir yarışta, Ali Dürüst - Abdürrahim Albayrak gibi "iki tecrübeli kurdun Florya'dan çıkmaması" ve kendisinin de daha çok "iyi ağabeyliği" sayesinde, Galatasaray tarihinde "efsane olma şansını" yakalamış; 4'üncü yıldız takılmış, lig ve kupa şampiyonlukları müzeye konmuştu!
Bu sezonun başında da, "iskeletinin çok önemli yıldızlarını kaybetmiş" ve ligin başında "küme düşme hattının içine çöreklenecek" hâle düşürülmüş Bursaspor'dan "üçüncü kupa" alınmıştı!..
İşte "bu tablo" Hamza Hoca'yı birdenbire değiştirdi; "Başkan ve yönetimin görevine soyundu", onlara kalkan olmaya çabaladı, "asli" görevinde ise, Mancini'ler, Prandelli'ler gibi "Ben kendi takımımı kuracağım, onun için eskiyi çöpe atıyorum" sevdasına düşüp, bugünlere kadar, 3 kupalı ve de takviye edilen takımı "tertip ve taktik" istikrarına kavuşturamadı. "En önemli" Avrupa ve lig maçlarında bile sanki "dama oynuyordu"; bu yüzden Osmanlıspor, Astana ve Rizespor maçlarında ortaya çıkan "acı tablolara imza attı. Ve de takımını, "eski" takımı Akhisar Belediyespor'dan sadece "iki puan önde, liderden beş puan geride bırakarak" giderken, hâlâ "istikrarlı bir kadro kuramamış", yönetimin güvenini, daha da kötüsü futbolcularının çoğunun "güvenini, sevgisini, saygısını" büyük ölçüde kaybetmişti!..
"Umut'u savunayım" derken, söylediği şu sözlere bakınız; "Umut kadar sahada koşan her şeyini veren mücadelesini yapan kaç oyuncu var? Umut gibi kim mücadele ediyor bu takımda? Herkes Umut'u ağzına dolamış, vurup duruyorsunuz çocuğa."
Soruyorum; bu sözlerinin takımdaki "diğer" oyuncular üzerinde yapacağı etkiyi bile düşünemeyen ve "öfkesinin esiri olan" bir Hoca'nın Galatasaray'ın başında kalması ve başarılı olması mümkün müydü?..
Milatmış!..
Dikkat edin Galatasaraylılar, "Hamza Hoca'nın gidişine", futbol yazar ve yorumcularımız arasında en çok "Fenerbahçeliler ve Beşiktaşlılar üzüldü" ve de "Galatasaray Başkanı ile yönetimine çok öfkeliler"; neden acaba?..
"Başı çeken" Rıdvan Dilmen, o kadar kızgın, üzgün ve öfkeli ki, "olumlu gelişmeler için söylenen" o meşhur "Milattır" sözünü, "tam tersi bir anlamda kullandığının" farkında olmayarak, "Bu antrenörlük için bir milattır. 10 ay içinde 3 tane kupa getiren bir teknik adam, şu ya da bu sebepten dolayı ligin daha başında ayrılıyorsa, Türkiye'de hiçbir teknik adam kendini güvende hissedemez bu olaydan sonra" deyiverdi!..
Hadi diyelim ki, "olumsuz milat da olabilir"; peki ama Türk hocaların içinde "başarı zirvelerine ulaşmış" Fatih Terimlerin, Mustafa Denizlilerin, daha genç kuşaktan Ersun Yanalların, "Avrupalardan da başarılar getirdikleri, takımlarını şampiyon yaptıkları zamanlarda kapının önüne konulmaları" olaylarında, "Bu milattır" demeyen Rıdvan, şimdi TV ekranlarında, gazete sayfalarında neden "kıyameti koparır" ki?..
"Kıyamet" dedim de aklıma geldi; acaba Rıdvan "Milattır" yerine "Kıyamettir" mi demeliydi, bir düşünsün bakalım!..
Papatya falındaki isimler!..
Öyle bir hava oluşturuldu ki, "Galatasaray'a hoca olarak gelecek olanın" vay hâline; işte ortadakiler: o Mustafa Denizli; "risk alır" mı bilmem, gelirse, Galatasaray kazanır!..
Lucien Favre; "gelir" mi bilmem, gelirse "ne kadar kalır, birdenbire çeker gider" mi bilmem; macera olur!..
Daum; "Lucescu'dan sonra" Daum da "doğal aday" haline getirildi, Türkiye'de. "Turist" olarak gelirse ne âlâ, "hoca" olarak "çalışma izni" verilmemeli!..
Abdullah Avcı; şansını "çoktaaan" kaybetti; Postacı kapıyı "iki defa" çalar mı?..
Hikmet Karaman; "riski de sever, işini de sever", hırslı ve "başarıya aç"; Rizespor verir mi, bilmem, gelirse "en iyisi" olur!..
Ersun Yanal; olabilirdi ama, taraftar ve seyirci 'aforoz' ederdi, onun için yönetim "Hayır" dedi!..
Hagi; olabilir, "artı" Tugay Kerimoğlu, Emre Aşık gibi "genç" bir Galatasaraylı yardımcı ile beraber "iyi bir ikili oluşturabilirler"; geçmiş tecrübelerinden ders almıştır; tribünleri de tutar!..
Şutsuz futbol olur mu?..
Şaşıyorum; "duran toplar hariç" neden şut atma imkânını kullanmıyor, kullandığımızda da "isabet oranı" itibariyle, "çok düşük yüzdeler" ile oynuyoruz?..
İşte, Türkiye-Yunanistan maçı; hem de "özel" maçta bile "kale direklerinin arasını bulan" ve "şut" diyemeyeceğimiz şutlarda dahil, istatistiklerin "çok üzücü olduğu" ortada!..
Bıraktım, milli takımı, "kulüp takımlarımızda" durum farklı mı; "yabancılar olmasa" ne olacak "şut istatistiklerimiz?.."
Ligde, "en çok şut atan" takımlarımızdan biri "galiba" Galatasaray; çıkarın, "duran" topları, Sneijder ve Podolski'yi, bakalım, "gol ve isabetli şut" bakımından ortada ne kalacak?..
Bana hemen "alt yapı" demeyin, koskoca adamlar, ceplerine "milyon avrolar" koyanlar, "doğru dürüst şut atmayı" öğrenememişlerse ve öğrenemiyorlarsa, "yıldız" olmayı bıraktım, "adı üzerinde" nasıl "futbolcu" sayılıyorlar?..
Benim gibi "bu işlerden hemen hemen hiç anlamayan" bir gazeteci bile, Urla'daki Gazeteciler Sitesi'nin tel örgüler arasındaki minnacık beton sahasında oynayan gençleri, "Çocuklar kalelere bu topu vururken, ayağınızı topun altına fazla sokmayın, sokarsanız işte böyle kale yerine, tel örgülerin dışına gider" diye uyarıyorsa ve de gençler bu uyarımın gereğini yapmaya çalışıyorlarsa, "yıldızlarımız" neden, hem de "bomboşken" minare boyu yükseklere "karavana" şutluyorlar?..
Rahmetli Metin Oktay'ın, "defalarca seyrettiğim" filminde de var; rahmetli hocası Gündüz Kılıç'ın "ona yaptırdığı özel şut çalışması"; bilmem ki, "bugünün hocaları" ne yapıyor?..
Her takımda "kaleye gelen topları tutma hocası" varken, neden bir de "kaleye top vurma hocası" yok? Mesela Galatasaray neden Tanju Çolak'ı, Prekazi'yi "böyle" bir göreve getirmez?..
Dahası da var; bir futbolcu "Şut atıp, karavana atarsam, hocam beni kenara alır, seyirci ıslıklar" korkusu ile sahaya çıkıyorsa, tablonun bugünkünden farklı olması mümkün mü?..
Sneijder, korkmuyor, Podolski korkmuyor, ama Selçuk tereddüt ediyor, Bilal çekiniyor, Umut, Burak korkuyor, Yasin "korkmuyor gibiydi", şimdi her isabetsiz şuttan sonra, dönüp hocasına bakıyor, ötekileri saymıyorum bile!..
Peki, ne olacak bu için sonu; "Kolay gol yiyor, zor gol atıyoruz" tekerlemesini "şutsuz" nasıl değiştireceğiz?..
Şaka!..
Hidayet Türkoğlu ile beraber tencerelerle kapaklar "gene" yuvarlanıp, birbirlerini buldular!..
Turgay Demirel "Onursal" Başkan, Harun Erdenay "Başkan", Hidayet Türkoğlu "CEO", sevgili "eski" başkanımız Esat Yılmaer de "Basın Danışmanı", irili ufaklılar da, etraflarında; işte size "Primseverler Federasyonu!.."