Bakıyorum, bir çok gazetenin spor sayfası, bir çok TV'nin spor ekranı "Futbolumuz şikeye, mafyaya bulaştı" yazılarından, haberlerinden, yorumlarından, oturumlarından geçilmez oldu... "O onu dedi, bu bunu dedi, şunu duydum, bu kulağıma geldi" türünden iddialardan tutun da, "hakem hataları, yönetici ve futbolcu tavırları" yüzünden ortaya çıkan tablolara kadar her şey "şaibe" ve oradan da "çirkef" yaftalarıyla futbolumuzun göğsüne asılıyor! Ve işin asıl garibi, sanki "benzerleri şimdiye kadar Türkiye'de hiç olmamış, dünyada yokmuş gibi" gösterilen bazı olaylar, "türlü - çeşitli" bazı plânlar için kullanılmaya başlandı! Geceleri saatlerce TV'lerdeki programları izliyorum, spor sayfalarında çıkan yazıları okuyorum; ortada "ne bir belge, ne de gerçekleri takır takır söyleyecek, hukukun istediği tanıklığı yapacak bir kimse var!.." Herkes gürül gürül atıyor ama iş "belgelere, isimlere, tanıklara geldi mi, karnından konuşuyor!.." Mesela, "ben" işte şimdi müthiş bir açıklamaya yapıyorum: "Masada hem de Futbol Federasyonu'nun efsane genel sekreterlerinden biri vardı, futbolumuzun en tanınmış iki ismi, bir kulübün başkanı ile bir başka kulübün her şeyi olan yöneticisi hafta sonunda oynayacakları maçta küme düşmemeye oynayan takımın kazanması için hem de para pulun miktarını bile tayin edecek konuşmaları yaptılar... Maç da öyle bitti ve takım küme düşmedi... O sırada, federasyon başkanlığı yapan kişi de Türk futbolunun efsane başkanlarından biri idi!.. Bu konuşmalara benim gibi birkaç gazeteci daha şahit oldu!.." Bana soruyorlar: "Kim bunlar?" Ben cevap veriyorum: "İsim veremem, canıma okurlar, ama böyle oldu..." Bakınız; "50 yıllık spor yazarlığı hayatımda yaşadığım, duyduğum, okuduğum" bunlara benzer olaylarla bir kitap yazarım, hem de futboldan basketbola kadar bir çok spor dalında bir yığın olay... Ankara'da, "garson ve müşteri kılığına girerek bir pastanede ortaya çıkardığımız ve çalıştığımız gazetede fotoğraflarıyla beraber manşet yaptığımız" şike pazarlığı da dahil... Ama... Bunların "hukuk önünde" hiçbir değeri yoktur; eğer "belge yoksa... Benimle beraber tanıklık yapacak birkaç kişi daha yoksa ve ispatlanamıyorsa..." İşte "Yılmaz Vural'ın perişan hâli" ortada!.. Sanki, "bugüne kadar" saha içinde hiçbir futbolcu, hiçbir takım, dünyanın her yerinde "hatır şikesi" olarak bilinen şeyi yapmamış gibi, kalktı, sahaları terk etti, istifalar etti!.. Sanki Dünya ve Avrupa Şampiyonaları'nda, hem de "finallerde" Almanya - Avusturya maçı oynanmamış gibi, sanki Avrupa kupalarında "bir yığın maç gibi" Galatasaray'ın, bir Avusturya takımı ile Ali Sami Yen'de yaptığı karşılaşmanın "son 10-15 dakikası al gülüm-ver gülüm şeklinde oynanmamış" gibi.. Şimdi, "kıyamet" kopuyor; "Bu federasyon gitmelidir!.." Benzer "bazı" olaylar gündemde tutularak ve "kulaktan dolma" duyum ve iddialarla beslenerek "kıyamet" koparılıyor; "Bu federasyon gitmelidir!." Evet, ben de diyorum ki; "Bu federasyon gitmelidir"; ama nerede ise "toplu bir linç histerisi ve gösterisi hâlinde değil!.." "Biz bu federasyonu yıkarız" bencilliği, beklentisi ve istekleri içinde değil!.. "Biz bu federasyonu yıkalım ki, futbolda istediğimiz ve özlediğimiz düzeni geri getirelim, maç naklen yayın paralarının eskisi gibi aslan payını üç büyükler olarak aramızda paylaşalım, bunun için de İstanbul'un üç büyük medya grubuyla pazarlık yapıp, onları da arkamıza alalım" düşüncesiyle değil!.. Disiplin Kurulu ile Tahkim Kurulu'nun "nasıl göreve geldiklerine, nasıl görev yaptıklarına dair" kanunun ilgili maddelerini ve yönetmeliklerini "bir defa bile okumamış" kişiler, bu kurulların kararlarını öne çıkararak yaygarayı koparıyorlar; "Halûk Ulusoy görevden alınmalıdır!.." "Onca tecrübeli, onca değerli, onca tanınmış" hukukçunun, avukatların, eski hakimlerin, savcıların görev yaptığı kurulların kararları için "Federasyon başkanı emrediyor, onlar da yerine getiriyorlar" diyebilmek, hadi vicdanı ve iz'anı bir yana bırakayım, hangi insafa sığar? İşte, "internette bahis oynayan hakemler ve teknik direktörler anlaşmalı maçlar yönetiyor ve oynatıyorlar" şeklinde ortaya atılan ve "dehşetengiz telefon görüşmeleri bantları da açıklanan" ve "adalete verilen" olay, ne oldu? Bu ülkenin mahkemelerine, savcılarına, hakimlerine, Yargıtay'larına da mı Halûk Ulusoy "Beraat ettirin" emrini verdi? Hukuk "belge ister, delil ister, tanık ister!.." Bir hukuk devletinde, "hiçbir güç", kalkıp "delilsiz, belgesiz, tanıksız ya da haklarında mahkeme kararı olmadan", üstelik de "özerk olan" federasyonları, başkanlarını "görevden alamaz"; alırlarsa "hukuk 24 saatte müdahale eder"; yapan rezil olur!.. Bunun örneği çoktur!.. Daha da "önemlisi" olaya FIFA müdahale eder ki, işte "rezalet o zaman daha da büyür"; ülke sınırlarını aşar!.. "Bir futbolcu falan maçta eski takımına karşı oynamadı" diye, "hakem filan maçta anons yaptırmadı" diye, "zaman aşımına uğrayan" bir olayda "Federasyonun ikinci başkanı kendisine gelen telefonlar yüzünden korkup kaçtı" diye, bir kulüp başkanı bugünkü Merkez Hakem Komitesi Başkanı için fi tarihinde "şunu", bir başka kulüp başkanı da "bunu" dedi diye bir federasyon görevden alınmaz; alınamaz!.. Adama sorarlar; "o kulüp başkanı spordan sorumlu bakan oldu, ne yaptı, öteki kulüp başkanı da bakan oldu ne yaptı?" "Onların yapmadığı bir şeyi", bugünkü bakandan "yapmasını istemek", yani "kelle avcılığına çıkmasını beklemek" nasıl bir iz'andır? İddialar, yazılanlar, çizilenler üzerine "Futbol Federasyonu hakkında soruşturma açılmıştır"; bu soruşturma sonunda "delil, belge, tanık bulunursa ve hatta iddiaların doğruluğu konusunda bir kanaat hasıl olursa", elbette kanunların ve hukukun gereği yapılabilir; yapılmalıdır ve sanıyorum ki yapılacaktır! Serinkanlılıkla beklemek, soruşturmaya yardımcı olmak, "varsa elde delil, belge" soruşturmacılara vermek, "tanıklık yapmaya talip olmak"; gerçekten futbolumuzun temizlenmesini istiyor ve bekliyorsak, işte yapmamız gereken budur! TV ekranlarında bağırmak, spor sayfalarında "atıp tutmak" ve futbolumuzu, sporumuzu karalamak değil! Yarın şöyle ya da böyle bu federasyon, bu başkan gidecektir; futbolumuz ve sporumuz bize kalacaktır; yazık etmeyelim!.. Bu arada asıl yerine getirmemiz gereken bir sorumluluğumuz daha var; "acaba medya olarak biz görevimizi yapıyor muyuz?" Hiç olmazsa, "gönlümüzde yatan takımın şampiyon olması, başarılı olması için gösterdiğimiz gayret kadar bir çabayı, sporumuzun, futbolumuzun temiz kalması için" gösteriyor muyuz? Başlayalım bakalım; Üç Büyükler'e "yılın 12 ayı, 52 haftası, 365 günü sayfalarla, ekranlarla yaptığımız korumanın yüzde 10'una razı olan" Anadolu takımlarına destek olmaya!.. Var mısınız? Avrupa Şampiyonaları'nın tozunu atan haltercilerimizin, güreşçilerimizin haber ve yorumlarını "Üç Büyükler'in sayfalarından, ekranlarından, haberlerinden ve yorumlarından arta kalan sayfalara ve sütunlara atan, ekranlarda ise pas geçen" zihniyetten vazgeçmeye var mısınız? Ya, Halûk Ulusoy, bu ülkenin önde gelen gazetecilerine, spor yazarlarına, spor müdürlerine hem de basın toplantılarıyla ağız dolusu hakaret ederken, "sesini sedasını çıkarmayanlar", tek kelime etmeyenler ve yazmayanlar, sadece seyredenler, "neden seyirci kalıyorsunuz" sorularını soranlara da "ağlama duvarına git" diye öğüt verenler kimler? "Böyle bir zihniyet Türk futbolunu yönetemez, sporun içinde bir dakika bile tutulamaz" kampanyasını açmayan, hatta aklına bile getirmeyenler kimler? Aynaya bakalım ve şu sorunun cevabını arayalım bakalım: Yıllar yılı futbolumuza, Anadolu futboluna, diğer spor branşlarına ve mesleğimize karşı "asıl şikeyi" kim yapıyor, neden yapıyor? Var mısınız?