Tabii, okuyucularım "İçişleri Bakanı'na sorular" başlığını okuyunca, hemen "futboldaki ve tribündeki olaylarla ilgili" bir yazı okuyacaklarını tahmin edeceklerdir; hayır!. Benim, sayın Rüştü Kazım Yücelen'e sorularım, futbol üzerine değil!. Benim "sorularım", ülkede "nerede ise futbol kadar önemli ve milyonlarca insanın ilgilendiği, yüzlerce trilyonun döndüğü bir başka dünya üzerine" olacak!.. Bu dünyada "olup bitenler" ve bu dünyanın "denetlenmesi" ile ilgili olacak!. Bu dünya; "Türkiye Jokey Kulübü ile at yarışları ve at yarışları üzerine müşterek bahislerin oynandığı" bir dünya!.. Öncelikle altını çizmem gerek; Türkiye Jokey Kulübü "kamu yararına bir dernektir!." Bu sebeple, "sadece dernek üyelerini değil, bahsi müşterek oynayan ya da oynamayan, hatta hayatında bir defa bile at yarışına, hipodroma gitmemiş Türk insanını da ilgilendiren" bir kuruluştur!. Ve derneklerin denetimi, hele hele "özellikle" kamu yararına olan derneklerin denetimi, İçişleri Bakanlığı'nın üzerinde önemle durması gereken bir konudur!. Bakınız sayın Bakan; Bu dernek ve faaliyetleri ile ilgili olarak Türk medyasında "çok fazla bir şey okuyamaz ve bulamazsınız!." Zira yıllardan beri "şu veya bu şekilde", milyonlarca insanın ilgilendiği ve "trilyonların, hatta toplam olarak katrilyonların döndüğü bu organizasyon" ramp ışıklarına çıkarılmaktan korunmuş, saklanmıştır!. "Yarışma" adı altında ödüller dağıtılmış, "yarış yazarlarına ganyan bayilikleri tahsis edilmiş", reklamlar verilmiş, "eleştiri yapanlara karşı", kulüp yönetimleri tarafından desteklenenlerin bültenleri, dergileri kullanılarak susturulma yolları denenmiş, özetle "Jokey Kulübü, gözlerden ırak bir kapalı kutu haline" getirilmiştir!. Nerede ise Cumhuriyet'le yaşıt "kamu yararına bir derneğin" hâlâ ve hâlâ "120 üyesinin bile bulunmamasının altındaki sebepleri tahmin etmek" zor değildir!. Üyelerinin "yaş ortalamasının belki de 60'ı geçtiği" bir başka dernek var mıdır, Türkiye'de? Türk atçılığı ve katrilyonların döndüğü müşterek bahisler, ihaleler, oyun makineleri, inşaatlar, hipodromlar, ramp ışıklarına çıkmayan, çıkmak istemeyen, "sadece at yarışı tahmin ve sonuçlarıyla medyada görünen" böylesine "kapalı" bir topluluğa daha ne kadar emanet edilecektir? Neden bu dernek bugüne kadar 300-400 üyeye kavuşamamıştır? Neden müracaat eden "atçılıkla ilgili pırıl pırıl insanlar" üye alınmamaktadır? Neden derneğin "tek kadın üyesi" yoktur? Ve geliyoruz "bugün" ile ilgili sorulara!. Sayın Bakan, Derneğin son mali kurulunda üyelere dağıtılan denetçi raporlarında "son derece önemli iddialar" yer almaktadır!. Raporda, özellikle "ganyan bayiliklerinin dağıtımı ve anahtar teslimi veya davet usulüyle yapılan ihaleler" konusunda "araştırılması gereken" önemli cümleler vardır!. Ganyan bayiliklerinin kur'a ile dağıtımındaki esaslara ve "müfettişlerin olumsuz raporlarına" aykırı olarak, hatta "sabıkası olan" kişilere bayilik verildiği, Anadolu'daki "müfettiş incelemelerinin sonuçlarının" çöp sepetine atılarak, İstanbul'da oturan bu konuda yetkisiz kişilerin "olumlu" olurlarının bunda rol oynadığı iddialarının belgelere bağlandığı belirtilmektedir!. "Siyasetçilerin, kulüp üyelerinin, yarış yazarlarının eşine-dostuna-yakınına bayilikler verilerek" herkesin memnun edildiğinin ve buna karşılık "iddiaların üzerine giden bir denetçinin, yasalara tamamen aykırı olarak yetkilerinin ve çalışma ortamının kulüp yönetimince (veya başkanınca) kısıtlandığının, denetçi tarafından belgelerle ortaya konulduğu bir ortamda, bakanlığınız bu iddialarla ilgili" olarak bir denetleme yapmayacak mıdır? "Kamu yararına bir dernekte" önemli iddialar taşıyan bir raporun sahibi olan denetçinin çalışma imkanları kısıtlanırsa, bu hangi anlama gelmektedir? Neden kulüp başkanı denetçiyi, denetçi de kulüp başkanını Onur Kurulu'na sevk için dilekçeler vermişlerdir? Bunları kim araştıracak ve "gerçekleri ortaya koyacaktır?" Medyamız böylesine enteresan bir olayı bile "haber yapmayarak", yukarıda anlattığım kulüp-medya ilişkileri tablosunun "doğru olduğunu" ortaya koymamış mıdır? "İhalelerle ilgili" iddialar, müteahhitlerin "işleri yapıp bitirdikten sonra" ortaya çıkan ve mahkemelere kadar giden "alacak" konuları da, uzmanlarca tek tek araştırılmamalı mıdır? Yönetim, bir baş müfettişin işine neden son vermiştir? "Bu konuların altını çizen" raporun sahibi denetçi, "mühendistir" ve konuların da uzmanıdır, neden "onun raporu önemsenmez" ve iddialar tahkik edilmez? Biz, bir gazeteci ve "Jokey Kulübü'nün içinde yakın dostları olan, bu kulübün faaliyetlerini nerede ise 50 yıla yakın bir zamandır izleyen" bir spor yazarı olarak, "halk adına" kapalı kapılar ardında kalan bu olayı ve iddiaları gündeme getiriyoruz! İstiyoruz ki, "gerçekler ortaya çıksın" ve kulüp üzerindeki iddialar ve söylentiler bulutu kalksın; yok eğer "iddialar doğru ise" gereği yapılsın!.. Bunu da yapacak olan sizsiniz ve sizin bakanlığınızdır, sayın Bakanım!.. Bekliyoruz!.. Alaattin Metin ve Ayna!.. Değerli meslektaşım sevgili Alaattin Metin "esasında çok doğru" iki öneri getiriyor!. "Aşağı yukarı" diyor ki; "Yöneticiler, hakem hataları kendi takımları lehine olduğu zaman da bunu söylesinler... Hep aleyhtekileri söylüyorlar... Eğer kendilerinin lehine olanları da söylerlerse gerilim azalır, hava yumuşar!.. Bu bir... İkincisi, medya hayali haberler üretip, bunun üzerine yorumlar da yapmasın!.." Bu önerilerin altına imza atmayacak "aklı başında insan yoktur!." Tabii "koyu kulüpçüler" hariç!.. Amma... Sevgili Alaattin Metin "bu teklifi yaparken" nedense hep "Beşiktaşlılar'a, Beşiktaş maçlarından örnekler vererek, hep Galatasaraylılara, Galatasaray maçlarından örnekler vererek" sesleniyor!.. "Nerede", Fenerbahçeliler'e sesleniş ve Fenerbahçe maçlarından örnekler? Şimdi "Fenerbahçeli" sevgili meslektaşıma soruyorum; bizler spor yazarları olarak, yorumcular olarak "böyle davranırsak", yöneticilerden "bu önerin doğrultusunda hareket etmelerini" nasıl bekleyebiliriz, söyler misin, bu bir? İkincisi "kulislerde söyleniyor" diyerek "maçın hakeminin değiştirildiğini ve Erol Ersoy'un yerine Muhittin Boşat'ın tayin edildiğini" yazıyor, yorumluyor ve Federasyon'dan hesap soruyorsun!.. Hani "hayali haberler yazmayacak" ve yorumlar yapmayacaktık? İstanbul'dasın; "kulislerde söyleniyor" diye yazmak yerine, neden "Federasyon'dan, Merkez Hakem Komitesi'nden tahkik edip" gerçeği öğrenmiyor ve yazmıyorsun?. Sevgili Metin, "siz fiilen haber kovalayan spor yazarları olarak" böyle yaparsanız, söyler misin bana, "bizler" ne yapacağız? Hele hele İstanbul'dan 600 kilometre uzakta olan "benim gibiler" ne yapacak? Biz ne yapalım? Hatırlıyorum; sevgili kardeşim Hıncal Uluç, Şenes Erzik'in federasyon başkanlığı döneminde benim bir yazımdaki "Ey Spor Bakanımız, federasyonda neler oluyor, görmüyor, duymuyor musunuz? Futbol Kanunu'nda denetleme ve gözetleme yetkiniz var, bu yetkinizi kullanıp, federasyonu denetleyiniz" şeklindeki önerime takılmış ve "çok sert bir şekilde" beni uyarmıştı: "Ey Öcal Uluç, sen yıllardan beri spora siyasetin karışmaması için mücadele etmedin mi? Şimdi neden bir siyasetçiyi işe karıştırmaya çalışıyorsun?" Bunu yazmakta "bana göre haksız idi" ama, kim bilir belki de "kendi bakış açısına göre" haklı da olabilirdi!.. Peki, "şimdi" sevgili kardeşim Hıncal Uluç ne yapıyor? "Kanunen Futbol Federasyonu konusunda hiçbir yetkisi ve ilgisi olmayan" bir başbakan yardımcısını "federasyonu görevden almak için harekete geçmeye" ve de "milli takım teknik heyetine müdahaleye" çağırıyor!.. Hem de FIFA'nın "futbola müdahalesinin nelere mâl olacağını" Türkiye'de "ilk yazan" gazeteci ve spor yorumcusu olduğu halde!.. Sevgili Hıncal, Haluk Ulusoy konusundaki düşünce ve fikirlerinin, "bazıları hariç" çoğuna imza atabilirim!. Şenol Güneş'in milli takımda başarılı olamayacağına dair düşünce ve görüşlerine de, "aksini düşünmeme rağmen", saygı duyuyorum!.. Amma, işe "Mesut Yılmaz'ı karıştırmanı sessizlikle karşılamam mümkün değil!." Yıllarca, "en çok sevdiğim siyasetçilerin ve devlet adamlarının başında gelen" rahmetli Özal'ı bile "futbola fiilen müdahale ile federasyon başkanı tayin ettiği için" ağır şekilde eleştirmiş olan benim gibi bir insanın, siyasetçilerin "denetim hariç" futbolun içine ellerini sokmalarına karşı çıkmasını herhalde "normal" karşılarsın!. Bir sorum daha olacak; "Şenol Güneş'e inanmayanlar, onun üstüne adam isterken", Mesut Yılmaz'a müracaat ederlerse, "Şenol Güneş'e inananlar, onun üzerine adam getirilmemesi için" kime baş vursunlar; Devlet Bahçeli'ye mi, yoksa Bülent Ecevit'e mi? Hem suçlu, hem güçlü!.. Fenerbahçe maçında Beşiktaş'ı yakanların başında gelenlerden biri olan İlhan Mansız, "utanıp sessiz sedasız olayların yatışmasını bekleyeceğine", bir gazeteye esip gürlemiş ve hakemlere hücum ederek, "Şaibenin ne olduğu ortaya çıktı" gibilerden laflar etmiş!.. Maçın başından itibaren "kendisini oyundan attırmak için her şeyi yapan" bir futbolcuya söylenecek çok şey var; ama, asıl kabahat "onu bu hale adım adım getirenlerde" ve ona "böylesine müsamaha gösterenlerde!." Eh... Milli Takımda da "doğrudan ilk 11'e konduğuna göre", İlhan Mansız'ın bugüne kadar yaptıklarına devam etmesinden tabii ne olabilir? Gençleri "çok erken ve olmadığı halde olgunlaştırmaya kalkışırsak" nasıl bir yanlışa düşmüş olduğumuzu gösterenlerden biri de İnterli Emre değil mi? Özel milli maçta bile göz göre göre "tekmeyi basacak kadar" pervasız bir Emre'ye bakarak, İlhan Mansız'a verilen avansların sonunun da nereye varacağı belli değil mi? Yazık ettik, yazık ediyoruz ve yarınlarda da yazık edeceğiz; ah şu kulüpçülük!.. Genel Müdür'ün cevabı!.. Gençlik ve Spor Genel Müdürü Kemal Mutlu, "geçen hafta" Futbol Federasyonu Disiplin Kurulu'nun verdiği ceza ve Genel Müdürlüğün tavrı ile ilgili yazıma üzülmüş. "Kasıtlı olarak yanıltıldığımı" belirten bir "cevap yazısı" fakslattı! Ne var ki "uzun olan" cevap faksının yarısı elime geçti, yarısı faksımdan gelmedi!. Çekilen faksın "elime geçen kısmında" henüz yazdıklarıma verilmiş bir cevap yoktu ve "ancak, olayların kenarından geçiliyordu!." Sanıyorum, "üzerinde durduğum" konular, "bana gelmeyen kısımda!." Faksı geçen arkadaş, "posta yolu ile de göndereceğini" söyledi; şimdi onu bekliyorum!. Elime geçtikten sonra, "ilgili kısımlarını" sütunlarıma alacağım; tabii "cevap" hakkımın olduğunu da söylemeliyim!. Vah...Vah...Vah... G alatasaray'ın yeni yönetimi ve başkanı, kulübe her gün gelen "borç bildirimleri, haciz ve icra emirleri ile uğraşmaktan", söz verdiklerini yapmaya henüz pek vakit bulamıyormuş. Vay... Vay... Vay... Bundan önceki başkan Mehmet Cansun durmadan övünüyordu; "Şu kadar borç ödedik, bu kadar borç ödedik" diye... Ya bir de onlar, "söyledikleri kadar borç ödememiş olsalardı", Galatasaray'ın ve yeni yönetimin hali nice olurdu? Peki ama, Mehmet Cansun'dan önceki yönetim zamanında mali genel kurullarda kürsüye çıkıp, bugünkü başkan Özhan Canaydın ve arkadaşlarının gözlerinin içine baka baka "O kadar borcumuz yok, abartıyorlar" diyenlerin birincisi zamanın başkanı Faruk Süren iken, ikincisi de "onun başkan vekili" Mehmet Cansun değil miydi? Yanlış hesap Bağdat'tan mı döndü, yoksa Galatasaraylılar yıllarca aldatıldılar mı? Bilmem ki, başta başkan Canaydın olmak üzere Galatasaraylılar bu konuda ne düşünüyor?