"Spor yazarlığı ile en ufak ilgileri olmayan" ve "bizim mesleğimizin m'sini bile bilmeyen" kişilerin, gazetelerin spor sayfalarında ve TV'lerin ekranlarında "spor yazarı" olarak takdim edilmeye başlamasından beri, mesleğimizde başlayan erozyon, bakınız nerelere kadar geldi!. Futboldaki "şike-bahis skandalını ortaya çıkaran" gazeteci arkadaşımız, tuttu, kendisiyle yapılan bir röportajda "1 milyar doların döndüğü bir ortamda, kirlenen spor yazarları da var" gibilerden, sözler sarf etti!. Yani, "kirlendi" denilen hakemlerin, "kirlendi" denilen yöneticilerin, "kirlendi" denilen teknik adamların yanına, "ortaya isim konmadan" spor yazarları da ekleniverdi!. Ben, röportajı okumamıştım!. TSYD Genel Başkanı sevgili Attila Gökçe'nin Milliyet'teki yazısında okudum, sonra da sevgili kardeşim Hıncal Uluç'un "çok haklı olarak" çok öfkeli yazısında!.. Başka yazanlar var mı, bilmiyorum!. Varsa, onlara da "mesleğim bakımından" teşekkür ederim. "Bu tüyler ürpertici" iddiaların üzerine "spor medyamızın hak ettiği ölçüde neden gitmediğini" tartışırken, doğrusu ya, "olayların içinde spor yazarlarının da bulunabileceği" hiç ama hiç aklıma gelmemişti!. Yooo!.. Bu meslek o kadar ucuza "satılan" bir meslek değildir, olamaz!.. İsminin önüne "spor yazarı" ibaresi koyarak yazı yazan ya da yorum yapanların içinde, "bu olaylara karışmış olanlar varsa", isim isim ortaya çıkarılmalı ve önce halkın, sonra da hakimin önüne konmalıdırlar!. Aksi halde "içlerinde onlardan da öyle isimler var ki, işte onun için olayın üzerine gidemiyorlar" iddiaları, mesleğimizin üzerine kabus gibi çökecek ve bu lekeyi hiçbir temizlik tozu temizleyemeyecektir!. Mesleğimizi "spor yazarı olmayanlardan" temizleme mücadelesini yıllardır sürdürmemizin ne kadar haklı olduğu, bu olaylar ve iddialarla bir defa daha anlaşılmıştır, herhalde!. Bu konuda derneğin yaptığı mücadeleye ve bu mücadelenin sesini duyurmak isteyen yöneticilerimizin açıklamalarına sırtlarını çevirerek, "mesleğimizi kulüp menfaatlerine kurban edenleri" ve bu arada "aralarında kulüplerden menfaat temin edenlerin de bulunduğu" iddialarına cevap dahi veremeyenleri, hala spor sayfalarında ve TV ekranlarında "spor yazarı" diye halka yutturmaya çalışanlar, elbette baş sorumlu ve baş suçludurlar!. Daha bu iddialarla ilgili tartışmalar bitmeden, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy'un medyayı ağır şekilde eleştiren, bu arada "özellikle" hakem yorumcularına "ceza kanunluk" hakaretlerde bulunan sözleri gündemin ortasına düşmüştür, amma... Herhalde "ortada" spor yazarlığı mesleği yerine "meyhane duvarı" olduğu için, bu sözler de, "afiyetle yenilip yutulmuştur!." Şimdi, hepimize, yazarları çizerleri, sorumluları ve müdürleri, cemiyetleri, konseyleri ile hepimize "önemli bir görev düşüyor!." Bu iddiaların "sonuna kadar üzerine gitmek" ve mesleğimizi karalamak isteyenlere de "gerekli cevabı" vermek!. Nerede Basın Konseyi? "Türkiye" adı için amansızca kapışan Ankara'nın ve İstanbul'un gazeteciler cemiyetleri? İzmir Cemiyeti? Gazeteciler Federasyonu? Çağdaş Gazeteciler Derneği? Nerede? Nerede, TSYD'nin gür sesi? Nerede, gazetelerimizde, TV'lerimizde her gün ahkâm kesen "anlı-şanlı" yazar-çizerlerimiz? Nerede, TSYD'nın "yaşayan büyük başkanları?" Nerede TSYD'nin ve diğer meslek kuruluşlarımızın onur kurulları? Nasıl bu kadar vurdumduymaz olabiliriz? Nasıl bu kadar sessiz kalabiliriz? Nasıl bu kadar teslimiyetçi olabiliriz? Nasıl böylesine "satılmışları" içimizde tutarak, mesleğimizi satabiliriz? Bir "ortak toplantı", bir ortak bildiri, bir ortak yürüyüş yapamayacak, bir ortak tepki koyamayacak kadar, öldük mü? Eğer öyleyse, benim bir teklifim olacak: Yarın "bunlar aldıkları paraları bölüşüyor" iddialarına da hazır olalım, ya da hazır olmayacaksak, "kalemlerimizi kırıp" ölene kadar bizi saklayacak olan "meslek tabutlarımızın içine" saklanalım!.. Yuh olsun hepimize.. Her şeyi hak ettik, hak ediyoruz!.. Nerede benim şerefim, nerede benim gururum, nerede benim tertemiz adım, tertemiz mesleğim? Söyleyin bana, nerede? Jokey Kulüp'te neler oluyor? Utanmadan, sıkılmadan, Türkiye Jokey Kulübü ile ilgili yazılarımızda, "kulüp içinde olan bitenin bir bölümünü kamuoyuna aktardık" diye, bizim için orada burada "Ganyan bayiliği istediler, verilmedi, ondan bunları yazıyor" iftirasına sarılanların foyaları, "resmi rapor ve belgeler" ile ortaya çıktı!. Kimlerin "ganyan bayiliği peşinde koştuğu" ve kimlerin "bayilik peşinde koşan eş-dosta, güçlü kişilerin yakınlarına, oy vereceklerin hısım akrabalarına, hem de haksız olarak, hem de yönetim kurulu kararlarına aykırı olarak" ganyan bayiliklerini peşkeş çektiği anlaşıldı!. Önümde, TJK'nün "denetçi raporları" duruyor!. İçinde ganyan bayiliklerinin usulsüz ve kayırmacı bir şekilde nasıl dağıtıldığını anlatan bölümler var!. Kayırmacılık yüzünden "yeni verilen bayiliklerin bekleneni vermekten ne kadar uzak kaldığına dair" resmi rakamlar var!.. Daha da önemlisi, "inşaat ihaleleri ve alım satımlarla ilgili" tespitler ve iddialar var!. "Hataları, yanlışları ortaya koyan ve bunlar sebebiyle TJK'nın neler kaybettiğini ortaya koyan" müfettiş raporlarına atıflar var!. Bu raporları veren müfettişlerin "iş akitlerinin feshedildiğine dair" satırlar var!.. Var da var!.. Peki, bu raporlara rağmen ne yapılmış; hiç!.. Peki, bu raporlara rağmen Tarım Bakanlığı ne yapmış; hiç!. İşte, bir başka "önemli" iddia daha: Neden at yarışlarının "doping" tahlil ve tespitleri, Türk Spor Teşkilatı ile Hacettepe Üniversitesi'nin kurdukları "uluslararası standartlarda olan ve testleri uluslar arası kuruluşlarca kabul edilen" doping merkezinde yaptırılmıyor? "Doping maddelerinin son derece hassas deneylere ihtiyaç gösterdiği bir döneme girilmiş iken" ve her gün "tesbiti çok güç doping maddeleri üretilip satılırken", TJK "bu testleri nerede yaptırıyor, yaptırdığı laboratuarlar yeterli mi?" Jokey Kulübü dosyamıza "bugünlük düşenler" bunlar!.. TJK'nün değerli yöneticileri cevaplarını gönderirlerse, onlara da sütunumuzda seve seve yer veririz!. Kabahat kimin? Galatasaray bir zamanlar Beşiktaş'ı 9 puan, Fenerbahçe'yi 7 puan geçiyordu; yani iki takıma toplam 16 puan fark atmıştı!. Bu gece Beşiktaş derbisine çıkarken "iki takımla toplam fark 1 puana inmiş" bulunuyor!. Bu fark nasıl böylesine azaldı, hatta bitti? Avrupa Kupaları'nın nerede ise "yenilmez takımı" Türkiye'de neden cüceleşiyor? Aylar önce Galatasaray 8-10 puan önce iken bize "Galatasaray ligde üçüncü olabilir" diye yazdıran ve söyleten gerçekler neydi? Şimdi kalkmış kulüp başkanı Mehmet Cansun "Hocamızda hata yok, futbolcular suçlu" diyerek, "Fatih Terim'in evine gitmekle yaptığı hataya yeni bir halka ekliyor!." Aklınca "hocayı savunacak ve koruyacak!." Bu defa da "futbolcuları kaybettiğinin farkında bile değil!." Söyler misiniz bana, mesela Lucescu, "Ben 8 yıl çalıştım" diyerek övündüğü İtalya'da şampiyonluğa koşan bir takımın teknik direktörü olsaydı ve takımı da üst üste aldığı kötü sonuçlarla, hem de düşecek takımlara kaybettiği puanlarla "16 puan farkı yiyip bitirse idi", o kulübün teknik adamı olarak göreve devam imkanı bulabilir miydi? Bu nasıl bir kafadır ki, "kötü sonuçlar bir yana", maskara bir futbola sarılan bir takımın hocasında da sorumluluk bulamıyorsa, bir hoca "başka hangi şeyden sorumlu tutulabilir?" Yoksa, Florya Tesisleri'ndeki "çevre düzenlemesinden mi?" Hadi canım güldürmeyin insanı!.. Bu kafa ile Hasan ve arkadaşları daha çoook çalımlar atar!.. Hem size, hem hocalarına, hem de koca Galatasaray'a!.. Okan'lar, Emre'ler, Küçük Hakan'lar gibi!.. Hayırlı olsun!.. Siyaseti bulaştırmayın!.. Türk sporunun ve Türk Futbolu'nun başına çok çoraplar ören "ucuz ve fırsatçı siyaset, daha doğrusu halk goygoyculuğu ve oy peşinde koşan popülist siyaset anlayışı" yine sahnede!.. "Şike iddiaları ile ilgili soruşturma ve adli süreç devam ederken", siyasetçilerin kalkıp da Millet Meclisi'ne "bu yıl düşme olmasın" diye kanun teklifi vermelerini, bilmem ki başka nasıl nitelendirelim? Bu kanun teklifini ciddiye bile almak mümkün değil ama, "siyaset" bu, "fırsat bu fırsattır" diyerek, "oy getireceğine inanırlarsa", hem de "timsahın göz yaşlarını dökerek" bakarsınız, kanunu çıkarıvermişler!. Spor ve futbol tarihimizdeki "talihsiz" örnekler çok iyi gösteriyor ki, siyasetçiler ne zaman "bu zihniyetle" spora el atmışlarsa, futbola müdahale etmişlerse, sporumuz da, futbolumuz da büyük darbeler yemiştir! Hele hele "liglerdeki takım sayılarını arttıran" müdahalelerin, sonunda milli takıma varacak kadar "zararlı ve düzeltilmesi çok zaman alan zararları gündeme ve uygulamaya soktuğunu" görmemek için insanların "sporumuza ve futbolumuza karşı çok duyarsız olmaları gerekir!." Bu defa da "olan" budur!. Evet, şike olayı ciddidir ve çirkindir!.. Soruşturma açılmış, adalet olaya el koymuştur!. Bu safhada, işin içine neden siyaset girer? Bir başka yönüyle, "Futbola siyasetin müdahalesine FIFA acaba ne diyecektir?" FIFA, siyasetin futbola müdahalesine "kesin olarak karşı olduğunu ve buna müsaade etmeyerek, yaptırım uygulayacağını" defalarca ifade ve ikaz etmiştir!. Buna rağmen "müdahalelerin olduğu" ülkelere de, "sert yaptırımlar" uygulamıştır!. Üstelik "bu popülist yol şu veya bu gerekçelerle bir defa açılırsa", bundan sonra nelerin olabileceğini tahmin etmek de güç değildir!. Millet Meclisi'nin sağ duyusunun, böyle bir "kötü niyetli teklifi" elinin tersi ile iteceğine inanıyorum!. Bekleyip, göreceğiz!. Lucescu'ya haksızlık!.. "Sahaya girdi" diye, Lucescu'ya verilen bir aylık ceza için "atmadım bu başlığı!." Eğer bu hareketin cezası "bu kadar ise", elbette ki Futbol Disiplin Kurulu bu cezayı verecektir, herkese de vermelidir!. Benim üzerinde durduğum, mesela bir başka takımın menecerinin "istediği zamanda ve zeminde", ama "suret-i haktan görünerek", sık sık ve "zırt-pırt" sahaya girmesine kimsenin sesini çıkarmamasıdır!. Açıktır ki, "hakem çağırmadan" sahaya "sinek bile giremez!." Ama, bu menecer, oyunun durduğu anları bir yana bıraktım, daha hakem oyunu durdurmadan bile sahaya dalmakta, olaylara ya da sakatlıklara müdahale etmektedir, ama "Lucescu'ya gösterilen" tepkiyi, ne medya, ne de Futbol Federasyonu ona göstermektedir!. Daha da önemlisi; aynı suçu, hem de haftalarca ve defalarca işleyen, nihayet bütün "örtbas etmelere rağmen iş iyice çığırından çıkınca" ancak "Disiplin Kurulu'na verilen" Fatih Terim'e verilen ceza ile, Lucescu'ya da verilen cezanın farklılığıdır!. Biri "Türkiye'de bir defa, o da büyük haksızlık yapıldığına inandığı bir stres anında saha ihlali yapan" bir teknik direktör, öteki arşivlerdeki maç bantlarında rahatlıkla görülecek şekilde "ihlali defalarca yapan" bir başka teknik direktör!.. İkisi de "aynı takımın teknik direktörü!." Ama biri korunuyor, ötekine ise "vur abalıya!.." Bu çifte standarda "yazımın başlığından başka", bilmem ki ne denir? Utanmazlık!.. Tam bir komplo var; hem de ligin en kritik maçlarının hemen öncesinde!.. "Sergen olayı", Galatasaray-Beşiktaş maçına birkaç gün kala, yeniden ısıtılıp, gündeme konuldu. İki kulübü birbirine sokacak ve daha önemlisi "tribünleri ve taraftarları gerecek" böyle bir iddianın "böyle bir maç öncesi" gazete sayfalarına ve TV ekranlarına getirilmesi ile bu senaryonun başrolünü oynayanlar ne yapmak istiyorlar? Bir kulüp başkanının çirkin bir "kulüp kapıştırma oyununun içine girmesi", acaba "sadece Sergen'in fiyatını arttırmak ve parayı bir an önce garantiye almak mıdır?" Şu anda "sakat olan" ve "asıl sakatlığı konusunda da hiçbir şey yapılamayan" bir oyuncuyu "tribünde zor otururken" satmaya kalkışmanın "mantıklı bir açıklaması olabilir mi?" İşte bu yüzden, kafamızda düğümlenen asıl soru şu: Bu girişimin arkasında ne var? Ve de "başka kişiler" var mı?