İki gazeteciye sorular!

A -
A +

Ana ve asıl soru: Temiz bir Türkiye istiyor muyuz? Sonraki soru:Temiz bir spor ve temiz bir futbol istiyor muyuz? "Tekile inmeden" son soru: Temiz kulüpler istiyor muyuz? Ve şimdi "iki gazeteciye sorular geliyor!" İki gazeteci... Sevgili kardeşim Hıncal Uluç ve... Değerli meslektaşım, sevgili Fatih Altaylı... İşte size ilk soru: Temiz, tertemiz bir Galatasaray istiyor muyuz? İstediğimize "çok kısa bir süre önceye kadar" emindim.... Amma.... Samimiyetle söylemem gerekirse "şimdi" pek emin değilim!.. "Emin olabilmem için", aşağıdaki sorularımın cevaplarını arayıp bulmanız ve "iddialar doğru değilse" açıklamanız, "doğru ise" gazeteci olarak "gereğini yapmanız" lazım! Soru bir: Sevgili kardeşim Hıncal Uluç'un "ballandıra ballandıra anlattığı" büyük iş merkezli stad projesine "İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin izin vermeyeceği biline biline" ve zamanın Belediye Başkanı "Değil ben, benden sonra da gelecek bir başkan da, Orada o yoğunlukta bir projeye izin veremez" dediği halde, "böyle bir proje için", yani "çöpe atılacak proje için" Kanada şirketine kaç para ödendi? Soru iki: Bu para dolar cinsinden mi idi? Ve bankalardan yüzde 15 faizle alındığına göre Galatasaray'a kaça mal oldu? Soru üç: Çöpe atılan bu projenin koparacağı kıyamet belli olunca, "yapılabilir" bir proje için "bu projenin değiştirilmesi için" yeni bir anlaşma yapılıp, yeniden para ödemesi yapıldı mı? Yapıldı ise cinsi ne? Miktarı ne? Faizi ne kadar? Soru dört: İddialara göre, Kanada Şirketi ile, zamanın başkanının "kendi işi konusunda ilişkileri oldu"; doğru mu? Soru beş: Galatasaray'ın Dünya'nın dört bir yanında arayıp bulamadığı, hatta "stratejik ortak" AIG'nin dahi temin edemediği "100 milyon dolarlık stad kredisi için", kuruluş sermayesi 150 bin doları bile bulmayan, üstelik sözleşmeye imza atan yöneticilerinin çeşitli suçlardan sabıkalı olduğu haberleri çıkan ve sonra da tutuklanan bir şirketle anlaşma yapıldı mı? Soru altı: Bu şirkete kaç para komisyon ödenecektı? İlk yapılan sözleşmede komisyon ne kadardı? Sonra ne kadara indirildi? Neden? Soru yedi: "Bu yol ile Galatasaray üzerinden kara para aklanacaktı" dedikoduları yapıldı, iddiaları ortaya atıldı. Zamanın Galatasaray yönetimi "bu konuyu araştırdı" mı? Araştırdı ise, bütün bu dedikodulara, iddialara karşı, çıkıp camiayı tatmin edecek, kamuoyumdaki şüpheleri izale edecek bir açıklama neden yapılmadı? Soru sekiz: Türkiye ve Milliyet Gazeteleri'ndeki manşetlere, Doğan Koloğlu'nun ve Uluç'un yazılarına ve "devamlı sorularına" neden cevap verilmedi? Soru dokuz: Bu şirketin "o zamanlar tutuklu olan" yöneticilerinin sabıkaları var mı? Şimdi ne durumdalar? Soru on: Haklarındaki iddialar doğru ise böyle kişilerle, Galatasaray gibi bir kulüp muhatap edilir mi? Soru on bir: Avrupa Kupaları maçlarının naklen yayını için "bir TV şirketi ile" yapılan bir anlaşmaya "ilintili" bir sözleşme yapıldı mı? Bu sözleşme bir "kredi bulma sözleşmesi" mi idi? Bu sözleşmeye göre,TV şirketi dolar cinsinden kaç para kredi bulacaktı? Bu kredinin faizi ne kadardı? Soru on iki: Bu kredi neden TV sahibinin "Türkiye'de bulunan ve bilinen bankasından verilmedi" de,Türkiye'den uzaklardaki, kimsenin bilmediği bir "off shore" bankasından verildi? Soru on üç: Bu krediden gelen paralar, "doğrudan Galatasaray'ın kasasına mı girdi?" Soru on dört: Girmedi ise, nerelere gönderildi? Neden? Soru on beş: Bu konuda sorulan sorulara,neden zamanın yönetimi çıkıp "tatmin edici" bir cevap vermedi? Soru on altı: Okan ve Emre için Inter'in para ödeyip ödemediği konusundaki iddilar var ise ve taraflardan biri "ödendi" diyorsa, bu iddia "Efendim, o Galatasaray'ı aldattı. O yalan söyler. Onun için araştırmaya değmez" demekle iş geçiştirilebilir mi? Peki, görev süresince "hem de genel kurullarda verdiği bir çok söz" gerçekleşmeyen, verdiği o sözleri tutmamış olan yöneticilerin "bu defa da doğruyu söyleyip söylemedikleri" nereden belli oluyor? Bu konunun, hem Galatasaray'ın, hem de geçmiş yönetimin üzerinde "şüpheli hiçbir gölge kalmaması için" ciddiyetle araştırılması gerekmiyor mu? Soru on yedi: Inter Emre için "yetiştirme primi" de ödemedi mi? Ödemesi gerekmiyor muydu? Ödemedi ise, neden? Ödedi ise, "Inter'den alındığı söylenen paranın" içinde mi? İçinde ise,hani bu para "sadece" Hakan için alınmıştı? Soru on sekiz: Transferlerde "bir profesyonel yöneticinin komisyon aldığı" iddiaları ayyuka çıktı. Yeni Başkan "araştıralım" diyeceğine, çıkıp "hiddetli ve şiddetli" bir açıklama yaptı, "hukuk yollarına baş vuracağım" demeye getirdi, bir gazeteci olarak söyleyin,böyle şey olur mu? Soru on dokuz: Brezilyalı futbolcu Capone bu konuyla ilgili olarak yaptığı basın toplantısında şu sözleri sarf etti mi: "Para benim değil mi? Ben bana iyiliği dokunan insanlara para veremez miyim? Bu benimle menecerim arasındaki bir meseledir, kimse karışamaz." Söylendi ise, bu sözler ne anlama geliyor? Soru yirmi: Stad projesiyle ilgili konuyu araştırmak üzere kurulan komisyonun başkanlığına "eski yönetici ve eski başkanın en yakın arkadaşlarından birinin getirilmesini", gazeteci olarak onaylıyor musunuz? Bu durum "şıracının şahidinin bozacı olmasına" benzemiyor mu? Soru yirmi bir: Sevgili Hıncal'ın ballandıra ballandıra anlattığı "ünlü" ve herşeye "kaadir" ve de "Galatasaray'ı Dünya'nın en büyük kulübü yapacak olan" AIG'ye ne oldu? Cayman Adaları'na kadar uzanan trafikte yapılan "stratejik ortaklıkta", şimdi de AIG'nin ortak olduğu "şirket" bir yana bırakılıp, ismi değiştirilen bir başka şirket mi halka açılacak? AIG, bu manevrayı nasıl değerlendirecek ve ne yapacak? Evet, "sevgili gazeteci kardeşlerim", bu soruların cevaplarını hiç düşündünüz ve araştırdınız mı? Elbette Süren - Altaylı barışması güzel bir şeydir! Amma, "manşetlere kadar çıkan onca hakarete rağmen" böyle bir barışmanın "Galatasaray'ın ali menfaatlerine bağlanması" da, bana "başka" bir barışma ihtimalini hatırlatıyor: Acaba sevgili Altaylı, "ekonomimizin ve medyamızın ali menfaatleri adına" Cem Uzan'la ne zaman barışacak? Ve son bir soru: Ne zaman Galatasaraylı, ne zaman gazeteci oluruz? İkinize de başarılar ve mutluluklar dilerim! Küme düşecek! Galatasaray'da "gene futbol takımına bakarak" yüzler gülüyor! Futbol takımına bakarak... Aslında, Galatasaray'da "Faruk Süren - Mehmet Cansun yönetiminin kulübe yaptığı en büyük kötülük" işte bu zihniyetin yerleştirilmesi oldu! Futbol... Futbol... Futbol... Başka şey yok... Bakınız bir zamanların "yenilmez armadası" olan Basketbol Takımı'na... Bu yıl "küme düşecek takımların başında geliyor"; bilmem ki haberiniz var mı? "Küme düşme adayları" ile yaptığı hazırlık maçlarında bile "fark yiyor!" Ve işin daha da acısı, "kimseler dönüp bakmıyor!" Bakmak da istemiyor! Nerede medya? Nerede spor yazarları? Nerede basketbol yazarları ve yorumcuları? Nerede Fatih Altaylı'lar ve Hıncal Uluç'lar? Sırf "bu yönde Galatasaray'a yaptığı kötülük sebebiyle" ben olsam, "düzeltene kadar" Faruk Süren'in elini sıkmazdım! Ooooo... Galatasaray lider... Galatasaray'ın Avrupa Kupaları'nda büyük şansı var... Basketbol takımı da neymiş? Voleybola kim bakar? Kafa bu... Basketbolu, voleybolu Türkiye'ye Galatasaray getirmiş kime ne? En iyisi Galatasaray'ı "Galatasaray Futbol Kulübü yapmak!" Nasılsa, Galatasaray genel kurul üyelerinin de, hiçbir şey umurlarında değil... En önemli konuların karara bağlanacağı genel kurullara katılma sayısı 300'ün altına düştü! Olur mu,olur! Süren başaramamıştı, Cansun başarır! Alkışlar... Alkışlar... Real Madrid ne halde? Fenerbahçe ve onun teknik direktörü için "bazı kalemler ve çevreler" yıldırımlar yağdırıyor! Kimse de "Avrupa'da geçen yılın şampiyonları ne yapıyor, ne haldeler" diye bakmıyor. İşte Real Madrid'in hali... Ligdeki durumu, Fenerbahçe ile mukayese edildiğinde "yürekler acısı..." Ama... Avrupalı biliyor ki, "en güçlü, en yenilmez takımların bile" moralsiz, formsuz olduğu devreler olabilir... Sabır ve zaman her şeyi halleder! Geçen sezon da "benzer eleştiriler" vardı, yönetim arka çikmasa, belki de Denizli ayrılacak ve şampiyonluk hayal olacaktı. Gerçi, Denizli "Fenerbahçe'ye giderken" başına "bunların geleceğini" hesap etmiş olmalıydı! Zira, Galatasaray'da da başına "benzer şeyler" gelmişti. "Bazı kişiler ve çevreler" onun için "yaptıklarına göre değil", kişiliğine göre karar veriyor ve yorumlar yapıyorlardı. Hatta, "bundan da ileri giderek", Denizli'nin dostlarına,arkadaşlarına bakarak "Denizli'yi yorumlayanlar bile" vardı: "Vay efendim, neden bizle dostluk, arkadaşlık etmiyor da, Hıncal Uluç'la can ciğer kuzu sarması?" Bilmek istemiyorlar ve anlamıyorlar ki, "bunun sebebi, hayat felsefesi..." Ve bu felsefenin sonucu olan "hayat tarzı..." Operaya gider misin? Klasik Batı Müziği ya da Klasik Türk Müziği konserlerinden hoşlanır mısın? Kaç tane bale seyrettin? Bir "blazer" ceketin oldu mu? Bir dost toplantısında "sohbetlerinizin konuları" nelerdir? Son haftalarda kaç kitap okudun? Adları neler?. Vesaire... Vesaire... Eğer "bunlarda frekansınız tutmuyorsa" Denizli "sizinle" neden arkadaşlık, dostluk etsin? Zannediyorlar ki, Denizli ile Hıncal Uluç yan yana geldiklerinde "Denizli'nin takımını nasıl kuracağını, nasıl taktik vereceğini konuşuyorlar!" Hıncal Uluç'u da, Mustafa Denizli'yi de hiç tanımadıkları belli!.. Kimbilir, belki de "kompleksleri bundan!" Yazık... Bir örnek genç... Spor sayfalarında "bir zamanları hatırlayarak" keyifle okuduğum yazılar o kadar azaldı ki... 1955'li yıllarda, "o zaman çalıştığımız gazetenin yazı işleri müdürünün" bize söylediği "Siz ne yapıyorsunuz Allah aşkına... Bütün işiniz gücünüz Lefter'in bacakları..." sözleri işte "tam bu günün spor medyası için geçerli.." "Böyle bir medyada" arada sırada "özlediğim tarzda bir yazı buldum" mu, defalarca okuyor ve "1950'lerin,1960'ların hayaline dalıp gidiyorum." Hürriyet'te genç bir meslekdaşım var; Ogan Tarhan! Kendisini tanımıyorum ama mesela "Perşembe günkü" yazısını "su içer gibi" okudum. Bir daha... Bir daha... "Terim'in Hocası" idi yazının başlığı... Kimse kırılmasın, gücenmesin... Ben "spor sayfalarında" işte böyle yazılar arıyorum, böyle yazılar okumak istiyorum! TV'lerde "kahvehanelerde bile artık görülmeyen bir uslup içinde yapılan" lak laklara ise hiç ama hiç tahammül edemiyorum. "Okuyucu, izleyici böyle istiyor" palavralarına da karnım tok! Türkiye'de artık spor okuyucusunun ve izleyicisinin, "mahalle kadınlarının kavgalarına dönen" sözüm ona "yorum, proğram ve yazılarının yerine", Ogan Tarhan'ınkiler gibi yorumları okumaya ve dinlemeye hakkı var! Türkiye'nin ve Türk insanının "çok ama çok değiştiğinin farkında olmayanlar", Türk basınını 30 yıl öncesinin tirajlarına mahkûm ettiklerinin de farkında değiller! Bilmiyorum, daha ne kadar da farkında olmayacaklar? İnsanlık dersi... ALS hastalığına yakalanan Trabzonsporlu İsmail'in herkese verdiği "insanlık dersini" Perşembe günkü Türkiye Gazetesi'nin manşetinde okurken gözlerim yaşardı! "Kurduğu dernek" ve aynı hastalığa yakalanan Sedat ile ilgilenişi, ona "en büyük kulüplerimiz tarafından yapılan vefasızlığı" da düşünürsek, insanlık adına tam bir "onur abidesi!." Ona "çok görülen" bir jübilenin nasıl "hüzünlü bir yılan hikayesine dönüştüğünü" biliyoruz. Türkiye'deki manşet haberin yanında "M.T.K." rumuzlu bir yazı da vardı; "Ama, O'nun Başkan'ı yok... Ama. O'nun Futbol Federasyonu Başkanı yok... Ama, O'nun Futbolcular Derneği yok..." diye bitiyordu. Şimdi ben soruyorum: O'nun ve onun gibilerin medyası var mı? "Medyaları olsaydı" Trabzon'lar, Galatasaray'lar, federasyonlar, dernekler onlara bu vefasızlığı yapabilirler miydi?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.