İlgisizlerin ilgisi!..

A -
A +

Garip bir durum var; ilgilenmediğimiz, hatta dönüp bakmadığımız bir konuda, "hoşumuza gitmeyen, beğenmediğimiz bir şey olursa", kıyameti koparmaktan hiç çekinmiyoruz!. Hele biz gazeteciler!.. Halk adına denetim görevi ve sorumluluğu yüklendiğimiz halde, "bu sorumluluğu yerine getirmediğimiz olaylarda dahi" sonradan eleştirilerin en hiddetlisini ve şiddetlisini yapmayı marifet sayıyoruz!. İşte milli takım ve işte Güney Kore maçı!.. Milli Takım Teknik Direktörü Şenol Güneş'i "haklı olarak" çileden çıkaracak kadar "Dünya Kupası Finalisti" milli takımımıza ilgisiz kaldık, sonra da maçtaki futbola ve sonuca bakıp, yerden yere vurduk!. Maç öncesi ilgi yok...Öneri yok... "Ne olup bitiyor" diye araştırmak yok... Hatta, "milli takıma giden oyunculara", oynadıkları kulüplerin teknik adamlarının sıkı sıkıya "Aman dikkat edin, sakatlanmayın, her topa girmeyin, basmayın" diye tembih ettiklerine dair gazetelerde çıkan haberlere bile tepki göstermeyip, sonra da "Bu nasıl futbol" diye yazılar yazmak ve manşetler atmak, herhalde "spor gazeteciliğimizin ne durumda olduğunu" çok iyi gösteriyor!. "Benim işim maç seyretmek ve gördüğümü eleştirmek, gerisinden bana ne" gazeteciliğinin 50 yıl önce bile olmadığını söylersem, gerçekleri çok iyi ifade etmiş olurum!. Fenerbahçe'nin, Beşiktaş'ın, Galatasaray'ın arkasında koşmaktan başka bir şey yapmayan bir medyanın, aslında milli futbol takıma yaklaşımının "böyle olması" sürpriz değil!. "Milli maçı" hazırlık dahi olsa, "ciddiye almayan" spor medyasının, futbolcuların, teknik adamların bulunduğu bir ülkede, sorumluluk taşıyanların, görev başında olanların, kendilerinden "başarı beklenenlerin" işleri hakikaten çok güç!.. Ne diyelim; Allah, Şenol Güneş'e ve arkadaşlarına kolaylık ve güç versin!.. Yoksa, halleri harap!.. Kimlere teşekkür edilmeli? Galatasaray'daki yönetim değişikliğinin "kahramanları" kimler? Elbette, bu sorunun cevabında, öncelikle "yeni başkan" Özhan Canaydın ile "yönetim kuruluna seçilen" arkadaşlarının adları yer almalı!.. Ama... Bir de "perde gerisinde" olan bazı Galatasaraylılar var ki, "yıllardan beri yaptıkları inatçı ve ısrarlı mücadelenin sonucunu" almanın mutluluğu içinde, "sessiz sedasız" oturuyorlar! Mesela Necdet Çobanlı gibi... Mesela İnan Kıraç gibi... Önce Faruk Süren ve yönetimiyle, sonra Mehmet Cansun ve yönetimiyle öylesine "bir mücadeleye girdiler" ve öylesine "hırpalanmayı, eleştirilmeyi göze aldılar" ki, her türlü takdire ve tebrike layıktılar! Hele, Necdet Çobanlı'nın yaptığı mücadele!.. "Her şeyi göze alarak", Galatasaray'ı "bir çok badireden kurtarmak için" mahkemelere, Disiplin Kurullarına verilmeyi bile göze alışı?.. Aslında "bu mücadelenin bir kitabının yazılması" gerek!.. Galatasaraylılar'ın, son 4-5 yılda "nelerin olup bittiğini" bilmeleri gerek!.. Kimlerin neler yaptığı, kimlerin hangi rolleri üstlendiği, kimlerin "Galatasaray tarihinin en kötü günlerinde yönetimlerin goygoyculuğuna soyunduğunu", kimlerin "kraldan fazla kralcı davrandığını" ve gerçekleri söyleyenleri susturmak için hangi oyunların içine girildiğini bütün Galatasaraylılar öğrenmeli!.. TGS Olayı'nın, "hayali" stat işinin, off-shore bankalarla para giriş çıkışlarının, AIG ile ilişkilerin, TV'lerle yapılan "anlaşmaların", hacizlerin, icraların, "imza tahrifatlı" çeklerin hikayesinin, "işin iç yüzünü bilen kişilerce" o kitaba konulması, elbette ki "Galatasaray'ın yarınları için" yapılacak en önemli görevlerden biri... Yooo!.. Futbol Takımının başarısının arkasına saklanarak, "pervasızca ve sorumsuzca" Galatasaray'ı tam bir maddi-manevi batağa saplayanların "foyalarının ortaya konulması", Galatasaray için geçerli "kol kırılır yen içinde kalır" sözüne bir defalık takılmamalı!.. "Bu ibret verici gerçekler" bir kitap halinde "geleceğe bırakılmalı" ve Galatasaraylılar'ın tümü tarafından okunmalı ki, bir daha hiçbir yönetim "böyle bir maceraya kulübü sürükleyememeli!.." Maskeler düşmeli!.. Sorumlular ortaya konmalı!.. Ve Galatasaray'da yeni sayfa, "tertemiz açılmalı!.." Bilmem ki, haksız mıyım? Tek kişi yönetimleri!.. Galatasaray'da Özhan Canaydın ile beraber "bir ekip yönetimi" iş başına geldi. Beşiktaş'ta da Hasan Arat iş başına gelirse, "aynı şey" olacak!.. Geriye bir Fenerbahçe kalacak ki; "Aziz Yıldırım sebebiyle", bu büyük kulübümüzde bir "ekip yönetimi" hiç olmazsa, yakın bir gelecekte mümkün görünmüyor!. Değil sadece büyük kulüpler, bugünün dünyasında artık hiçbir kuruluşun "tek kişilik ordularla idaresi mümkün değil!.." Çağın gereklerine ve "işe göre adam" ilkesiyle kurulacak ekiplerle başarı mümkün!.. "Lider" yönetimleri, "tek kişinin gücü" ile değil, "ortak yönetimin sinerjisi" ile başarıya koşabiliyor!.. Faruk Süren de, Mehmet Cansun da, Serdar Bilgili de "bu gerçeği anlamadılar" ve kabul etmek istemediler. Bu yüzden de başarısız oldular!.. Eğer Özhan Canaydın da, iş başına gelirse Hasan Arat da "bu yanlış yola sapar" ve "tek başına liderlik hastalığına yakalanırlarsa", başarısızlığın onları da beklediğine emin olabilirler!. Etraflarını çeviren dalkavukların, liderleri, "istemeseler" de bu hastalığa yakalanmaları için adeta "havuza ittiklerini" yıllardır görerek, yaşayarak geliyoruz!. Örnekler sadece sporda değil, siyasetten, ekonomiye kadar yer şeyde ve her yerde bol bol var!.. "Etrafı sarılanlara" söylenecek tek sözümüz var; Allah kurtarsın!. TSYD'ye nasıl bir başkan? TSYD ile ilgili olarak yazdığım yazılarla ilgili olarak "olumlu ve olumsuz tepkiler" alıyorum!. Görüşlerime katılanlar var, katılmayanlar var!.. Elbette, "katılmayanlar da olacak" ve onların görüşleri de "saygı değer" olacak!. Ben, çok uzun yıllar meslek teşekküllerimizde "yaptığım" yöneticiliklerin ve mücadelelerin getirdiği tecrübe ve bilgi birikimimi, genel kurullar öncesi arkadaşlarıma aktarmayı bir görev sayıyorum!. Ben, "dernekçilikte ve sendikacılıkta" her zaman "kişisel sempatilerimi ve ilişkilerimi" o işe bulaştırmamaya gayret ettim!. Gün geldi, "eleştirilerim yüzünden" beni disiplin kurullarına veren, cezaya müstahak gören kişi ve yönetimlerden yana tavır koydum, onları destekledim!. Zira, "dernekçilikte ve sendikacılıkta" benim için asıl olan "kişiler değil", büyük bir meslek grubu ve o grubun yönetimi idi!. Bu sebeple çok sevdiğim ve beni çok seven meslekdaşlarımı, dostlarımı kırdığım, küstürdüğüm oldu!. Bugün de, derneğime ve mesleğime karşı olan sorumluluğumu yerine getirmek için yazmaya devam ediyorum!. Mesleğimiz, yani spor yazarlığı büyük bir erozyona uğramıştır!. "Dışardan gelenler", mesleğimizin her kalesine girmiş, ekranlarımızda, spor sayfalarımızda "at oynatmaya başlamıştır!." İşte, "bu tablo içinde", bize düşen "en önemli görev", TSYD'nin başına "bu önemli ve öncelikli konuda bayrağı dik tutarak savaşa girecek" bir başkanı ve yönetimi getirmek olmalıdır!. Öyleyse madde bir: Bu mücadeleyi şu veya bu sebeple yapamayacak olanlar bu görevlere talip olmamalıdırlar!.. Başında ya da içinde bulundukları servislerde "gerçek spor yazarları kapının önüne konurken" ve onların yerlerine "şunun veya bunun dostu, arkadaşı, akrabası" ya da "eski futbolcudan, eski hakeme, antrenöre, doktora, avukata, restorancıya, balıkçıya kadar" olur- olmaz bir yığın insan "spor yazarı" denilerek maaşa bağlanırken "seyirci kalanların", söyler misiniz bana; TSYD'in yönetimine aday olmaya hakları var mıdır? Dernekler,1980'lerden kalma "Dernekler Kanunu'nun cenderesi içinde" çağdaş bir yapılanmaya kavuşamamışlardır!.. Bugün, Avrupa Birliğine uyum yasaları çerçevesinde "yeni ve çağdaş bir dernekler kanunu çıkarılmaktadır!." TSYD'nin de, yeni dernekler kanununun vereceği imkanlar içinde "hemen tüzüğünü değiştirmesi" ve "çağdaş bir yapıya kavuşturulması" gerekmektedir!. Kısacası, TSYD'nin "bunu başaracak bir yönetime ihtiyacı" vardır!. Öyleyse, madde iki: Böyle yoğun bir çaba ve çalışma içine girebilecek zamanı olan, mesaisinin çoğunu derneğe harcayabilecek bir başkana ve yönetime ihtiyaç olduğu açıktır!. Olayı, gazeteler, TV'ler ya da "medya grupları" arasında bir rekabet ve mücadele olarak görmek ve öyle davranmak, hem derneğimize, hem de mesleğimize ihanet olacaktır!. Kimse, "adımın önüne TSYD başkanı ya da yöneticisi etiketi olsun" gibi bir "hırsın ya da ihtirasın peşinde koşmamalıdır!." Öyleyse, madde üç: Meslekte ve dernekte birlik ve beraberliği sağlayacak, şubelerle uyum içinde çalışacak, derneği üçüncü şahıslara ve kurumlara karşı içte ve dışta layıkıyla temsil edecek bir başkanı ve yönetimi iş başına getirmemiz zorunludur! "Seçim kazanmak için yapılacak yapay ittifaklar" ve dağıtılacak "mavi boncuklar", derneğimize ve mesleğimize kan kaybettirmeye devam edecek, yarınlarımız konusunda umutlarımız daha da azalacaktır!. Şube genel kurullarında açıkça ortaya çıkan "işsizlik, ümitsizlik, bıkkınlık ve ufuksuzluk tabloları", geleceğimiz için "tehlike sinyalleri veriyor!." "Dağ gibi büyümüş olan ana meselelerimiz" yerine, "sen-ben kavgaları" yapmak, daha da önemlisi "sen değil, ben olacağım" tercihleri etrafında mücadele etmek zamanı değildir! Bu derneğin ve bu mesleğin duayenlerini, kurucularını, eski başkanlarını, etkili ve ağırlıklı servis yöneticilerini "derneğimize ve mesleğimize karşı olan sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyorum!." Bugün kenara çekilip oturamayız ya da susamayız!. Bugün "el ele verme" ve "doğru yönetimleri iş başına getirme" günüdür!. Haydi, görev başına!.. Mondragon'un yerine Asper!.. Galatasaray'ın "bir çok oyuncu gibi" Mondragon trenini de kaçırdığı ya da kaçıracağı kanısındayım. Zira, Galatasaray formasıyla Şampiyonlar Ligi'nde vitrine çıkmadan "çok ucuza alınabilecek" bu kaleci için şimdi "el yakacak paralar isteniyor!." Hem kulübü, hem de kendisi!.. Özhan Canaydın yönetimi "bu konuyu nasıl çözer" bilemem!.. Bildiğim bir şey var; Asper, Beşiktaş'ta çok rahatsız ve "gitmek" istiyor!. Sebebi belli: Oynamak istiyor; ne var ki, Norveçli meslektaşı oldukça, siyah-beyazlı kalede "yedek beklemek" zorunda kalmaya devam edeceğini çok iyi biliyor!.. Galatasaray, "Mondragon'dan çok daha ucuza" Asper'i alabilir ve böylece "çok iyi" bir kaleciye kalesini emanet etmiş olur!. Bizden hatırlatması!.. Ayrıca, "Sergen çengeline de, bir cevap verilmiş olur!." Bilmem ki, "bu işe" Sinan Engin ne diyecektir? İtirazım var!.. Sevgili Kemal Belgin, Ergün Penbe için dünkü spor sayfamızda "enfes bir yazı" yazmış...Doğrusu, Galatasaray'ın bu "buz adamı", Belgin'in yazısındaki her kelimeyi hak eden bir futbolcu!.. Belgin "izin verirse" bu yazının "Ergün ile ilgili" bütün cümlelerine imzamı atarım.. "Ergün'ün ödüllendirilmesi" konusundaki teklifine de katılıyorum ama ödülün şekline itirazım var!. Erdoğan Arıpınar'ın "her yıl dağıttığı ödüller" o hale geldi ki ve bu ödüllerle ilgili öyle iddialar var ki, Ergün gibi sporculara verilecek ödül için "çok daha başka ve çok daha ağırlıklı olmalı" demek ve yazmak durumundayım!. Adeta "Arıpınar-play ödülleri" haline gelen ve ondan da öte "eş-dost kayırmacası haline dönüştüğüne dair" yoğun eleştirilerle karşılaşan bu organizasyon için, bunca iddiaya, bunca yıldır "tek kelime ile bile cevap verilemediğine göre", bilmem ki itirazımda haklı değil miyim?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.