İlk yarıdan aklımda kalan!..

A -
A +

Süper ligde "birkaç erteleme maçı" hariç, ilk yarı tamamlandı ve hatta "artı bir hafta" da oynandı!. En tepede "Beşiktaş var!.." "Üç büyükler içinde" o yeri "oynadığı ve oynatmadığı futbol" ile en çok hak eden o!.. Ama, "ligin en iyi, en keyifli, en göze hoş gelen futbolunu" onlar mı oynuyor? Hayır... İşte orada duralım ve "Gençlerbirliği ile onun hocasının hakkını teslim edelim!.." Çok kişi beni "Galatasaray Kulübü üyesi" sanır; hayır!.. Ben, "Ankara'da oturur ve orada gazetecilik, spor yazarlığı yaparken" hayatımda "ilk defa" bir spor kulübüne üye olmuştum; "Gençlerbirliği'ne!.." Çok kongresine katıldım; çok maçını seyrettim!.. Hâlâ "gönlümün takımıdır" ve mesela bu sezon için bana "hangi takımın şampiyon olmasını istersin" diye sorsalar, vereceğim cevap tektir; "Gençlerbirliği!.." Şimdi biliyorum, çok dost ve çok okuyucum diyecektir ki: "Öcal Uluç Galatasaray'dan ümidini kesti, Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın da şampiyon olmasını istemiyor, duaları Gençlerbirliği üzerine!.." Yooo!.. Böyle düşünenlere ve düşünmek isteyenlere söyleyecek lafım yok; isteyen istediği gibi düşünebilir!.. Ama... Sezar'ın hakkı Sezar'a... Süper Ligin ilk yarısında "taaa baştan beri" futbolun en iyisini oynamak isteyen, stratejisini "önce futbol oyna, sonra puanı düşün" üzerine kuran bir hoca ve bir takımla karşı karşıyayız!. Fatih Terim de "bu ilkeden taviz vermemek için" hatta Şampiyonlar Ligi'nden elenmeyi bile göze aldı ve elendi ama, ne yazık ki "Galatasaray'ı futbol olarak Gençlerbirliği ayarına getiremedi!." Galatasaray, puan cetvelinde Gençlerbirliği'nin üzerinde ama... Ya "oynadığı futbol olarak?" Ersun Yanal'ı "oradan oraya uçan" ve bu yüzden "etik bazı ilkeleri çiğneyen" bir teknik adam olarak çok eleştirdim ama, "takımlarına oynatmak istediği futbol" ve "saha çalışmaları konusunda" doğrusu nasıl alkışlayacağımı hâlâ bilemiyorum!. Keşke "onun gibi" 10 tane daha teknik direktörümüz olsa!.. Herkes "kör değneğini bellemiş" gibi, Lucescu ile Fatih Terim'i mukayese ediyor!. "Ayrı dünyaların" insanları... Ayrı "futbol felsefesinin" hocaları... Bunların "aynı terazide tartılmaları mümkün mü?" Terim ile Yanal'ı tartarsanız anlarım; "aynı dünyaların ve aynı futbol felsefesinin insanları!.." Onlar kim, Lucescu kim? Yarın Lucescu çekip gittiğinde, "futbol bakımından, futbol düşüncesi, futbol felsefesi, futbol teori ve pratiği bakımından" bize ne bırakmış olacak? Ersun Yanal öyle mi? Fatih Terim öyle mi? Şimdi "asıl" soruyu soruyorum: Eğer, Gençlerbirliği "bu sezon" üç büyükler gibi "hakem kararlarındaki eşitlik içinde" hiç kimsenin şüphe duymayacağı "bazıları daha eşittir" sözüne uygun bir şekilde "daha eşitlerden biri olabilseydi", acaba "ligin tepesinde şimdi hangi takım oturuyor olacaktı?" İşte Süper Lig'in ilk yarısından "aklımda kalan" en önemli olay bu!.. Bakalım "ikinci yarıdan" ne kalacak? Ortega gelecek mi? Fenerbahçeliler "Ortega'nın gelip gelmeyeceği" ile ilgili haberlere yoğun ilgi gösteriyor!. Her gün gazetelerde ve TV'lerde "değişik" haberler çıkıyor!. Konu adeta "papatya falına döndü!.." "... Dönecek... Dönmeyecek... Dönecek... Dönmeyecek..." Ben "Mutlaka dönecek, Lorant gittikten sonra, dönmemesi için engel kalmadı" diye düşünüyordum ki, beni şüpheye düşüren "bir iddia" ortaya atıldı; "Revivo Fenerbahçe'de kalıyor!." Hımmm!.. "İki cambaz bir ipte oynamaz!.." O yüzden Revivo gidiyordu!.. Şimdi, "kalacağı haberi doğru çıkarsa?.." Demek ki.... Haber yazmaya bakın!.. "...Falanca, kendisi hakkındaki filanca iddiayı yalanladı ama, etrafta bu iddianın doğru olduğuna dair söylentilerin dolaştığı söyleniyor!." Sıkı durun, anlı-şanlı spor basınımızda "bu şekilde yazılmış haberler" manşetlere konuyor!. "...Arkadaşının söylediğine göre, falanca böyle dediği için, filanca şöyle yapacak!.." Daha da sıkı durun; "ülkenin en büyük kulüplerinden birinin en ünlü futbolcularından biri için" haber "böyle yapılıyor" ve spor sayfalarına "büyük büyük başlıklar" ile konuyor!.. Kimse de "böyle haber yazan" arkadaşlarımıza şu soruları sormuyor: " Yalanlanan iddianın, 'söylendiği söyleniyor' diye doğru kabul edilip haber yapılması hangi gazetecilik ilkesinde yazıyor? Size gazeteciliği böyle mi öğrettiler? Öğrettilerse kim öğretti?" "Kardeşim bu gazete bunca masraf ediyor, böyle spor servisleri kuruyor. Bu futbolcuyu bulup konuşmak o kadar zor mu? Arkadaşına dayanarak haber yazmak da ne oluyor? Bu futbolcu yoksa Mars'a seyahate mi gitti, yer yarıldı yerin dibine mi girdi?" Dedik ya, ne hesap soran var, "böyle haberler sık sık yazılmaya ve sayfalarına konulmaya devam ettiğine göre" ne de "doğruyu öğreten" var!.. Aklıma bir başka ihtimal daha geliyor ama, tüylerim ürperdiği için "zorlukla" yazıyorum: "Yoksa özellikle böyle haberler mi isteniyor?" Seminerden... TSYD'nin geleneksel eğitim semineri, Antalya Topkapı Otel'de yapıldı. Spordan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in de açılışında bulunduğu ve bir konuşma yaptığı seminer, mesleğimize olan katkısı itibariyle faydalı ve sosyal dayanışma açısından çok renkli oldu. Onur Belge yönetiminin ilk seminerindeki hava "spor yazarları dayanışmasının sıcak bir çizgide ilerlediğini" de ortaya koydu! Gönlüm isterdi ki, TSYD'nin "yaşayan anıt adamları" yani kurucular ve eski genel başkanları da bu seminere davet edilmiş olsalardı ve gelselerdi!.. Onların seminerlere davet edilmeleri ve gelmeleri, gençlerle sohbet etmeleri, bizlere ışık tutmaları da bir gelenek haline gelmeli! Gençler, onları tanımalı, saymalı, sevmeli!.. Seminer ile ilgili olarak gelecek hafta içinde yazılar yazacağım. Özellikle "kimliğimiz ve yarınlarımız" oturumunun çok ilginç olduğunu söylemeliyim. Bu arada seminere gelen federasyon başkanlarına, Mehmet Yurdadön'e, Turgay Demirel'e ve Mümtaz Tahincioğlu'na bir spor yazarı olarak teşekkür ederim. Futbol Federasyonu Başkanı Halûk Ulusoy'a da "teessüflerimi" sunuyorum. Bu kaçıncı seminerimiz; hep "son dakika" mazereti ile gelmiyor!. Şenol Güneş'li, Can Çobanoğlu'lu, Aydın Örs'lü, Süreyya Ayhan'lı, Gündüz Tekin Onay'lı, Doğan Hakyemez'li, İskender Atakan'lı, Yücel Kop'lu, Haldun Şenmanlı konuk konuşmacı grubuna da teşekkür etmek, bir spor yazarı olarak görevim!. Tabii, derneğime ve yöneticilerimize de!. "Daha güzel ve temiz günler" için!. Ayhan üzerine düşünceler!.. Tam "yazmak için" Uluçmarket gününü bekliyordum ki, hafta içinde Ömer Ural "Akşam'daki sütununda" Cumartesi günü için pişirmek üzere olduğum aşa su kattı!.. "Ne düşünüyorsam", sanki "aramızda yoğun bir telepati hattı kurulmuş gibi", onları kaleme alıverdi ve "düşündüğüm" Ayhan'ı futbol kamuoyuna takdim ediverdi!. Öncelikle sevgili Ömer Ural ile "bu konuda aynı düşündüğüm için" mutlu olduğumu ifade etmeliyim!. Sonra da "onun beni atlatmasından" mutluluk duyduğumu da!.. "Gençlerin içinde" teslim ettiğimiz bayrağın hakkını verenlerin olduğunu görmek, "giderek yozlaştırılan futbol yorumculuğu" konusundaki üzüntülerimizi hafifletiyor!. Nereden nereye geldim, diyecektim ki: "Terim keşke Hagi'nin 10 numarasını Felipe yerine Ayhan'a verse idi!.." Kim bilir belki de bir çok Galatasaraylı, hocasından "o motivasyonu ve güveni almış" bir Ayhan'ın "bugün gelmiş olacağı" noktayı çok daha iyi görecek ve hatta "Sergen'in Beşiktaş'a dönmesinden dolayı duydukları üzüntü" sona erecekti!. Bilmiyorum TV'ler ve gazeteler "haftanın golü" diye hangi golü seçtiler!.. Ben "son yıllarda" Ayhan'ın, Samsunspor'a attığı gol kadar "yetenek, hüner, sürati intikal, çabukluk ve teknik isteyen", bunların hepsini "2-3 saniye içinde 3-4 ayak hareketinde birleştiren" bir golü ve golcüyü çok az gördüm!. Böyle bir golü "Sergen ya da Hagi ya da Ortega atsaydı" yer yerinde oynardı; çok kişinin Ayhan'ın gol attığından bile haberi olmadı!.. Aslında Ayhan, "gol atmadığı maçlarda" da, "futbol olarak" takıma çok şeyler verdi, vermeye çalıştı!. Felipe'ye tanınan şans ona tanınsaydı, Ayhan bugün çok başka yerlerde olurdu ve Galatasaray'ı da "o yerlere sürüklerdi!." Terim, ikinci yarıya Ayhan'ı hazırlamalı ve "ona güvenerek", başka yerlerde "10 numara aramamalıdır!." Ceyhun'u kaybeden Terim, Ayhan'ı kaybetmemelidir!. Hele gazetelerin yazdıkları gibi "Revivo düşünülüyorsa", açıkça ifade etmeliyim ki; "Ayhan'a iyice yazık ediliyor" demektir!.. Durmadan yazıp geliyoruz; "Galatasaray'ın bir orta saha beynine ihtiyacı var" diye!.. İşte "bu beyin" Ayhan'dır!.. Ama, Terim şans verirse, güvenirse ve ısrar ederse!.. Soru şu; Terim şans verir mi, güvenir mi, ısrar eder mi? Biz aylardan beri, Terim'e bağlı "bu" soruya "evet" diyemediğimiz içindir ki; durmadan "orta sahaya bir beyin şart, alınmalı" diyoruz!. Sevgili Ömer Ural'ın beni atlattığı ama birkaç gün sonra "buluştuğumuz" Ayhan portresi işte buydu!. Bilmem ki Terim Ayhan için ne düşünecek? Galatasaray'a yakışmıyor!.. Haberi bir gazetede okudum; "Mehmet Cansun yönetiminde asbaşkan olarak görev yapmış olan Yiğit Şardan, başkan Özhan Canaydın'ı eleştirdiği için Disiplin Kurulu'na verilmiş ve ceza almış!." Galatasaray gibi "çağdaş olduğunu, batılı olduğunu" iddia eden bir kulüpte, "eleştiri yapmak bile yasak hale getiriliyorsa", vah benim sporuma!.. Gerçi, Faruk Süren - Mehmet Cansun yönetimleri zamanında da, "gerçekleri ortaya koyan, yerinde ve haklı uyarılar yapan" insanlar da "Disiplin Kurullarına, hatta mahkemelere veriliyordu" ama, "onların öyle yapmaları", hiçbir zaman "Canaydın yönetiminin eleştirenleri Disiplin Kurulu'na göndermesinin haklı olduğunu göstermez!." Eleştiri olmazsa, yanlışlar, eksikler nasıl ortaya çıkacak, doğrular nasıl bulunacak? Fenerbahçe'de "Parayı ben veriyorum, beni eleştiremezler, eleştirirlerse de haklarından gelirim" düşüncesinde olan "bazı" başkanları görmüş, Galatasaray'da da bazı başkanların "aynı yola girmelerine" üzülmüştük!. Demek ki, bu kötü uygulama "alışkanlık haline geliyor!." Ve Canaydın yönetimi de bu alışkanlığa kendini kaptırıyor!. Buraya kadar tamam... Bundan sonrası da var!.. Yiğit Şardan, "bu açıklamaları sırasında" kahkahalarla güldüğümüz başka "iddialı" laflar da ediyor!. Özetle "Bugün de Fatih Terim var, ama başarılı olamıyor... Demek ki o günkü başarıların sahibi Terim değil, Faruk Süren imiş" demeye getiriyor!.. Ve de, Canaydın yönetiminin "ne stad işinde, ne idari ve mali, ne de sportif konularda başarılı olduğunu" iddia ediyor!. Anlaşılıyor ki Yiğit Şardan "hafıza-i beşer nisyan ile malûldür" sözüne çok inanmış!.. "Süren'i savunanların", stat işi için kimseye ama hiç kimseye "tek söz etmesi" mümkün değildir!. "Stat olayı", hele hele "TGS skandallarının da işe karıştığı düşünülürse", bir Galatasaray yönetimi için yüz karasıdır!. Süren döneminde "sportif başarıdan söz etmek için" açıkça ifade edeyim ki "sporun ne olduğunu hiç ama hiç bilmemek" gerekir!. "Sadece futbol" derseniz ve de "futbolda başarı için kulübün içine düşürüldüğü büyük mali batağı, AIG kandırmacalarını, off-shore bankaların kucağına düşülmesini, kara paranın aklandığı Cayman Adaları'na kadar uzanan" iddiaları saymazsanız, evet "bir başarıdan söz etmek mümkündür"; ama işte o kadar!. "O başarıyı", hiç kimse şüphe etmesin ki "çok büyük" hale getiren ise Fatih Terim'dir ve onun talebeleridir; kimse sahiplenmeye çalışmasın!.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.