Nerede ise "50 yıldır" yazıyorum!. Spor yazıyorum, siyaset yazıyorum, sanat yazıyorum, hatta son yıllarda "ekonomi ağırlıklı" Gözlem Gazetesi'nin yayın ve icra kurullarında bulunmaktan dolayı, bu kurullarda üye olan çok değerli "ekonomi uzmanlarının, akademisyen ve teknisyenlerinin tedrisinden geçe geçe" ekonomi bile yazıyorum!.. Ne var ki; "yazamadığım bir şey" var: kitap!.. Bir çok gazeteci meslektaşımın, dostumun,arkadaşımın, başta da mesela sevgili kardeşim Hıncal Uluç'un, sevgili müdürüm Sadık Söztutan'ın "art arda yazdığı kitapları" gördükçe, okudukça, doğruya doğru "hiç bir konuda kıskanç olmadığım halde", sadece ve sadece "bu konuda" onlar adına "tatlı", kendim adına "acı" bir kıskançlık duyuyorum!.. Vaktim mi yok; var!.. Tembel miyim; hayır!.. Kitap yazacak konum ya da kabiliyetim mi yok; var!.. Ama, o kadar niyet etmeme ve istememe rağmen; olmadı, olmuyor!.. Neden??? Onu da bilmiyorum!.. Halbuki "yazacak o kadar çok şeyim var" ki!.. Sporuyla, siyasetiyle, sanatıyla!.. Anadolu'nun dört bir yanında geçen bir hayat ve "Türkiye'nin üç büyük kentinde" yaşanan bir meslek!.. Yazacak bir şeyim olmaz mı? Mesela, 27 Mayıs İhtilalcilerinin, Alpaslan Türkeş'lerin gazetesi, Altan Öymen'lerin, Oktay Ekşi'lerin, Aydın Yalçın'ların, Oktay Kurtböke'lerin, Fakir Baykurt'ların, Mahmut Makal'ların, Örsan Öymen'lerin, Mustafa Ekmekçi'lerin, Aziz Nesin'lerin, Mete Akyol'ların, biz Uluç kardeşlerin ve daha nicelerinin çalıştığı, yazdığı "Öncü Gazetesi'nin hikayesini" yazsam?.. Mesela, şimdi "benzerleri çıkarılmaya çalışılan, ama hiç bir zaman benzetilemeyecek olan" bir gazetenin, "üç büyük kentte görev yapan tek üst düzey yöneticisi olduğum" ve 21 yılımın geçtiği bir imparatorluğun "yükseliş, duraklama ve yıkılış hikayesini" yani Tercüman' ı yazsam?.. Nerede ise içinde 50 yılımı geçirdiğim bir camiadan, Türk Sporu'ndan "portreleri", Orhan Şeref'lerden, Ülvi Yenal'lardan, Hasan Polat'lardan, Jerfi Fıratlı'lardan, İsmet Sezgin'lerden, Avni Akyol'lardan, Orhan Bilgin'lerden, Osman Solakoğlu'lardan, Faik Gökay'lardan, Yalçın Granit'lerden, Metin Oktay'lardan, Cahit Önel'le#den, Ekrem Koçak'lardan, Muharrem Dalkılıç'lardan, Yaşar Doğu'lardan, Celal Atik'le#den bugünkülere kadar yazsam?.. Nedense, olmuyor bir türlü!.. Geriye kalıyor, tek sebep: İlham!.. Galiba "onu bekliyorum!." Belki bir gün gelir ve "mutlaka" gelmeli!.. Bütün bunları neden yazıp geldim? Önümde "iki kitap" duruyor!.. Değerli iki meslektaşımın ve sevgili iki dostumun yazdığı iki kitap!.. Erdoğan Sungur'un; "İzmir Spor Tarihi"... Okan Yüksel'in; "İzmir Sporunda İz Bırakanlar"... İkisi birlikte "her spor adamının kitaplığında bulunması gereken" birer başucu eseri!.. Yılların emeği, araştırması var, kitaplarda... Belgeler var... Spor tarihimize tanıklık eden kişiler var!.. İki kitap birbirini tamamlıyor ve "1.5 asırlık" İzmir sporunun "dününü ve bugününü" evimize getiriyor!. Kendilerini kutluyorum!.. Bu arada, "bu iki kitabın basılmasına öncülük eden" İzmir Valisi Alaaddin Yüksel ile İzmir Özel İdare Müdürlüğü yetkililerine de, bir spor yazarı olarak teşekkürlerimi iletiyorum!. Bütün valilere ve Özel İdarelere örnek olmalı!.. Kendi kalesine gol atmak!.. "Birileri", Fenerbahçe'nin "Aziz" Başkanı'nı yanıltmak, ona yanlış adımlar attırmak için söz ve el birliği etmişler galiba!.. Ona dediler ki; "Başkan bu İsrail ile olan iş ilişkilerine Revivo'yu bulaştırdılar, bu durum ağızlarda ciklet olacak, takımda Ortega da var, zaten Revivo küskün, çalışmıyor, oynamıyor; bunu kapının önüne koyalım!.." Ve, "transfer ayında satılsa", Fenerbahçe'nin kasasına en az "5-6 milyon dolar" koyacak olan bu oyuncu, "3-5 yüz bin dolar için" kapının önüne konuyor!.. İş bu kadarla da kalsa iyi!.. Gene "birileri" ona diyorlar ki; "Revivo'yu kapının önüne koyalım ama, ona bonservis verirken 'Galatasaray'da oynama yasağı' da koyalım. Zira gider Galatasaray'a, iyi oynar, bizi yakar!.." Ve "Aziz" Başkan talimat veriyor; "Bonsevisi verirken yasağı koyalım!.." İşte tam burada "Fenerbahçe'nin, Galatasaray önünde kendi kalesine attığı golün hikayesi" başlıyor!.. "Kaş yapalım" derken, "göz çıkıyor" ve yanlış hesap Bağdat'tan dönünce, Fenerbahçe'nin "Galatasaray'a gidemez" dediği Revivo, sonunda Galatasaray'a geliyor!.. Fenerbahçe işin başında yanlış yapmasa, "böyle bir yasaklama koymaya kalkmasa", böyle bir gol olabilir miydi? Revivo, Galatasaray'a "herhangi bir futbolcunun geldiği gibi" gelir; ortada bir inatlaşma ve de "gol" olmazdı!.. Acaba, Fenerbahçe'nin "kendi kalesine attığı" bu gole, yenileri eklenir mi? Yani; Revivo Galatasaray'da "iyi oynar" mı, "başarılı" olabilir mi? İyi oynamaması, başarılı olamaması için "tek" sebep var, buna karşılık iyi oynaması ve başarılı olması için "onlarca" sebep!. Elbette Revivo bir "Hagi" değil!.. Ama, "orta saha beyni" ve "lider oyuncu" olduğu ortada!.. Galatasaray'ın "en büyük eksiği!.." Ne var ki; Terim'in ve bizzat kendisinin "Galatasaray'a yararlı olma çabaları" yetmeyecek!.. Revivo'nun da, Lukunku'nun da, hatta "yeni" Suat'ın da, gelirlerse Xaiver'in de Lalatoviç'in de "başarılı olup olmayacakları" Arif'le#den, Hasan'lardan, Hakan Ünsal'lardan, "eski" Suat'lardan, Bülent'le#den sorulacak!.. Yıllardır "bu gruplar" kimleri övüttü; "yeni gelenleri mi övütemeyecek?" "Övütme" yinelenirse, bu defa "kendi kalesine gol atan" Galatasaray olacak!.. Rekabet büyük; Galatasaray, Fenerbahçe'den geri kalır mı? En akıllı iş!.. Galatasaray yönetimi ve Fatih Terim "çok akıllı bir iş yapıyor"; belki de farkında olmadan!.. "Gelecek yılların takımını", ocak ayı transferinde, yani "ara transferde kuruyor!.." Herkesin "piyasada cirit attığı bir transfer ayı" yerine, "ara transferi kullanmak", takımlarında oynayamayan ve "kulüplerin gözden çıkardığı", hatta "gitsin de kaça olursa olsun" dediği bir zamanda "oyuncu seçmek" ve kadro yenilemek gerçekten akıllı bir adım!.. Siz bakmayın, "Bu ayda ortada iyi oyuncu olur mu? Piyasada oynatılmayan, forma giyemeyen, yedek kulübesinde küf tutmuş oyuncular var. Takımlarına yararlı olamayanlar, bize yararlı olur mu?" sözlerine ve düşüncesine!.. Ararsan, seçersen, "öyle oyuncuları, öyle fiyatlara alırsın" ki herkesin ağzı açık kalır, işte örnek; Galatasaray'ın aldıkları!.. "Büyük paralar ödenen" ana transferde alınanları gördük, şimdi "nohut çekirdek parasına" ara transferde alınanları da göreceğiz; yaşlısıyla, genciyle, ünlüsüyle, ünsüzüyle!.. Üstelik Galatasaray "büyük oranda" gelecek yılın kadrosunu, hem de "bu yıldan oturtarak" kurmuş olacak!.. "Ana transfere", bir bilemediniz iki oyuncu kalacak; işte o kadar!.. Maya tutarsa, ki tutması için Terim'e büyük iş düşüyor, Galatasaray, büyük rakiplerinden "transfer konusunda" çok öne geçmiş olacak!. Beşiktaş "iç transferle uğraşırken", Fenerbahçe "Rebrov hezimetini" yaşarken, Galatasaray işi nerede ise bitirdi!. Bakalım Kemal ve Volkan rekabeti ne olacak? Fenerbahçe, bu ikilinden birini, hatta ikisini de almak zorunda; yönetim başka türlü taraftarı susturamaz!.. 25 bin dolara talim etmek!.. Müthiş!.. Erman Toroğlu Hoca'mı kutluyorum!.. Türkiye'nin "çarpık işleyen düzeninde", yıllardan beri ramp ışıklarına çıkarılmayan, üstü devamlı örtülen bir gerçeğine, belki de "farkında olmayarak" "açık açık parmak bastığı" için!.. Devlete olan "yüzlerce trilyonluk vergi borçlarını", nohut çekirdek parasına indiren kulüplerimizde işleyen, işletilen ve işletilecek olan "çarpık düzeni" ortaya koyduğu için!.. Milli Takım Teknik Direktörü Şenol Güneş'i "ağır şekilde eleştirirken" yazdığı ve belki de "Şenol Güneş'ten öteye, nerelere kadar varabileceğinin farkında bile olmadığı" yazısında Erman Hocam şöyle diyor: "Şenol Güneş, 'Ben çok iyi teknik direktörüm. Bu sonucu ben hazırladım' havasında. Ben de ona diyorum ki, 'Sevgili Güneş, madem sen üçüncü olan takımın teknik direktörüsün, niye sana cazip bir teklif gelmiyor? Niye hâlâ aynı takımın başında 25 bin dolara (O da Dijitürk'ün kur ayarlaması ile yarı yarıya maaşa) talim ediyorsun? Senin milli takımdan aldığın parayı Türkiye Birinci Ligi'ndeki bir çok antrenör, ikiye üçe katlayarak kazanıyor.' Mircea Lucescu, Fatih Terim, Mustafa Denizli'yi buna dahil etmiyorum. Çünkü onlar milyon dolarlar alıyor." "Ayda 25 bin dolara talim etmek????" Asgari ücretin "200 milyon lirayı bulmadığı" bir ülkedeki "çarpık düzeni" bundan iyi anlatan bir "cümlecik" olabilir mi? Şimdi geliyorum, işin "can alıcı" noktasına: İşte Erman Hocam "açık açık yazmış!.." Teknik adamların "ayda ne kadar aldıklarını!.." Şenol Güneş'e de demek istiyor ki; "Sen fazla şişinme... Büyük antrenör değilsin... Sıradan bir teknik adamsın... 25 bin dolara talim etmen bunu gösteriyor!.. Senden çok iyileri var... Senden kat kat fazla alıyorlar, hele bazıları var ki, milyon dolarlar alıyor!.." Peki... "Nerede bu alınan, verilen" paraların, hem de "yüzbinlerce, milyonlarca dolarların" resmi kayıtları? Acaba "kulüplerin resmi defterlerinde" ne yazıyor? "Muhasebe kayıtları" ne gösteriyor? Ne kadar vergi veriyorlar? Bir bilen varsa, çıksın söylesin? Özellikle de benim anlı şanlı Federasyonum ve "gözetim, denetim göreviyle yükümlü" Spor'dan Sorumlu bakanlığım!.. Ayıbın da ötesinde!.. Son günlerde "kaza yapan" ya da "arızalanan" uçaklar sebebiyle "hava yolculuğuna karşı" hassasiyet arttı!. Kimse şüphe etmesin ki, "en güvenilir yolculuk" havada yapılandır ve "THY da, Dünya'nın en güvenilir havacılık şirketlerinden" biridir!. İşin bu tarafı ayrı.. Benim üzerinde duracağım; "spor medyamızın, ondan da öte medyamızın tutumu!.." Medyanın daha işin en başında, "bilir kişi araştırmaları bitmeden" ve kara kutular bile çözülmeden "yaptığı" yargısız infazlar!.. Ve de... "Uçak içindeki yolculara karşı uyguladıkları" çifte standart!.. Son "arıza" olayı, bu çifte standardı çok iyi ortaya koyuyor!. Hangi gazeteyi açsanız, hangi TV'nin düğmesine bassanız, karşınıza "korku içindeki" Fenerbahçeli futbolcular çıkıyor ve "sanki uçakta sadece onlar varmış" gibi bir hisse kapılıyorsunuz!. Halbuki "aynı uçakta" Malatyaspor kafilesi de var!. Malatyaspor da Süper Lig'in bir takımı!.. İçinde "ünlü futbolcular" da var!.. Uçakta "Fazıl Say gibi" Dünyaca ünlü bir sanatçımız da var!.. Ve... Uçakta onca gazeteci, kameraman, spor yazarı da bulunuyor!. Bir tanesi de Fazıl Say'a, Malatyasporlu futbolculara ve teknik adamlara "nasılsınız, neler hissettiniz" diye sormaz mı? Bu nasıl iştir ve bu nasıl gazeteciliktir? Ve de hatta daha ötesi "bu nasıl bir insanlık anlayışıdır?" "Üç büyükler, medyamızı tapulamışlar" diye söyledikçe, yazdıkça bize kızıyorlar!.. Medyamızın yaptığı "tapulanmaktan da öte!.." Tövbe estağfurullah; "tapmak gibi" bir şey!.. Yazıklar olsun!..