Türkçe'de "anlamlı ve güzel" bir söz vardır: "Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?" Mehmet Cansun'un "önce yalanlayıp", sonra Fatih Terim doğrulayınca bu defa 180 derece çark edip "Evet" dediği Cansun - Terim görüşmesi "durup dururken" neden yapıldı? "Biz eski ve çok yakın dostuz! Aile dostuyuz. Uzun zamandır görüşmedik! Oturup konuşmamızdan normal ne olabilir?" şeklinde izah edilen görüşmeyi, Cansun "neden" saklamak ihtiyacı duydu? Sevgili kardeşim Hıncal Uluç "olayı ve arkasındaki gri fonda seçilebilien ve sezilebilenleri yazmasa idi", neden bu görüşme gizli kalacaktı? Terim'le "en mutlu günlerinde" görüşmekten kaçan, "onu, kazandığı büyük başarılarının meyvalarının afiyetle yenildiği günlerde bile aramayan, o günlere, o maçlara davet etmeyen" bir "eski aile dostu", nasıl olmuştu da "birdenbire" eski dostunu ve onun dostluğunu hatırlayıvermişti? Elbette ki, "bir gazeteci", yukarıdaki gibi bir tablodan ve yukardaki gibi sorulardan, hatta "bu konuda sorabileceği belki de başka 10'dan fazla sorudan" hareketle, şu noktada kilitlenecektir; tabii eğer "gerçek" bir gazeteci ise: "Neden?... Ve neden şimdi?.." İşte burada duralım!.. Tahmin bir: "Gerçekten Mehmet Cansun'un "birdenbire" yüreği sızlamıştır. "Terim'in en başarılı günlerinde takımın başında kalması için bile aramadığı", UEFA Kupası'nı aldıkları günden beri "dönüp yüzüne bile bakmadığı" eski dostunu, aile dostunu herhalde "gece rüyasında gördükten sonra" yanlış yaptığını anlayıp, böyle bir görüşmeyi yapma ihtiyacını duymuştur! Yani, hidayete ermiştir!. Olabilir!. Amma... "Çok az bir ihtimal!." Belki de, yüzde bir!. Tahmin iki: Cansun, "Galatasaray gemisinin Faruk Süren'le yürümeyeceğini" anladı. Gönlünde yatan "başkanlık ateşinin alevlenmesini önleyemedi" ve "tam zamanıdır" diyerek harekete geçti! Bunun için de "yanına, kendisine başkanlığı getirecek ve seçimi kazandıracak" kişiyi çekmenin ilk adımını attı! Zemin yokladı! Terim, yıllar yılı Süren - Cansun ikilisine "seçim üstüne seçim, kongre üstüne kongre kazandırmıştı!" "Cansun'un yanında sahneye çıkarsa", Cansun seçimi uzak ara kazanırdı! Bir zamanlar, "asbaşkan" Faruk Süren'in, "başkan" Alp Yalman'a oynadığı oyunun "bir benzeri", acaba bugünlerde "asbaşkan" Cansun tarafından "başkan" Süren'e mi oynanmak isteniyordu? Tahmin üç: Faruk Süren - Mehmet Cansun ikilisi, "gelinen noktadan sonra" Galatasaray'da iktidarda kalmalarının mümkün olamayacağını anlamışlardı! Para yoktu, kredi bitmişti... Borç gırtlağı aşmış, takım dağılmıştı! Kulübün kapısına her gün alacaklılar, tahsildarlar, icra ve haciz memurları dayanıyordu! Sigorta primlerinin ve vergilerinin bile yatırılması imkânzsız hale gelmişti! Hakan - Okan - Emre'nin transfer skandalları, bu üç oyuncudan 50 milyon dolar beklenirken ve "öyle ilân edilmişken" 8 milyon dolar bile alınamaması "Galatasaray'da muhalefeti ayağa kaldırmıştı!" Muhalefetin ağır topları "Bu yönetim işbaşında kalırsa, Galatasaray tamamen batar" diyerek, harekete geçmeye ve "yeni bir yönetim kurmaya" karar vermişlerdi! "Böylesine ciddi bir girişimin önünde durma imkânları yoktu"; onun için "geleceği garanti altına almaya" karar verdiler! "Süren çekilecek", Cansun devam edecekti! Cansun'un devam edebilmesi ve seçimi kazanabilmesi ise "Terim'in onlarla beraber olmasına bağlıydı!" Terim Süren'le, Süren Terim'le beraber olamayacaklarını defalarca deklare etmişlerdi! "Süren çekilirse", Terim, Cansun'la beraber çalışabilir miydi? Galatasaray'a geri dönebilir miydi? Cansun, Terim'le görüşerek "bu konuda zemin yoklaması yaptı!" Süren'in "kendi isteğiyle çekilmesi" ve Cansun'un devam etmesi organizasyonunun sebebi ne olabilirdi? "İktidarı muhalefet alırsa", Süren - Cansun ikilisinin "başı çok ağrıyabilirdi!" Stad proje olayı... TGS'nin kredi olayı... AIG olayı... Gelen milyonlarca ve milyonlarca dolarlar... Gidenin nereye gittiğinin hesaplaşması... Off - shore bankalar... Büyük faiz ödemeleri... Şirketler üzerinden girdi çıktılar... Galatasaray'a kaybettirilen büyük maddi ve manevi değerler... Hacizler... İcralar... İşte bütün bunların ortaya dökülmesi ve hesabının sorulması ihtimaline karşı, "geleceği garanti altına almak üzere", Süren'in çekilip, Cansun'un Süren ekibiyle iktidarda kalması üzerinde "Başkan ve Asbaşkan anlaşmış" olabilirlerdi! Bütün problem "Terim'in Galatasaray'a dönmesinin sağlanmasında" düğümleniyordu! Milan, "ligi, Şampiyonlar Ligi'ne katılacak bir yerde bitirir" ve Berlusconi "Maldini ile devam etmeye karar verip, Terim Milan'ın kapısından dönerse", bu problem de ortadan kalkmış olmaz mıydı? "Üç numaralı tahmini" güçlendiren gelişmelerden biri de Divan Kurulu Başkanı Duygun Yarsuvat'ın girişimiydi! Bugüne kadar "Süren ve ekibinin koruyucu meleği gibi davranan" sayın Yarsuvat, "birdenbire" iktidarı ile muhalefeti ile "camianın duayenlerini bir araya getirme ihtiyacını" acaba neden duymuştu? Şimdiye kadar aklına getirmediği, atmadığı adımı neden "şimdi" atıyordu? "Süren iktidarının kağıttan bir kaplan gibi bir fiskede yerle bir olacağının ortaya çıkmaya başladığı bugünlere kadar", Divan Başkanı nerede idi? "Kulübün bugünlere geleceğini" belgeleriyle, delilleriyle, tahminleriyle, düşünceleriyle ortaya koyan, koymaya çalışan kişiler, Divan Kurulları'nda yerden yere vurulur, onlara hakaret edilmeye çalışılırken ne yapmıştı? İkaz ve uyarı görevini yapan "bizim gibi gazetecilere karşı" tutum neydi? İşte, "böyle bir tutum ve durumdan", bugünkü adıma geçmesi, Duygun Yarsuvat'ın da "telaş içine düştüğünü" göstermiyor muydu? "Üç nolu tahmini güçlendiren" bir başka gelişme de, medyadaki Sürenofillerin, "Süren Muhibleri Derneği'nin gönüllü üyelerinin" birdenbire "birlik - beraberlik şarkıları" söylemeye başlamalarıydı! Muhalefeti "ellerini ceplerine atmaya ve iktidara payanda olmaya" çağırmalarıydı! Herhalde "onlar bile", bu iktidarın "para ve kredi olarak bittiğini nihayet anlamışlardı! "Taze para ve yeni kaynak" muhalefetten gelebilirdi! Peki ama, "kim çar çur edilmesi için" bugünkü iktidara çıkarıp da para verirdi? Buna imkân var mıydı? Tahmin dört: Galatasaray'da fırtına yaklaşıyor! Fırtına geçtikten sonra kimler ayakta kalacak, kimler silinip gidecek göreceğiz! Menecer Cüneyt Tanman'ın istifasına ve "söylediklerine" dikkat ediniz! Bu iktidarın ne hale geldiğini çok iyi anlatıyor! Bekleyelim; çoğu gitti azı kaldı! Akıllı adam!. Aziz Yıldırım Fenerbahçe Kulübü Başkanlığı'nı bırakmayı düşünüyormuş!. Doğrusu ya, "aklını ve mantığını kullanan" bir kişinin vereceği karar bu olmalı!. Hele Türkiye'de kulüpçülük yapıyorsanız. Stadı yaptı!. Yatırımları tamamladı!. Takımı yıllardan beri özlenen şampiyonluğa ulaştırdı!. Daha ne olacak? Bunca sıkıntıdan, bunca stresten sonra, yeniden "aynı stresli ve sıkıntılı yolculuğa çıkmak" kolay mı? Tarihe "söylediklerini yapan başkan" diye geçtikten sonra, yeni sezonda "muhtemel bir başarısızlık üzerine" trübünlerden yükselen "istifa çığlıklarını duymaya değer mi?" Doğrusu enteresan bir tablo; bakalım Yıldırım'ın son kararı ne olacak? Ve de "tabii" Mustafa Denizli'nin! Şampiyonlar Ligi'nde iyice yükselen çıtayı "aşmak", hem zor, hem de beraberinde büyük riskler getiren bir hedef! Bu yükün altına girmek kolay mı? Hodri meydan!. Hepsi kaç para? Güreş Federasyonu Başkanı Osman Şansal demiş ki; "Devletin hiç bir fonundan para almadım!" Kıyamet kopuyor! Spor Genel Müdürü Kemal Mutlu'da bir telaş... Bir telaş... Başkan'a mektuplar yazıyor, sorular soruyor... "İlgilenen spor yazarlarını" Başkan'ın üzerine itecek açıklamalar yapıyor! Sebep açık!. Zira, "Güreş Federasyonu Başkanı" doğru söylüyor! Türk sporunda, "para sadece futbol, o da profesyonel futbol, hadi daha açıkçasını söyleyelim ticari futbol için vardır!" Gerisi lâf - ı güzaf!. Bakın bakalım, "diğer spor branşlarında" federasyonlara Devlet Bütçesi'nden ayrılan para ne kadardır? "Daha sonra da tasarruf genelgeleriyle budandığı için" fiilen verilen para ne kadardır? Vurun bu parayı "Dünya'da geçerli olan dolara, marka", karşınıza çıkan para ne kadardır? Bölün bu parayı "o branştaki sporcu sayısına" kişi başına "kaç cent düşer?" Neymiş, "Güreş Federasyonu Başkanı bu sözü nasıl edermiş?" Ondan da öte, "Nerede ise nohut - çekirdek parasına iş yapmaya çalışan" federasyonların "işi idare edebilmek için kurdukları fon gibi vakıf gibi kuruluşlarla yaptıkları para alış - verişlerinden dolayı başlarına neler geldiğini" de örnekleriyle görmedik mi? Neredeydi, anlı şanlı spor genel müdürümüz o zamanlar? Sahi, "çok uzun süredir" Ankara'dan ayrı "spor yazarlığı yapıyorum"; unutmuşum: "Şu bizim spor teşkilatımız ne iş yapar?" Yaptığı "iki işi", gazetelerde okuduğum için biliyorum: Bir; "Spor Bakanı'na Futbol Federasyonu ile savaşlarında" her türlü desteği verir; tıpkı Spor Toto Teşkilatı gibi!. İki; "Milletin parası ile yapılmış stadları, büyük kulüplere peşkeş çeker!" Hem de diğer kulüplerin, spor yapan onbinlerce gencin, hatta "futbolu yöneten hakemlerin bile haklarını" korumadan! Sonra?... Arada bir de "Olimpiyat gibi" büyük organizasyonlar sırasında "Spor teşkilatının olduğunu hatırlarız!." Sonra... Sonra... İşte bir de "böyle doğru söyleyenleri dokuz köyden kovmak için" pür telaş harekete geçince... Ne demiş sayın Genel Müdür, Federasyon Başkanı'na: "Cebinden ne harcadınsa, belgelendir, bana gönder!." Vay... Vay... Vay... Spor Teşkilatı dediğin işte böyle olmalı! Hangi Federasyon Başkanı'nın haddi olmalı, "doğruları söylemek?" Peki ama, sayın Genel Müdür, Güreş Federasyonu Başkanı'nı makamına davet etse "Ne oldu? Neden böyle konuştun? Bir sıkıntın mı var?" dese ve "kırılan kol yen içinde kalsa", medyaya "sansasyon malzemesi hazırlanmasa" daha iyi olmaz mıydı? Yoksa, sayın Genel Müdür, "Mesut Yılmaz - Savcı Talat Şalk atışmasına mı özendi?" Sorular... Sorular!.. Futbol Federasyonu, "gelişen olayların hak verdirdiği" çirkin iddialardan ve "şaibeden" kurtulmak istiyorsa, "öncelikle" şu sorunun cevabını vermelidir: "Neden geçen hafta TRT'ye dönerli maç naklen yayın izni verilmemiş ve Diyarbakırspor - Altay maçı gözlerden kaçırılmıştır da, bu hafta dönerli naklen yayın uygulanmaya konmuştur?" Bu "dönmeli" kararının sebebi nedir? Bülent Yavuz "neden böyle kritik maçlara" yıllar boyu kendisine "Emret komutanım" diyen hakemleri tayin eder? Ve neden, "bir hafta sonra mükâfat gibi" ya da "başka sebeplerden", bu defa "başka" bir kritik maça "asker kökenli aynı hakemi" yollar? Erman Toroğlu Hoca'nın "bu konudaki yazısını" tüylerim diken diken okudum! Biliyorum ki, "ne söylenirse söylensin, ne yazılırsa yazılsın" bu tip soruların cevapları hiç verilmedi, gene de verilmeyecek? Bence, "Futbol Kanunu'nda" şöyle bir madde olmalı: "Merkez Hakem Komitesi Başkanlığı'na bir asker kökenli spor adamı seçildiğinde ya da getirildiğinde, o görevde kaldığı sürece asker kökenli hakemlerin maç yönetmeleri yasaklanmıştır! Asker kökenli gözlemcilere de görev verilemez!" Gülüyorsunuz değil mi? Eeee, biz her zaman "acınacak halimize gülmez miyiz?" Doğru karar!.. Futbol Federasyonu "Transfer piyasasında anormal rakamlara yükselen yerli oyuncu pazarını normal sınırlarına çekebilecek" bir kararı geç de olsa aldı! Kulüpler kadrolarında "sekiz yabancı futbolcu bulundurabilecekler!" Bu 8 yabancının 6'sı maç kadrosuna alınabilecek, ancak sahada "Mustafa Denizli gibi unutkanlık yapılmazsa" sadece 5 yabancı bulunabilecek! "Yerli oyuncu bulmada" ve "dar olan kadrolarını, ucuz fiatlarla yabancı futbolcu alarak takviye etmede" sıkıntıları olan Anadolu Kulüpleri'ni "özellikle rahatlatan" bir karar bu! Daha da önemlisi "Büyük kulüpler tarafından kapılan oyuncuların yerlerinin doldurulmasında" Anadolu Kulüpleri'nin yolunu açan bir karar!. Ordan burdan gelen seslere, itirazlara kulak verilmeden yürürlüğe konan bu karar için Fedarasyonu kutlamak gerek! Galatasaray'ın "bir yıl geçti" hâlâ Denizlispor'a Bülent'in parasını ödeyemediğini görenlerin, futbol piyasamızdaki "çarpık transfer politikasının ve çılgın transfer ücretlerinin düzeltilmesinde" atılan bu adımı "desteklemeleri" normaldir! Talep fazla, arz az ise, elbette ki "fiatlar anormal artabilir", nitekim artmaktadır! "Yabancı oyuncu izni" bunu önleyecektir! Kulüpler batakta, hâlâ görmeyenler var!