Futbol Milli Takımımızın, 2006 Dünya Kupası yolculuğu bugün "Trabzon'da" Gürcistan maçı ile başlıyor!. "İklim, tanışıklık ve rahat oynama" bakımından, "Gürcistan" için, "onlara sorulsa, seçecekleri ilk şehirdi", Trabzon!. "Kim bu maçı orada oynatmaya karar verdi" ise, "Türklerin ne kadar konuksever olduğunu göstermek istemiştir" herhalde!.. Ne var ki, "Dünya Kupası yolculuğuna Trabzon'dan başlamanın" bir başka anlamı daha var ki; o da unutulmamalı!.. "Eski" Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy da, "eski" teknik direktör Şenol Güneş de Trabzonlu!.. Herhalde "yeni federasyon ve yeni teknik direktör", 2006 Dünya Kupası'nın "ilk maçını" Trabzon'a verirken, "böyle bir vefa gösterisi yapmayı" da düşünmüş (!) olacaklar; tebrikler!.. Geliyorum, "yeni hedeflere açılacağımız yolculuk" ile ilgili bir başka konuya!.. Ne yazık ki, "yeni" federasyon "milli formayı ve milli maçları" bir "kazanç kapısı" haline getirecek "bir prim sistemi" ilân etmiştir; çok yazık ve de çok ayıp etmiştir!. Bazı "büyük kafalılar", bu sistemi "kazı kazan"a benzetmelerine rağmen "çok beğenmişler" ama, kazın ayağı öyle değil!. "Avrupa Şampiyonu olan" Yunanistan'ın "verdiği prime bir bakın", bir de "bizim federasyonun yaptığına!.." Ve "özellikle" de, "milli formayı kazanç kapısı haline getirmek için" isyan eden Yunanlı futbolcuların yaptıklarına!.. "Aynı" duruma "Türk futbolcuların da düşmesine sebep olabilecek" bir sisteme, üstelik "Ulusoy zamanında verilen astronomik primler için kıyamet kopmuş" iken, Levent Bıçakçı federasyonunun sarılmasındaki sebep ne ola ki? Elbette "başarıya koşacak ve ulaşacak" futbolcularımıza "prim verelim"; elhak haklarıdır!. "Yüksek" prim verelim; elhak haklarıdır!. Amma.. "Bu prim", primlikten çıkarılıp, milli forma "kazı kazan ya da kazan kazan" şeklinde formüle edilebilen bir "kazanç kapısı" yapılırsa, işte bu olmaz!. Milyonlarca işsizi, on milyonlarca "açlık ve yoksulluk sınırında" insanı olan bir ülkede "futbolculara trilyonluk primler vaat ederseniz", milletle milli takımın arasına "kara kedi gibi girmiş" olursunuz!. Prim, "prim gibi" olmalıdır; "transfer ücreti gibi" değil!. Üstelik "kimin parasını kime" bu kadar "hovardaca dağıtıyorsunuz?" "Efendim, bu maçlar sebebiyle FIFA'dan gelecek paraya, sponsorların vereceği parayı da ekleyeceğiz, onları dağıtacağız, federasyonun kasasından para çıkmayacak" açıklamasına "kargalar" bile güler!.. O paralar "federasyonun parası" değil mi, federasyonun kasasına girmiyor mu, böylesine bir hovardalıkla dağıtılmasa "federasyonun kasasında" kalmayacak mı; eğitime, alt yapıya, kulüplere desteğe harcanmayacak mı? Ya, Ulusoy "işin endazesini kaçırınca" kıyameti koparanlardan bir bölümünün, Levent Bıçakçı'nın "endazesiz" adımına alkış tutmalarına ne demeli? "Böyle" federasyona, "böyle" yorumcu; az bile!.. İşte, bu geceki Gürcistan maçına ve 2006 Dünya Kupası yolculuğuna bu hava içinde başlıyoruz!. Ersun Yanal "hangi taktikle oynayacak, hangi takımı sahaya sürecek"; bu onun problemi; beni bir spor yazarı olarak "fazla" ilgilendirmiyor!. Ben "Gürcistan maçının kazanılıp kazanılmadığına" ve milli takımımın "sahada oynadığı" futbola bakarım; bakacağım!. İyi şanslar ve iyi yolculuklar Ersun hocam ve futbolcu kardeşlerim!. İlk maçımızı "alkışlanacak" bir futbol ve 3 puanla açalım; buna daha sonrasının zor maçları için ihtiyacımız var!. Haydi görev başına!.. Yanlışlar düzeliyor!.. Haber doğru ise, TRT'nin Pazar gecesi futbol programlarının ikisini de, yani Stadyum'u da, "Yan Saha" olan Lig TV'yi de "aynı" kişi sunacak ve "aynı" kişiler yorumlayacakmış!.. Gülüyorum; "TRT'nin ayrımcılık yaptığını ama yapamayacağını" yazıp geldiğimizde, "o sunucu" bizi TRT ekranlarından "yalan yazmak" ile suçlamıştı!. O günden bu yana TRT ve "o sunucu" bizim "yalan yazdığımız(!)" ayrımcılık ile ilgili yanlışlarını düzeltmek için kaç adım attılar, dersiniz? Stadyum ile Yan Saha arasındaki diziyi kaldırarak "kapa-aç" yapmaktan, Stadyum'a Trabzonspor maçlarını yetiştirmekten ve ona "övgüler yağdırmaktan", nihayet "Yan Saha'da da ekrana as kadro ile çıkmaya" kadar!.. Geriye ne kaldı; "fiilen birleşen Stadyum ile Lig TV'yi, isim olarak da birleştirmek!." Söylesin bakalım şimdi: Kimmiş yalan yazan? Ve "acaba" kimmiş iftira atan? Ne başkan ama... Diyor ki; "Bizim kadromuz yeterlidir!." Diyor ki; "Orta sahaya birini alacaktık, olmadı!.." Diyor ki; "Petre'yi mecburen tutuyoruz, kulüp bulamadı, bulsaydı yabancı kontenjanımız açılacaktı ve bir oyuncu alacaktık!." Diyor ki; "Birileri istiyor diye transfer yapacak değiliz." Diyor ki; "Ocak ayında gidecek ve biz orta sahaya bir oyucu alacağız!." Evet.. Koca G.Saray Kulübü'nün Başkanı'nın "başka başka zamanlarda söylediği sözler" değil bunlar, bir toplantıda "aynı sohbet içinde" söyledikleri!.. Hiç "bunlar" arasında bir tutarlılık var mı? Bir söylediği, bir söylediğini tutuyor mu? Hele hele bir kulüp başkanı, "Petre gibi Romanya Milli Takımı'nda oynayan genç bir futbolcu için", onu harcayacak "böylesine haksız ve garip sözler" söyler mi? Bir taraftan Hagi'ye "Gençlere şans ver" de; bir taraftan Tamas'ları, Petre'leri gönderip, onların yerine "33'lük, 35'lik kaşalotları almak için" Avrupa'da dört dön dur, milyonlarca doları harca; bu nasıl bir kafadır? Ya "Fatih Akyel" olayı; tam yürekler acısı!. Allah'tan Aziz Yıldırım "G.Saray'a acıdı da Fatih Akyel'i vermedi!." Yoksa, "100. Yıl kapkara bir leke ile kaplanacak" ve tribünlerle kulüp ve takım arasında ipler kopacaktı!. Ne dersiniz G.Saraylılar; "Aziz Yıldırım G.Saray'a Özhan Canaydın - Ergun Gürsoy ikilisinden daha fazla mı saygı duyuyor?" Bu oyunlar ve bu salon ne olacak? Demir perde yıkılalı beri, dünyada kimselerin ve de tabii medyanın dönüp bakmadığı, ilgilenmediği "Universiade Oyunları" gelecek yılın yaz aylarında İzmir'de yapılacak; bir yıldan az kaldı!. "Eski" Büyükşehir Belediye Başkanı "rahmetli" Ahmet Piriştina'nın "amatör" bir heves uğruna İzmir'e getirdiği oyunlarla ilgili hazırlıklar, "şu andaki durumu itibariyle" tam bir kaosun içinde!. "Yeni" Belediye Başkanı, "göreve başlarken" kucağında bulduğu bu "prematüre dev bebek" ile "nasıl" uğraşacağını "haklı olarak" bilemiyor!. "Devlet" acil olarak yardıma koşmazsa, gelecek yıl İzmir'de "büyük" bir fiyasko yaşanacak ve Türkiye "uluslararası organizasyonlar" bakımından büyük bir yara alacak!.. Bakınız, "kimine göre 15, kimine göre 10 bin kişilik" salonun daha ihalesi bile yapılmadı!. Bakan M.Ali Şahin "bu hafta" söz verdi; "Biz yapacağız!." İyi de, "böylesine büyük", böylesine pahalı bir salonu yaptıktan sonra, "içini neyle dolduracaksınız, nasıl bakacaksınız, bakımına her gün, her ay, her yıl kaç para harcayacaksınız?" Universiade oyunları sırasında "o salona" birkaç yüz kişiden fazla, hadi diyelim bir iki bin seyirci gelecek mi? Yaşayıp göreceğiz!.. Ya sonrası? İşte, "Olimpiyad Stadı" felaketinden sonra, İzmir'de de "Üniversiade salonu" fiyaskosu!.. Karşıyaka'nın basketbol maçlarında o salona "birkaç bin kişi" ya gelecek, ya gelmeyecek, koca salon öylece "tribünleri bomboş" bakım için durmadan para yiyecek!. Ya, "oyunlar köyünün yapıldığı arazinin, Yargıtay kararlarına kadar uzanan" müzmin problemi? Tam bir skandal ve "büyük" riskler taşıyor!. Ve de herkes seyrediyor; "lâf var, çözüm yok"; kimse elini ateşteki kestanelere sürmek istemiyor!. Vah benim İzmirim; yandın ki ne yandın!.. Bayıldığım ve ayıpladığım!.. Sevgili Ferdi Leflef'in Akşam'daki yazılarına bayılıyorum!. "İlk okul öğrencilerine alfabeyi öğretir" gibi, futbolculara ve teknik adamlara "futbolcuların maçlarda yaptıkları pozisyon, pas ve top hatalarını gösteriyor, öğretiyor, teknik adamların bunlara engel olabilmek için sahaya müdahale edip etmediklerini anlatıyor"; hem de üstüne basa basa, kolay anlaşılan kelime ve cümlelerle.. Hele, onun yazıya döktüğü pozisyonların maçlarını izlemişseniz, "o sahneler gözlerinizin önüne geliyor" ve tespitin "ne kadar doğru ve haklı olduğunu" anlıyorsunuz!. Aslında, TV programında da "bunu yapıyor" sevgili Leflef!.. Ve... Maratoncular, Stadyumcular, Yan Sahacılar başta, bütün TV'cilere, "hakem hatalarıyla doldurulan programlar" yerine "asıl yapmaları gerekenin ne olduğunu" gösteriyor!. Zira, "bir takıma maçı kazandıran ve kaybettirenin hakem hataları yerine", altını çiziyorum; "sevgili Leflef'in anlattıkları olduğunu" çok iyi görüyorum ve anlıyorum!. Ama, "birileri", özellikle futbol kamuoyunun, taraftarın ve tribünlerdeki seyircinin "çok yanlış olarak" hakemler üzerine yoğunlaşmasına sebep olan "hakem ağırlıklı programlardan vazgeçmiyorlar", asıl yapılması gerekeni yapmıyorlar, neden? Zira, "kendilerinin yaptığı işi yapmak" çok kolay.. "Al ileri, yavaş oynat" tamam; "bu ofsayt, bu penaltı, bu sarı kart, bu doğru karar!." Ferdi Leflef'in yaptığını yapmak zor; bir defa futboldan anlayacaksın, pozisyonları izleyecek ve çözeceksin, takımın ve rakibin taktiğinin ve tertibinin içine oturtacaksın, TV seyircisini ikna edecek kadar görüntü ve bilgiyi ekrana getireceksin; kolay mı? Evet, Bülent Yavuz bey kardeşim; "asıl eğitim" işte bu!.. TV futbol - haber programlarının işi değil; "hakem eğitimi!.." Sen ne dersen de, hangi kılıfın içinde saklamaya çalışırsan çalış; "bugün söylediklerin" gerçeği yansıtmıyor!. "Dün" söylediğin doğru idi; "hakem ağırlıklı programlar" hakemliğin altına dinamit koyuyor, hakemler üzerinde tribün baskısını arttırıyor, hakemlere güveni yok ediyor ve ne yazık ki, sen de "bu yolun yolcusu oldun"; hem de "devletin, milletin kanalında!.." "Futbolu oynayan ve futbolu oynatan", yani "maç kazanan ve kaybeden" asıl sorumluları, futbolcuları ve teknik adamları bir yana bırakıp, "hakemlerle uğraşan" TV yayınları bitmedikçe, tribünlerde olaylar, takımlar arasında düşmanlık sona ermeyecektir!. "Reyting uğruna" ekilen "düşmanlık tohumları", ne yazık ki, "yıllarca" buna karşı çıkan "eski" bir Merkez Hakem Komitesi Başkanı'nın da aracılığıyla, devletin ve milletin TV'sinde yeşermeye devam etmektedir!. Utanç verici!..