Federasyon başkan ve üyelerinden, milli takımın teknik adamlarına, futbolcularına kadar, "Letonya maçlarının mağlûplarına" sesleniyorum: "Sakın ola ki dağılmayın... Sakın ola ki kelle avcılarına fırsat vermeyin... Sakın ola ki, çok yıllar önce terkettiğimiz maç sonuçlarına göre kelle isteme ve kelle alma yolunu yeniden açmak isteyenlerin oyununa gelmeyin!.. Sakın ola ki, spora siyasetin bulaşmasına yeniden izin vermeyin!.." Onlar yıllardır, aylardır "bugünü, bu fırsatı bekliyorlardı"; bu fırsatı yakalayınca kıyameti koparmalarına, "istemezük" feryatlarının yeri göğü inletmesine hiç ama hiç şaşırmadım, sizler de şaşırmayın!.. Futbol Federasyonu'nun başından nerede ise ancak "tankla topla gönderilebilen" mavi boncukçu "Şenes Erzik ile ilgili senaryonun yeniden sahneye konmasının yolunu" açmayın!.. Daha ortada "istifa ya da görevden alma yokken", meydana çıkıp "Ben göreve hazırım" diyecek kadar "açıkgöz ve aldı kaçtıcı" teknik adamların önünü de boşaltmayın!.. Nerede ise bir yıla yakın bir zaman diliminde resmi milli maç yok!. Şenol Hoca'nın sözleşmesi haziran başında bitiyor!. Haziranda futbol genel kurulu var!. Federasyon değişecekse, "o zaman" değişecek!. Yeni gelen federasyon, "teknik heyette değişiklik isterse yapabilir", istemezse Şenol Hoca ile devam edebilir!. Bütün bunlar ortada iken, "kelle istemek" ne oluyor? Hedefe "belirli isimleri", teknik adam olarak, futbolcu olarak koymak ne demek? Avrupa'da futbolcunun "en olgun dönemi" sayılan yaşlardaki futbolcuları "Bunlar yaşlandı" diyerek, adeta "arenada aslanların önüne atılanlar" gibi, taraftarın, seyircinin önüne atmak ne demek? "Göklere çıkardığımız" Ümit Milli Takımı da, "tıpkısının aynısı bir yan toptan yenen aptal golü ile" elenmedi mi? Ulusoy'lar, Aksu'lar, Şenol Güneş'ler, Ünal Karaman'lar, Bülent Korkmaz'lar, Hakan Şükür'ler, Rüştü Rençber'ler ve diğerleri, sakın ola ki "yaygaracılara, tozu dumana katanlara", sizi nerede ise "vatan haini ilân edenlere" boyun eğmeyin!. Ve onları, alacakları kellelerin etrafında "tam tam dansı yapmaya hazırlananları" sevindirmeyin!.. Eşfak Abi!.. Sporumuzdan, futbolumuzdan, basın dünyamızdan bir dev daha göçtü, gitti!. Şiir gibi futbol oynadı.. Örnek ve "beyefendi" bir yönetici idi!.!.. "Yenilmez" denilen efsanevi Macar takımını "yenen" teknik adam oldu!. Sonra da... Futbol yorumcusu... Gazeteci... Spor yazarı ve spor servisi müdürü... Ardında "spora ve futbola adanmış" bir ömür bırakarak gitti.. Sanırım, "futbolumuzdaki ve sporumuzdaki gelişmeleri yaşamaktan" mutlu, "spor medyamızdaki erozyonu görmekten" mutsuzdu!. Babası "ünlü" şair Fazıl Ahmet Aykaç'ın "unutulmaz" dizelerini, "arkasında bıraktığı spor medyamızdaki, futbolumuzdaki portrelerin çoğunluğuna" ithaf eder gibiydi: "Öyle bir armadaki, Görse şaşar Anibal, Ördeklerden bir filo, Bir de kazdan amiral!.." Nur içinde yat, sevgili Eşfak Abi.. Seni unutmayacağız!.. Herkesin başına gelebilir!.. Anlaşılıyor ki; maç 2-0'ken, "o art arta yapılan hatalar sonucunda bir yan toptan yenen golün sorumlusu" tek başına "Şenol Güneş'miş gibi" komik eleştirileri hakarete varan cümlelerle ortaya koyan "futbol ûlemamızın niyeti", üzüm yemek değil, bağcı dövmek!. "180 dakikalık ikili bir elemenin, ikinci doksan dakikasını bile beklemeden" yazmadık, söylenmedik şey bırakmayarak milli takımı hocalarıyla, futbolcularıyla büyük bir gerginliğin içine atanların ve ille de "kelle isteyenlerin niyeti" de ortada ; "Ah Türkiye Letonya'ya bir yenilse de, biz Şenol Hoca'nın da, Hakan Şükür'ün de, onlara ilâveden 5-6 futbolcunun da defterlerini dürsek, hatta sıraya federasyonu da koysak!.." "Sonuç olarak" muratlarına erdiler, ama "beklediklerini" bulamayacaklar!.. İşte, "aynı günlerde" ajanslardan bir haber: "Dünya şampiyonu Brezilya, 2006 Dünya Kupası Güney Amerika Elemelerinde Uruguay ile evinde sürpriz bir sonuçla 3-3 berabere kaldı. 20. dakikada Kaka, 29'da Ronaldo ile devreyi 2 farkla önde kapayan Brezilya, 57 ve 76'da Forlan, 79'da da Gilberto Silva'nın golleriyle 3-2 yenik duruma düştü. 87'de Ronaldo'nın golü Brezilya'yı yenilgiden kurtardı. 2'nci beraberliğini alan ve 4'üncü maçlar sonunda Paraguay ve Arjantin'in ardından 3'üncü sırada kalan Brezilya'nın teknik direktörü Carlos Alberto Parreira, takımının ikinci yarıdaki performansını bir futbol kazası olarak yorumladı. Parreira, 'Belki de futbol hayatım boyunca gördüğüm en anormal sonucu bu maçta aldık. 2-0 skor oyunda her zaman tehlikelidir' dedi." Grubun diplerinde dolaşan Uruguay'ın Brezilya'ya yaptığını, grubundan ikincilikle çıkan Letonya da Türkiye'ye yaptı; inandılar, mücadele ettiler, oynadılar ve hedeflerine vardılar!.. Tıpkı, "kimse önem dahi vermezken", geçen yıllarda bizim "hedefimize" vardığımız gibi!.. Dünya'da hiç bir takım "devamlı bir başarının tapusunu çıkarmamıştır"; inişler, çıkışlar olacaktır; normali de budur!. Türkiye "bu dönemde" iniştedir, kelle avcılığı yapmak yerine, "ders alabilirsek" yarınlarda çıkışa geçmemizin önü de açılacaktır!. Kişiyi nasıl bilirsin? "50-60 bin dolar maaş alıyor, bu avantayı bırakmaz..Onun için de istifa etmez!.." Hayatları boyu, "para için atmadık takla, çalmadık kapı bırakmayan" birkaç sözüm ona spor yazarı, Şenol Güneş için "böyle" söylüyor!.. Tıpkı Hakan Şükür için "Letonya maçı öncesi prim pazarlığı yaptı" diyen, diyebilen hasta beyinler gibi!.. Bunları tüylerim diken diken olarak okuyor ve dinliyorum!. Hadi Şenol Güneş'i tanımıyorlar; hiç olmazsa, bu "insafsız" sözleri söylemeden ya da yazmadan, kalkıp Şenol Güneş'in eski arkadaşlarına bir sorsalar; "Bu adam parayı ne kadar sever?" diye, bilmem ki, ne cevap alırlardı? Ayıp... Ve yazık... Türk Milli Takımı'nın gelmiş geçmiş "en başarılı" hocasını "harcarken bile", belirli bir seviyenin altına düşmemek gerekmiyor mu? Milli Takımın gelmiş geçmiş "en başarılı" santrforunu "harcarken bile", iz'andan, insaftan ve vicdandan bir süzgeci sözlerimizin, satırlarımızın arasına koymak gerekmiyor mu? Ne diyeyim, sizlere söylenecek sözü, atalarımız yüz yıllar önce söylemiş, ben tekrarlayayım: "Kişiyi nasıl bilirsin; kendin gibi!.." Doğru ise!.. Artık gazetelerde okuduğum haberler üzerine yazı yazarken "doğru ise" diye başlamam gerektiğini çok iyi biliyorum. Eğer "doğru ise" Adanasporlu Necati "Galatasaray'ı gelmemim sebebi Fatih Terim... Beni Fenerbahçe ve Beşiktaş da istediler, ben Fatih Terim'i seçtim" demiş.. Eyvah ki, ne eyvah!.. Son yıllarda Galatasaray'a gelirken "Ben Fatih Terim için geldim" diyen bütün futbolcuların sonu hüsran oldu; onları Fatih Terim bile kurtaramadı!. Aslında, Galatasaray yönetimleri, "Galatasaray yönetimleri gibi olsa", transferi öncesi "böyle söyleyen" hiçbir futbolcuyu kulübün kapısından içeri sokmazlar!. Futbolcu, "koca Galatasaray'ı elinin tersi ile bir tarafa itiyor" ve "Ben Terim için geliyorum" diyor; olacak şey mi? O zaman gitsin "Galatasaray'da değil, Terimspor'da oynasın!.." Yoksa, "koca Galatasaray, Terimspor hâline geldi de" haberimiz mi yok? Bilmem ki, ne demek istediğimi Canaydın - Dürüst ikilisiyle Terim - Necati ikilisi anlayabildiler mi? Hayal ve gerçekler!.. Evet, Letonya maçları bir gerçeği ortaya çıkardı; "Başarılı bir dönem, bizi tam bir hayal dünyasına taşımıştı!." Kendimizi dev aynasında gördük; işi, "dünya'nın en güçlü kadrosuna sahibiz" demeye kadar getirdik!. Dünya üçüncülüğünü bile beğenmedik!. Galatasaray'ın "UEFA Kupası'nı almasını" bile küçümseyenler, "Ne var bunda, aslolan Şampiyonlar Ligi'dir, UEFA'ya kimler katılıyor ki" demeye getirenlerimiz oldu!. Sonunda Letonya aklımızı başımıza getirdi; hayal dünyasından gerçeklere döndük!. Öve öve bitiremediğimiz, "yere göğe sığdıramadığımız" futbolcularımızın, "Avrupa maceraları" ortada!.. Avrupa Kupaları'ndaki, milli maçlardaki performansları ortada!.. Liglerdeki performansları ortada!.. Bunları bile bile, göre göre, gözmezden, bilmezden geldik ve "Letonya'yı kolayca eleriz, iki maçta da yeneriz" dedik; Portekiz biletini çantada keklik gördük!. Böyle yapanlardan biri de bendim; bütün okuyucularımdan özür dilerim!. Ama ben, "yanılmamın hırsını, acısını", tutup da "Vay Letonya'yı eleyemeyerek, beni kamuoyu önünde siz küçük düşürdünüz" diye faturayı milli takımın hocalarına ve futbolcularına çıkaranlardan değilim ve hiç bir zaman da olmadım!. Diyelim ki; "Milli maçlardaki kötü sonuçların tek suçlusu" Şenol Güneş!.. Peki ya, ümidiyle, A'sıyla futbolcularımızın büyük çoğunluğunun "takımlarındaki kötü oyunlarının, formsuzluklarının da suçlusu" Şenol Güneş mi? Ergün'den Okan'a, Nihat'tan Tuncay'a, Emre'den Ümit Davala'ya, Selçuk'tan Kemal'e, Tayfun'dan Tugay'a, A millisinden Ümit millisine kadar "gözümüzün önündeki" bunca futbolcunun kötü oyunundan, formsuzluğundan Şenol Hoca mı sorumlu? Rüştü'nün Barcelona'da oynatılmamasından, "lejyonerlerimizin büyük çoğunluğunun mevsim başından beri dökülmesinden" Şenol Hoca mı sorumlu? "İhtiyarları atın yerlerine bunları alın" diye yol gösterenlerin, oynamalarını istedikleri "olmadan olduğunu zanneden, burnu büyümüş ve özel hayatlarına dikkat etmedikleri sahadaki bitikliklerinden bellli olan" gençlerden de mi Şenol Hoca sorumlu? Biraz insaflı, biraz iz'anlı, biraz vicdanlı olalım!.. Eleştirelim, "düşündüklerimizi yazıp çizelim" ama, "kişiliklerle oynamayalım"; hakaret etmeyelim!. "Bize yapılmasını istemediğimiz şeyleri" başkalarına yapmayalım!. Bizi üzecek tavırları, başkalarına koymayalım, bizi inciten sözleri başkalarına söylemeyelim!. İnsanlığın gereği budur!.