Kendini göstermek!..

A -
A +

Kendini göstermek!.. Bizim futbolcularımız çoğunlukla, "kendini göstermek için oynamak" ile "oynayarak kendini göstermek" arasındaki farkı bir türlü anlamak istemezler ve bu yüzden de "takım olmanın çok basit olan gereklerini yapmamakta" direnirler!. Alem FM'de Turgay Renklikurt hocam ile İngiltere - Türkiye Milli Maçı günü yaptığımız sohbette "üç aşağı-beş yukarı" şöyle bir konuyu gündeme getirdiğimi hatırlıyorum: "Hocam en korktuğum şey, futbolcularımızın kendilerini göstermek için bireysel oynamaları ve takım oyununu bozmaları.. Hepsi Avrupa kokusu aldı, Avrupa'da olanların da gözü daha iyi takımlarda, benim kafamı meşgul eden bu... Dün geceki Ümitler maçını kazanamamamızın sebebi de bu!. En iyi bazı oyuncularımız takım için değil, kendileri için oynadılar, egoistlik ettiler bu yüzden kolay atılacak golleri atamadık!." Alın İngiltere ile oynadığımız iki maçın da kasetlerini... Dikkatle ve birkaç defa izleyin!.. "Oynayarak kendini gösterenler" ile "kendini göstermek için oynayanları" hemen fark edeceksiniz!.. Ümit Milli maçını "rahat kazanacakken", neden berabere kaldığımızın, "ağabeyler" karşılaşmasında da "neden o kadar kötü oynadığımızın" temel sebebini bulacaksınız!. Her iki takımımızın hocaları da, "bu kasetleri izleterek", maçlarda "kendilerini göstermek için oynayanların" ve tabii "hiç ama hiç gösteremeyenlerin" hatalarını onların yüzlerine vurmalı ve "bu temel hatayı yapmaya devam edenleri", kim olurlarsa olsunlar "hatadan döndüklerini görene kadar" milli takımın "sahaya çıkan ilk 11'ine almamalıdırlar!." Gene de akılları başlarına gelmezse, "kadrodan da çıkarmalıdırlar!." Elbette bu yazımda, her iki maçta da "kendileri için oynayanları" isim isim sayabilirdim; ama yapmayacağım!. Her iki takımımızın da grupta birincilik şansları çok fazla ve sanıyorum, iki takımımızın da hocaları "temel kabahatin ne olduğunu" anlamış durumdalar!.. "Kendini göstermek için oynayanların" kulaklarının çekileceğine inanıyorum!. "Oynayarak kendini gösterenlerin" ödüllerini ise zaten kamuoyunu verdi, vermeye de devam edecek!.. Keşke her oyuncumuz Rüştü gibi, Bülent gibi, Alpay gibi, Suat gibi, İbrahim gibi oynasa, oynayabilse ve "oynayarak kendini gösterebilse" idi!. Tuncay'ı neden saymıyorum? Sebebi basit; onun gibi bir futbolcu "o kadar ofsayta nasıl düşer ve o kadar gollük akını, daha başlamadan nasıl sona erdirir" anlamam mümkün değil!.. Attığı güzel golün ve 90 dakikalık müthiş mücadelesinin yanında, "kendini başka golleri ve asistleri ile göstereceğine" art arda düştüğü ofsaytlarla ön plana çıkınca, gelin de onu sayın bakalım, nasıl sayacaksınız? Doğruysa, çok yanlış!... Ben İngiltere Milli Maçının "başlamadan önceki" bölümünü kaçırdım; TV başına geçtiğimde maçın 34. üncü saniyesi idi!. Onun için "gazetelerde okuduğum" bir olayı, ekranda görmedim; bu sebeple "olay doğru ise..." diye başlıyorum. İngiliz holiganlarının, bir hafta önceki Liechentein maçında, hem de rakip ülkede yaptıkları ortada.. Bizim maçtan önce de, maç sırasında da "yapacaklarını" yaptılar; iğrenç!.. Zamanın başbakanı Teacher'in verdiği "örnek ve sert ceza bile" bunları adam edemedi, zira "adam olmaya, insan olmaya" niyetleri yok!. Bir ülkenin milli marşı (İstiklâl Marşımız) okunurken bile "saygısızlık yapacak kadar" insanlıktan uzaklar!.. Ne var ki, "doğru ise", İngiltere Milli Marşı okunurken, "karşılık olsun" diye bir milli oyuncumuzun (adını yazmayacağım) yaptığı saygısızlık da çok yanlış!.. O "adam olmayan, insan olmayan" canlılar akıldan, bilinçten, spordan, fair play'den nasiplerini almamışlar, ama Türk Milli Takımı'nın formasını giyen bir sporcu, "onların seviyesine düşer mi?" "Eğer okuduğum doğru ise" ve "bu saygısızlık yapılmış" ise, Futbol Federasyonu "bu futbolcuyu cezalandırmalıdır"; verilecek ceza da herhalde "ceza talimatında vardır!." Cumhuriyete bakın siz!.. "Fenerbahçe Cumhuriyeti, son yıllarda Aziz Cemahiriyesine döndü" konulu yazımla ilgili olarak bazı Fenerbahçeliler'den "övgü", bazı Fenerbahçeliler'den "küfür" telefonları ve e-mailleri aldım!. Yeni öğrendiğim iki olay, konuya dönmeme sebep oldu, bu arada da "bir eksiğin tamamlanmasına" vesile olacak!. Önce eksiği tamamlayayım: "Aziz Cemahiriyesi" demiştim ama "yakışanı" şöyle olacaktı: "Aziziye Cemahiriyesi!!!" Geliyorum "asıl" konuya: "Eleştirilerinden dolayı, bir grubun lideri, bunca yılın Fenerbahçelisi ve milli futbolcusu Onur Kayador, Fenerbahçe üyeliğinden ihraç edilmiş!." Şimdi de sıra Engin Verel'e gelmiş... Demiş ki Verel: "Yönetim kurulunda alınan kararları ve konuşulanları dışarıya sızdıranlar bizzat Fenerbahçeli yöneticiler... Yönetimde köstebek var!." Dünyanın her tarafında "böyle sızmalarda" konan teşhisi tekrarladığı için bir "futbol yorumcusunu" kulüpten atmağa kalkanlar için, söyleyiniz Allah aşkına, "Bu Fenerbahçe Cumhuriyeti değil, Aziziye Cemahiriyesi" dersek, haksız mı olacağız? Neden kötüydük? Şenol Hoca'nın sahaya çıkartacağı tertipte de, o takıma vereceği taktikte de hata yapmayacağına inanıyordum ve ondan da öte biliyordum!. "Hakan Şükür o takımın ilk 11'inde olmalıydı" düşünceme rağmen, çıkardığı takıma da itirazım yok!.. Amma "ilk kırk beş dakika" İlhan - Nihat "hücum hiçliğini gördükten ve tahammül ettikten sonra", ikinci yarıya neden "Hakan Şükür ile başlamadı"; işte onu anlamam mümkün değil!.. Aslında "anlıyorum" da, bu anladığımın "futbolla ilgisi, yok!." Bu anladığım tamamen psikolojik!.. Şenol Hoca "Hakan Şükür'ü oynatır da, gene gol atamazsam, Hakan gene kötü oynarsa ve sonuç da kötü olursa, medya beni nasıl tefe koyar, nasıl infaz eder" baskısının altında kaldı ve Hakan gibi bir oyuncuyu "son 11 dakikada" ve "hemen hemen her şey bittikten sonra" oyuna alabildi!. Başta Osman Tanburacı ve Kâzım Kanat kardeşlerimiz olmak üzere "Dünya Kupası maçları sırasında" onu "bu sebepten yerden yere vuranların", bu defa da "neler yazabileceklerini" düşünmek ve "bu baskının altında kalmak" Şenol Hoca'ya yakışmadı!. Onun dışında, elbette "şu oynasa da, bu oynasa da" eleştirilerine girmeyeceğim, "öyle de, böyle de olsaydı" gene yenilebilirdik; futbol bu!.. Amma... "Bu kadar kötü oynamak?" Onun sebebi de çok açık... Emre... Yok... Okan... Yok... İlhan yok... Nihat yok... Yıldıray yok... Takım da varlar da, "futbol olarak" yoklar!.. Çıkanların yerine giren "Hasan da Ümit de yok..." Bunlara "var olup" da, kötü oynayan Tugay, Ergün, Fatih de eklenince, "neden kötüydük" sorusunun cevabı ortaya çıkıyor!. En çok üzüldüğüm, "ileri ikilimizin" bir duvar gibi olması ve her giden topun "o duvara çarparak geri dönmesi" idi!.. "Kendi takımlarımda müthiş" olan bu iki hücumcumuzun, maç boyu birbirlerine doğru dürüst tek pas verememeleri, toplam "bir gollük kafa şutundan" öteye, hadi "kaleciye biraz şiddetli geri pas gibi olan" iki şutu da sayalım, başka hiçbir şey yapamamaları, "uzun boylu rakip defans içinde kaybolup gitmeleri" hocalarımız dahil, herkese ve kendilerine ders olmalı!.. Beşiktaş'ta ya da Real Societad'ta oynamak başka... Türk Milli Takımı'nda, İngiltere'ye karşı oynamak başka... Bunları Emre için de, Okan için de, Yıldıray ve Tugay için de gerek!. Akıllarını başlarına almalılar.. Ya da "artık" Şenol Hoca "kendi takımını" kurmalı!.. Ah... Kadri... Ah!.. O "yavaş yavaş gelen ölümün" habercisi olan hastalığın adını duyunca, içim "cızz" etmişti!.. Kadri ve "o" hastalık... "Mümkün değil" diyordum; ama "haber doğruydu" ve Türk sahalarının gördüğü "en büyük futbolculardan biri", bana göre "en büyük beş futbolcudan biri" göz göre göre, eriye eriye "hayata ve bizlere el veda" diyordu!. Ben "gerek futbolcularla, gerek teknik adamlarla, gerek yöneticilerle" çokça haşır-neşir olan, "samimi olan" bir gazeteci, bir spor yazarı değilim!. "Onlarla aramda" daima "büyükçe bir mesafe" vardır ve olmuştur; "birkaç" istisnası dışında, "arkadaşım" dediklerimle bile hayatımda "soyunma odaları ve kamplar dahil" beraber olduğum gün ya da saat sayısı 30'u bulmaz!.. Kadri Aytaç "bu birkaç istisnadan" biri idi!. Futbolculuk hayatında, İstanbul'da olduğum yaz aylarında, "O'nu ve Lefter'i seyretmek için" Adalararası "baklavasına" maçlara, Burgaz'a, Kınalıada'ya giderdim; oralarda başladı arkadaşlık!.. Bütün futbolculuk hayatında devam etti ve teknik adamlık döneminde ise pekişti!. Sporla ilgilenmediğim dönemlerde bile, "takımının başında" İzmir'e geldiğinde, oteline gider, hasret giderirdim!. Büyük bir futbolcu, çok iyi bir Galatasaraylı, "cin gibi" bir teknik adam, örnek bir aile babası, "sohbetine, futbol hatıralarına doyulmaz" bir arkadaş ve candan bir dosttu!.. Tam, taaa Gazi Lisesi'nden arkadaşım, "eski bir futbolcu" ve "can dostum" Ünal Saraç'ın öldüğü haberini, "o günlerden" ve sonra da "meslektaş" olarak uzun yıllardan kalma bir başka "can dostum" Yaşar Güngör'den alarak yıkıldığım bir dönemde, bir de Kadri'nin "kara" haberi gelince, çöktüm, kaldım!.. Diyeceğim tek şey var: Elbette, "orada" da bir gün gene beraber olacağız... Sevgili Kadri... Sevgili Ünal!.. Sümer ve Altaylı!.. İnanılmaz... Bir zamanlar "çok antipatik bulduğum" Özkan Sümer'in, neredeyse, "karşılaşsak" boynuna sarılacak ve "bugüne kadar aleyhinde yazdığım her satır için" özür dileyecek hale geldiğime inanamıyorum!. Milli Olimpiyat Komitesi'nin "hovardaca" ve "bana göre" hiçbir ilkeye dayanmadan dağıttığı "fair play ödülleri" bu yıl kimlere verildi, bilmiyorum! Mesela Ziya Doğan'a verildi mi; çok merak ediyorum!. Verilmediyse, verilenlerin tamamı "bana göre" ve tam anlamıyla "anlamlarını yitirdi" diyorum ve ekliyorum: O ödüllerin en büyüklerinden biri ve belki de birincisi "Özkan Sümer'e verilmeliydi!." Tribün anarşistlerine ve "holigan" özentilerine "haydutlar" diyerek karşı çıktığı ve hem de sözle değil, bizzat "kelle koltukta, korkmadan, cesaretle" karşılarına dikilerek "Sizler haydutlarsınız, bu kulübe, spora, futbola zarar veriyorsunuz, devam ederseniz sizi tutuklatacağım" dediği, diyebildiği için!.. Aynı cesareti "yönetici olduğu dönemde" Fatih Altaylı da göstermişti, ne yazık ki alkışlanacağına, "fırsat bu fırsattır" diyenler tarafından "eleştirilmişti!." Şimdi öğreniyorum ki, "Galatasaray - Fenerbahçe maçında başından geçenler" sebebiyle karar almış; artık "spor ve Galatasaray yazmayacakmış!." Olmadı sevgili Fatih, olmadı!.. Zaten "istedikleri buydu"; onlar galip geldi!. Neden mücadele meydanını boş bırakıyorsun? İşte Özkan Sümer; cesaretle doğru bildiği yolda, engelleri birer birer geçerek hedefine yürüyor!.. "Körlerin istediği bir göz", sen bu kararınla veriyorsun onlara; iki göz!. Oldu mu?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.