Kızgın yönetim!..

A -
A +

TSYD Genel Merkezi'nin bildirisi faksımdan çıkmaya başladığında, büyük bir memnuniyet hissi içimi kaplamıştı! Ama faks bitip, bildirinin tamamını okuyunca, birdenbire büyük bir hayal kırıklığını uçurumuna yuvarlandım! Herkesin bildiği, herkesin konuştuğu, ama medyamızda geçerli "zorunlu şartlar" sebebiyle "önce örtbas edilmeye", sonra da "çok hafifletilmeye çalışılan" bir "gazeteci tacizi" olayının soruşturmasından sonra yayınlanan bildiri, "aslında" bu olay yerine "bu konuda yazı yazan bir - iki spor yazarının ağzının paylarını veren ve onlara hadlerine bildiren" bir bildiriye dönüşmüştü!. Vah ki, ne vah!.. Dün bu konudaki yazımda, ben TSYD dışındaki meslek teşekküllerini, Basın Konseyleri'ni, gazeteciler cemiyetlerini, gazete üst düzey yöneticilerini ve anlı - şanlı "basın hürriyeti savunucusu" yazar - çizerleri göreve davet etmiş bazılarının isimlerini de vererek, "TSYD'yi bu mücadelede yalnız bırakmayın" diye haykırmıştım!. Anlaşılıyor ki, "benim TSYD'm, ben bunları yazarken, spor medyasında sesini yükseltenlere ağzının payını verecek bir bildiriyi kaleme alıyormuş!." Yani? Ey Fatih Terim'ler, ey Faruk Süren'ler, ey Aziz Yıldırım'lar, ey Serdar Bilgili'ler ve ey onların yolunda yürümeye başlayan bütün kulüp yöneticileri, bütün teknik direktörler, "dünkü çocuklara kadar hepiniz" spor yazarlarına "kabul edilebilir sınırlar içinde" fırça çekebilirsiniz, hakarete ve dövmeye kalkışabilirsiniz!. Evet, yeter ki "kabul edilebilir sınırlar içinde kalın!." Ve "Kimse de TSYD'yi kabul edilebilir sınırlar içinde kalan böyle olaylarda infazcı durumunda görmesin!." Ve de "haddini bilsin!." Aslında bu bildiriyi elime alınca yapacağım iki şey vardı: 1. Derneğin disiplin kuruluna verilecek ve kesin ihraç kararı çıkaracak kadar ağır bir yazıyı kaleme almak. 2. Oturup, istifa mektubu yazmak! Ben, "kendime hiç yakıştıramadığım" üçüncü yolu seçeceğim; "Bu derneğin içinde kalarak -tabii müsade ederlerse- mücadelemi sürdüreceğim!" "Medyamızdaki bugünkü zorunlu şartlar içinde" telefonda ve odasında "sözlü" tacize uğramış gazetecinin "kabul edilebilir" diye ifade ettiği olayı, TSYD "doğru kabul edebilir" ve "öyle kabul ederek" öyle karar verebilir ve "bildirisini o çizgide tutabilir!" Ama, "hür bir şekilde", olayları soruşturup, "gerçekleri, gerçeğe en yakın şekilde öğrendikten sonra" yine "hür iradesiyle" yazı yazanları "haddinizi bilin" diyerek ve "iki sayfalık bildirinin nerede ise yarısından fazlasında onları ima ederek fırçalayamaz ve susturamaz! TSYD'nin sayın yönetim kurulu üyeleri, söyler misiniz bana "kabul edilebilir tacizin" ölçüsü nedir? Hangimiz hangi sözleri ya da tavırları, hareketleri "kabul edilebilir kabul edecek ya da etmeyeceğiz?" Bari, "kabul edilebilir sözler ya da tavırlar" diye bir "yönetmelik hazırlayıp, dağıtınız da" öğrenelim ve ona göre hareket edelim! Yooo!. Sayın üyeler, sizler de biliyorsunuz ki, "kabul edilebilir sınırlar" demek, vaziyeti kurtarmaktan öteye "bir şey demek değildir!" Siz "hür iradesiyle yazanları azarlarken", aynı şeyi neden kendiniz yapmıyorsunuz? Olayla ilgili bildiriyi açıklar, "yazı yazanlarla ilgili bir üzüntünüz ve sıkıntınız varsa, onlara kapalı devre bildirebilirdiniz!" Eğer biz üyeler olarak "Derneğimiz var, onlara el koyar, araştırır ve gereğini yapar" güveni içinde olmayacaksak, söyler misiniz bana bu derneğe neden üye olduk? Bakınız, ben bir gazeteci - yazar olarak cumhurbaşkanını bile gerektiğinde en ağır şekilde eleştiriyorum, neden kendi derneğimin yöneticisini eleştirmeyeyim? Eğer bu eleştirileri kaldıramıyor ve basın hürriyetine bu kadarcık bile inanmıyorsanız, bu derneğin yönetimindeki koltuklarda neden oturuyorsunuz? Söyler misiniz bana, bugün "hür iradeleriyle yazı yazan ve mesleği korumaya çalışan gazetecileri azarlamak günü müdür?" Yoksa "sayıları çok azalan" böylelerinin de susmasını ya da susturulmasını mı istiyorsunuz? Bildirilerinizi, büyük bir üzüntü ile size iade ediyorum! Temennim, bir daha "meslek olarak" böyle acılı bir günü yaşamamamızdır! Arif!.. Yıllardan beri Galatasaray futbol takımının "gruplaşma hastalığına yakalanmasının baş aktörlerinden biri" idi, Arif!. Geçen sezon İspanya'ya gittiğinde, Galatasaraylılar rahat bir nefes aldı! Zira, Fatih Terim'in ayrılmasıyla, Lucescu'nun otorite zafiyetiyle takımda "gruplaşma hastalığı" nüksetmişti! Arif'in olmayışı hastalığın seyrini hafifletecekti ve tedavisi kolay olacaktı! Ama Arif, hiç hesapta olmayan bir zamanda çıka geldi! Geldikten sonra da, "Jardel'in harcanması ve dışlanması" olayı birdenbire Galatasaray'In gündeminin en tepesine yerleşiverdi! Sonrasında, olanlar herkesin gözünün önünde cereyan etti! Jardel, ligin ilk 14 haftasında ve Avrupa Kupaları'nda "çuvalla gol atan adamken", birdenbire "küskün ve bitkin bir et çuvalına dönüştü", onun için de Galatasaray için de "kupasız bir sezonun sonuna gelindi!" Ne demek istediğimi "arif olan anlar!" Olay sadece "Jardel olayı" değil! Geriye doğru gidin, "bu gruplaşmanın", bu Arif'in ve Arif'in benzerlerinin "kimleri Jardel'in durumuna düşürdüğünü" göreceksiniz! Her odada nasıl bir başka grubun kurulduğunu, gruplar arasında nasıl ittifaklar yapıldığını, özellikle "gelen yabancıların içinde" menfaatlere dokunacak olanların nasıl "harcandığını", sahada nasıl "passız" bırakıldıklarını hatırlayacaksınız! "Galatasaray'ı yeniden kuracağız" diyenlerin, "grupçuları bütünüyle temizlemeleri gerek!" Arif en başta!. Kaçacak ne var? Galatasaray Divan Kurulu üyelerinin bir bölümü, anladığım kadarı ile çok şaşırmış durumda! "Öyle ya... Bunca büyük başarılara imza atmış bir yönetim varken, neden futbolcular kulüpten kaçmak istiyor?" "Aaaa!. Futbolcular kulüpten kaçmak isterken, bu defa da yönetim kurulundakiler neden kaçmaya başladılar?" "Halbuki, Bay Başkan ne güzel büyüklere masallar anlatıyordu, değil mi?" "Ve de Divan Kurulu'nun Bay Başkanı da, kulübün Bay Başkanı'nın göreve devam etmesi için nasıl elinden geleni ardına koymuyordu?" Bakın, 10 bin üyeli Galatasaray'da 150 kişiyle toplanan Divan Kurulu'nda "Mart'a kadar devam etsin" diyenler çoğunlukta çıkınca, nasıl da "Beni istemiyorlar, gitmek zorundayım" diyen Bay Başkan, "Kalma sinyalleri vermek için" kıvrak adımlar atmaya başlayıverdi? Bakın, 150 kişiyle toplanan Divan Kurulu'nda "Süren'i sevenler" nasıl da "Biz de mi yürüyelim, arkadaşlar?" diye bağırıştılar? Eee! Bence Faruk Süren kalmalı!. Hem de "tüzük değiştirilerek" ömür boyu başkan ilân edilmeli! Zira, yakında zaten kulüp öyle bir hale gelecek ki, "göreve talip olmaya kimse cesaret edemeyecek!." Borç dağları yığılmış!. Kredi imkânı kalmamış!. Gelirlerin büyük bölümü, hatta hemen hemen hepsi "alacaklılar tarafından" haczedilmiş ya da yönetim tarafından o veya bu kuruluşa temlik edilmiş!. Aman efendim, "bu gerçekleri yazarak, anlatarak" Divan Kurulu'nun "yaşlı-başlı üyelerini" neden üzüyorsunuz? Onlar bilmezler mi ki; bu kulübe acil olarak "taze para" gerek! Hem de en azından "30-40 milyon dolar!." Bu para bulunmazsa, ya da kredi alarak temin edilemezse "yandı gülüm keten helva!." Olacakları düşünmek bile istemeyiz!. Gelsin çaylar... Kahveler!.. Anlatılsın büyüklere masallar!. Doğrusu ya, bu yaz sıcaklarında Süren'in sesi ninni gibi geliyor! Yürümek mi? "Ne yürümesi, uyuyalım arkadaşlar!." Tabii, "bu benim tavsiyem"; isteyen yürüyebilir ve uyanık kalabilir! Süren'i başta tutmak o kadar kolay mı? Federasyonlar üzerine!.. Spor Bakanı Fikret Ünlü'nün TV'lerde ve gazetelerde çıkan açıklamalarını takip ediyorum! Genel Müdür Kemal Mutlu'nun Güreş Federasyonu Başkanı ile "para konusundaki kapışmasıyla ilgili olarak yazdığım yazıya gönderdiği cevap" önümde duruyor! Boks Federasyonu Başkanı Caner Doğaneli'nin "Şampiyon olan boksörleri profesyonelliğe kaptırmanın acısını yaşayan" açıklamaları ise dosyamda!. Hele hele, Basketbol Federasyonu Başkanı ve yönetimi konusunda gönderilen bir dosya var ki, içindeki belgelere, mahkeme kararlarına, müfettiş raporlarına bakınca, tüylerim diken diken oldu!. Futbol Federasyonu Başkanı ise "iyice dağıttı!." "Devletle kavga edeceğim" kabadayılığı içinde, "asıl yapması gerekenleri unuttu" ve kendi kendini "hüllecilerin bile dalga geçeceği bir kuruluş haline getirmek için" adeta çanak tuttu! Yıllardır Ulusoy Federasyonu için kanaatim değişmedi: "İstanbul ağırlık ve merkezli hiçbir federasyonun çözemeyeceği bazı konuları cesaretle ele aldı ve halletti, mesela Havuz olayı gibi. Ama, federasyon kurulu, Türk futbol tarihinin en zayıf federasyon kurullarından biri olduğu için, deniz geçilip, bir çok olayda derede boğulunma noktasına gelindi!" Bütün bunları neden yazıyorum? Türk sporunun da, Türk Futbolu'nun da "temeli oluşturan kurumların başında" federasyonlar gelir! Spor medyası olarak bizler, maalesef "bu gerçeği tamamen göz ardı eder hale geldik!" Böyle olunca da, "sadece kulüpsel menfaatler söz konusu olunca" ya da "maç naklen yayınlarındaki paylaşım kavgası günleri gelince" Futbol Federasyonu ile ilgilenmek, sadece "önemli şampiyonalar sırasında" öteki federasyonları hatırlamak spor medyasının "nemalâzımcılığının en başına yerleşmiş bulunuyor!." Bu yüzden, "müfettiş raporlarına ve mahkeme kararlarına rağmen" hâlâ Basketbol Federasyonu için "neden işlem yapılmadığını" öğrenemiyoruz! Bu yüzden, "devletin belki de bugünkü rayiçle katrilyonlarının harcandığı" stadların "birkaç kulübe" nasıl peşkeş çekildiğini, Türk sporcusunun "bu stadlardan faydalanma imkânlarının nasıl ortadan kaldırıldığını", diğer kulüplerin bile "zorunlu hallerde kullanbilme haklarının nasıl yok edildiğini" soran "tek tük spor yazarının da, nerede suçlu ilân edildiğini" göremiyoruz! Bu yüzden, "gerçekleri söyleyen" bazı federasyon başkanlarının "baskı altına alınmak istenmesinin" ve "suçlu ilân edilmesinin" eleştirilerini spor medyamızda ne yazık ki bulamıyoruz! Bu yüzden "sponsorluk yasasının topal çıkmasının önüne geçilemediğini" ve bugün "şampiyon boksörlerin profesyonelliğin kucağına itilmelerinin önlenemediğini" yazmak bile aklımızdan geçmiyor! Kısacası "olayların önüne geçme yerine, peşine takılmayı bile beceremediğimizi" görmüyoruz! Böyle olunca da "spor dünyamızda nelerin olup bittiğinden habersiz", ticari futbolun cambazlıklarına kendimizi kaptırmış, "birileri ve birkaç kulübe hizmet ediyoruz!" İşte o kadar!. Temel konu!... "Kaçacak ne var?" başlıklı yazımızda, "biraz gerçeklere dokunup çokça mizah yaptık!." Şimdi işin esasına gelelim! Galatasaray'da hiç vakit kaybedilmeden "yepyeni bir yönetim oluşturulmalıdır!" "Mart'a kadar böyle devam, kulübün içindeki ağır parasal şartları çok daha ağırlaştırır!" Krizden çıkmak için vakit kaybedilmemelidir; en kıymetli şey, zamandır! "Dağılmış, birbirine düşmüş, birbirine güvenini kaybetmiş" bir yönetimle Mart'a kadar gitmek, Galatasaray için intihar olur! Yeni yönetim "üç temel üzerine oturtulmalıdır!" Bir: 30-40 milyon dolar taze para bulabilecek, İki: Camiaya güven verebilecek, Üç: Parça parça bölünmüş camiayı bütünüyle kucaklayıp, bütünleştirecek... Bir yönetim!... İzzettin Doğan "bunu yapabilecek kapasitede ve kişilikte bir Galatasaraylıdır!" Saygın ve tertemiz, güvenilen, inanılan, toplayıcı ve toparlayıcı yöneticilik ve liderlik vasıfları olan bir insan... Galatasaray'ın bugün "şampiyonluklardan önce" bir lidere ve onun kuracağı bir yönetime ihtiyacı vardır!. "Mart'a kadar Süren" değil, "Hemen İzzettin Doğan" formülü, vakit çok geç olmadan Galatasaray'ı bu karanlık tablodan kurtarabilir! Galatasaraylılar'ın artık masallara kanmak yerine gerçeklerle yüzleşmek zamanlarının geldiğini anlamaları gereklidir! Gün o gündür!.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.