Komedi!..

A -
A +

Birinci Perde: Sahnede "dazlak kafalı" bir büyük kulüp yöneticisi, konuşuyor: "Basın artık haddini aşıyor. Bazı gazetecilere ders vermek gerekiyor. İstanbulluyum ama Siirt doğumluyum. İstanbulluluğumu unutup Siirtliliğime döneceğim ve gerekirse birkaç gazeteciyi döveceğim." İkinci Perde: TSYD Genel Merkezi'nde telefonlar çalışıyor, yöneticiler tartışıyor ve gazetelerde haber: "TSYD bugün bir açıklama yaparak 'gazeteci döveceğini söyleyen' yöneticiyi kınayacak. Ayrıca gazetecilerin topluca bu yöneticiyi mahkemeye vermesi de bekleniyor. Son dönemde medyaya yönelik şiddetin arttığı ve bu yöneticinin tehdidinin de bunun tipik örneği olduğu belirtilirken, bu yöneticinin üyesi olduğu kulübün yönetiminden de bu kişiye karşı bir kınama gelmemesi, tepki ile karşılandı. Bu yöneticinin ayrıca bölgecilik ayrımı yaparak, toplumu bölmeye yönelik hareket ettiği de ifade edildi." Üçüncü Perde: Cumartesi günü bazı gazetecileri dövmekle tehdit eden yönetici çark etti ve telefonda özür diledi; "Bir anlık kızgınlıkla söylediğim sözler maksadını aştı." Dördüncü Perde: TSYD Genel Başkanı Onur Belge köşesinde yazıyor: "Fırtınanın Hakan Bilal Kutlualp ile doruğuna çıkması bizi şaşırttı. Gerçi, 'Ben önce tribün taraftarıyım, sonra yönetici' demesi bizi biraz tedirgin etmişti. Ama ne yalan söyleyelim, saygılı, önünü arkasını bilen biri gibi davranıyordu. Bir kaç spor yazarı dövme gibi iştah kabartan sözlerini duyunca, 'Yavaş ol molla Bilal' diye düşündük. Bizden başlasaydı bari. Yaşımız yarım yüzyılın ortalarını geçti. İşi de kolay olurdu hani. Neyse ki aklını başına çabuk toplamış. Gürcan Bilgiç aradı, 'Sinirlendim, ağzımdan çıktı. Söylememem gerekirdi. Toparlamak için ne yapmak gerekirse yapalım' demiş. Muhabirlerle yenen yemek herhalde bu anlamı taşıyordu. Nadim olduğuna göre fazla ezmemek gerek. Ancak Fenerbahçe'nin bir yöneticisi ağzına gelen lâfları söylerken dikkat edecek. Nedir, bu herkes birbirinin gözlerine düşmanca bakıyor. Tansiyonu düşürmek gerek. Bunu her anlamda söylüyoruz. Kindarlık kimseye yarar getirmez. Bu noktada görev başkan Aziz Yıldırım'a düşüyor. Aziz Yıldırım birden sinirlenen bir yapıya sahip. Ne yazık ki, onu yatıştırması gereken Murat Özaydınlı ve Mahmut Uslu bu görevi yapamıyorlar. Tam aksine yangın oldu mu üstüne benzin döküyorlar. İşin en acı tarafı bir de kendilerini haklı görüyorlar. Başkan Aziz Yıldırım ayırımcılığı bırakacak. Ritmik olarak ve yanına Serkan Acar'ın dışında kimseyi almadan Fenerbahçe ile ilgili spor yazarlarını davet edecek. Böylece anlaşmazlık ve istenmeyen gerilimler ortadan kalkar. Kapışmaların altında gizli kalan güzellikler de ortaya çıkar." Ve sonraki sayısız perdeler: Gazetecileri tehdit eden, döven, vuran, vurduran, küfreden, hakaret eden "dazlak zihniyetinin" ne ilk olayı bu, ne de son... Üstelik "bu defakinin başkanı ve yönetici arkadaşları" bu benzer olaylarla defalarca medyaya düşmüşler... Her defasında "bir daha olmayacak" özrü ile üzerlerine gidilmeyerek, kurtulmuşlar.. Hiç olmazsa "bu defa" diyorduk; "Bizim derneğimiz gereğini yapacak. Alenen tehdit var, Türk Ceza Kanunu'na girecek bir suç var... Bildiriler yayınlanacak, eylemler yapılacak, savcılığa suç duyurusunda bulunulacak... Spor Bakanı'na, 'sporda şiddetin önlenmesi için' hazırlanan tasarıyı en iyi bir şekilde çıkarmak için çırpınan Adalet Komisyonu Başkanı Köksal Toptan'a duyurular yapılacak ve denilecek ki; işte bunlara dur denilmez ve bunların cezaları verilmezse şiddet önlenemez. Yönetici böyle yaparsa, taraftar ne yapmaz?" Heyhat... Ümitlerimiz kursaklarımızda kaldı; benim derneğimin yönetimi, "bir telefonla" her şeyi unutuverdi, "yok saydı, olmamış saydı", defalarca ve defalarca "bu çirkin hareketleri yapanlara hâlâ inandığını gösterdi" ve "fısss" diye sönüp, oturdu!.. Kabahat elbette bizde; "Eğitim Semineri'nin TV'lerde, gazetelerde haber olması uğruna, spor yazarlarına ve onun derneğine yıllarca hakaret eden" bir yorumcuyu seminere davet edip "aklayan" bir yönetimden, "bu olayda da fazla bir şey beklemek" ancak bizim gibilere has bir saflık gösterisi olurdu; nitelim de oldu!.. "Türk sporundaki dazlak kafalar" şu anda kahkahalarla gülüyorlar ve "spor yazarlığını düşürdükleri durum için" kendileri ile iftihar ediyorlar ve yeni yeni adımlar atmak için hazırlanıyorlardır!.. Nasılsa tepki yok, nasılsa "her şeyi kabul eden, yalayıp yutan bir topluluk var", nasılsa "bu topluluk kum torbasına benziyor"; neden "dazlaklığın gereklerini tekrar ve tekrar yerine getirmesinler ki?" Bu tabloya bakarak, TSYD yönetimi ve onun başkanı iftihar edebilirler ve ümitle bekleyebilirler; "TSYD Kupası'nı belki de oynatacaklar!!!.." Ama merak ettiğim bir konu var; "yavaş olan" molla Bilâl mi, yoksa....

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.