Konumuz; insan ve futbol!..

A -
A +

Evet, "gazeteci de insandır, futbol yorumcusu da insandır, spor yazarı da insandır" ve onların da kızmaya, öfkelenmeye, duygusal davranmaya, yazmaya, konuşmaya hakları vardır!. Vardır, amma..Nereye kadar? Futbolcunun da, sporcunun da, hocanın da "insan olduğunu bilmeye" ve ona göre davranmaya, konuşmaya, yazmaya kadar!.. "Ben kızarım, öfkelenirim, aklıma geleni yazar ve söylerim" diyen ve "ona göre davrananların", en ağır şekilde eleştirdikleri, hatta hakaret ettikleri kişilerin de "insan olarak öfkelenip, kızıp, beklenmeyen ve istenmeyen hareketleri ve hataları yapabileceklerini" kabul etmeleri gerekir!. "Ben yaparım, ama o yapamaz" zihniyeti, "hakkı ve haklıyı inkar etmek" demektir!. Eğer "duygular ve öfke" gözleri kör etmediyse.... Şenol Güneş, "önce yenilmeyeyim, galibiyeti sonra düşünürüm" diye çıktığı ve gerek tertibi ve gerek taktiği ile başarılı da olduğu "ilk Brezilya karşılaşmasında", ikinci yarının ortalarında "Brezilya'nın oyundan düştüğünü görmüş, galibiyete oynamayı seçmiş ve yorulan, üst üste top kaptırmaya başlayan, ardından da kovalamayan Yıldıray'ı çıkararak" maç içinde dev bir rakibe karşı "3-5-1-1'den, 4-4-2'ye dönmek gibi müthiş bir cesareti göstermiş", ne yazık ki Koreli hakemi hesaplayamayarak, oyunu kaybetmişti! Şenol Hoca'yı devamlı olarak "korkaklıkla ve maç içinde oyuna müdahale edememekle" suçlayan futbol yorumcuları ise, nedense bu defa "alkışlamaları gereken bu cesur müdahaleyi" , maç kaybedildiği için, onu yerle bir etmenin fırsatı saymışlardı!. Ah şu "tabela yazarları!.." Büyük çoğunluğu zaten Şenol Hoca'nın "saha içinde ne yaptığını bile anlamamış ve görmemişlerdi!." Ama bu arkadaşlar daha sonra "biz eleştirmeseydik, 4'lü defansa dönmeyecekti" diye yazmakta yarışacaklardı!. Aslında, Şenol Hoca "Kosta Rika maçında da 4'lü defansa devam edecekti!.." Ama, Brezilya maçından sonra çıkan ağır eleştiriler ve futbolcuların "büyük bir moral bozukluğu içine düşmeleri", Şenol Hoca'ya "bu maçta da garantili oynaması gerektiğini" anlatmış, nitekim "buna uygun tertip ve taktikle oynayarak" maçı almak üzere iken, son dakikalarda "o talihsiz gol gelmişti!." Tıpkı, İsveç maçı gibi!.. Ve de sonrasında, son derece yıkıcı eleştiriler, hatta hakaretler!.. Bu maçlar sırasında "yazılıp çizilenlerin, söylenenlerin" futbolcular ve hocalar üzerinde yaptığı psikolojik tahribatı, "insan olanlar" çok iyi anlayabilir ve tahmin edebilir ama, bu konuda "uzman olan" ve kafilede bulunan "Dr. Turgay Biçer" acaba ne diyecektir? Türk medyası "öyle hale gelmiştir" ki, bir Allah'ın kulu da çıkıp Turgay Biçer'e "Hocam, senin uzmanlık dalın yönünde kampta acaba neler olup bitti" diye sormamış, "onu konuşturmamıştır!." Geliyorum Hakan Şükür meselesine!.. Spor medyası Hakan Şükür'ü "bitirmek ister gibi" davranmasa ve "idam sehpasına çıkarmasa", Şenol Hoca "onu oynatmamayı düşünebilirdi" ve belki de "oynatmayacaktı!." Amma.. Hakan'a öyle bir saldırı oldu ki, futbolcu arkadaşları da, hocaları da, "sonuna kadar" Hakan Şükür'e sahip çıkmak durumunda kaldılar!. Şenol Güneş, "kaptan Hakan'a sahip çıkmasa", futbolcuların hemen hepsi "hocaya hiçbir zaman güvenmeyecek" bir noktaya geleceklerdi; halbuki Şenol Hoca "aynı futbolcularla yola devam edecek", Dünya Kupası'ndan sonra da sıra Avrupa Şampiyonası'na gelecekti!. Dikkat ettiniz mi, bilmem: Final maçının ilk yarısında Ronaldo "Hakan'a benzer şekilde" üç tane "büyük gol fırsatını" kullanamamıştı!. Scolari, "onu oyundan almamış" ve Ronaldo ikinci yarıda "kupayı getiren golleri atmıştı!." Dünya Kupası'na katılan 32 takımın teknik direktörleri "sırayla" Türk Milli Takımı'na hocalık yapsalar, hepsi de "Hakan'ı ilk 11'e koyarak sahaya çıkarlardı!." Elinde "Hakan gibi bir oyuncun varsa", başka türlü hareket edemezsin; adama gülerler!. Gelelim "İlhan" olayına!.. Seyredin Güney Kore maçının kasetlerini!.. İlk yarıda İlhan'ı hep görürsünüz, peki "aynı" İlhan ikinci yarıda nerededir? Şenol Hoca, İlhan'ın "henüz 90 dakika Türk Milli Takımı'nın hücum gücünü taşıyamayacağını" düşündüğünden, "ona maç sırasında en faydalı olacağı dönemlerde" görev veriyor; böylece "başarısızlığa uğramamasını, moralinin bozulmamasını ve kaybolup gitmemesini" sağlıyor!. Hatırlayın, böyle bir "erken yıldızlaşma sendromunu" Nihat yaşamamış mıydı? Deniyor ki; "neden Brezilya maçında da 4-4-2 oynamadık, İlhan neden Hakan'ın yanına konmadı?" Söyler misiniz bana; 4-4-1-1 oynarken bile Brezilya'ya, devamlı pas hatası ve çalım yapıp top kaptırarak "beş-altı net gollük fırsat veren" orta sahamızdan, bir adam daha eksiltilerek, ileriye İlhan eklenseydi, ne hale gelirdik? İlhan'ı ileri uca alan Şenol Güneş, takımdan kimi kesecekti; Hasan'ı mı, Yıldıray'ı mı? Hasan'ı kesse; "Japonya'yı başına yıkardık!." Yıldıray'ı kesse; "onu ilk Brezilya maçında ikinci yarının ortasında çıkardı" diye Hoca'nın başına Güney Kore'yi yıkmamış mıydık? İlginçtir; Şenol Hoca konusunda "bazıları" o kadar peşin fikirli idiler ki; son maçta "Okan'ı maç sonunda oyuna aldı" diye neler söylemediler!. Oynadığı sürece "iki top kaptıran ve beş top kapan" Okan'ın oyuna alınmasını "kaptırılan toplar sebebiyle" ağır şekilde eleştirenler, Hasan'ın maç başına "10 top kaybı", Yıldıray'ın "8 top kaybı" ile oynadığını nedense "es geçtiler!." Milli takımı "Dünya Kupası'na taşıyan takımın grup maçları boyunca" adeta hammallığını yapan, sahada basmadık yer bırakmayan, gol atan, attıran, Avrupa Şampiyonası finallerine giden yolculukta da "aynı görevi üstlenecek olan" Okan'ı "Dünya üçüncülüğüne giden yolda ve takım maçın sonuna 3-1 galip girmişken" Şenol Hoca'nın oyuna sokmasına bile kızanlar, söyler misiniz bana "hayatınızda hiç hocalık yaptınız mı ve adam kazanmanın ne demek olduğunu biliyor musunuz?" Yazacak çok şey var ve verecek çok misal var; ama yerim dar!.. Zaten gereği de yok!.. "Şartlanmışları" değiştirmem mümkün değil!. "Şartlanmamışları" ise, bundan sonra izleyeceğiz, bakalım Avrupa Şampiyonası yolculuğunda ne yapacaklar?. Bir artı üç!.. "Fatih Terim ve Galatasaray ne yapıyor?" diye soranlara cevap veriyorum: "Bazıları Dünya Kupası'nda ilk turda elenenlerin peşinden koşup onlarca milyon doları yollarına dökerken, Fatih Hoca Dünya Kupası'na damgasını vuran ve birincilikle üçüncülüğü alanlardan bir kadro kuruyor!.." "Türk Milli Takımı'nın temel taşları artı Brezilyalılar!.." Peki "ne pahasına" yapılıyor bu işler? "Dünya Kupası'nda ilk turda elenen bir takımın tek gol atamayan yıldızına bir büyük kulübümüzün verdiği para bile, Terim'in kurduğu yeni kadronun tüm maliyetinden fazla!.." Özhan Canaydın'ın "İlle de Terim" diye tutturmasına ve "takımı şampiyon yapan Lucescu'ya teşekkür etmesine çok kızanlar", bilmem ki "şimdi" ne düşünüyorlar? Terim, "bugünün standartlarında nerede ise yok pahasına" 4-5 yıl hem Türkiye'de, hem Avrupa'da "iddialı olacak" bir takım kuruyor!. "Lucescu kalmalıydı, ona vefasızlık yapıldı" diyenlere "Galatasaray'ın yarınlarını kuran ve kurtaran Canaydın-Terim ikilisi" en iyi cevabı verdiler; veriyorlar!. Galatasaraylıların "onlara teşekkür etmeleri" gerek, nerede ise batmış bir kulübü, "futbol iddiasının çıtasını da yükselterek" kurtarmanın nasıl olacağını gösteriyorlar; ders niyetine "bütün spor fakültelerinde okutulmalı!." At martini!.. Koca koca gazetelerin spor sayfalarında "bitip tükenmeden" birbirini tekzip eden, aslı astarı olmayan haberler çıkıyor!.. Vatandaş da kahkahalarla gülüyor!.. Artık, "hele transfer haberleri konusunda" spor sayfalarına inanan, güvenen kimsecikler kalmadı!. Yok, "Hakan Beşiktaş'ta.." Yok, "İlhan Galatasaray'da.." Yok, "Ergün Fenerbahçe'de.." Görülüyor ki, "bir akıllı bir kuyuya matrak bir taş atıyor.." Haydaaa... "Spor sayfalarımız" bu "matrak taş" tan haberler, manşetler, yorumlar yapıyor!.. Peki, "böylesine asparagas haberleri yazanları, sayfalara koyanları, manşetlere çıkanları" gazeteler ne yapıyor? Önce, "şef.." Sonra, "müdür yardımcısı.." Sonra da, "müdür..." Eh, spor servislerinin "en sorumlu koltuğuna" böylesine "asparagasa meraklı olanlar gelince" ne oluyor? "Genç spor yazarları ve spor muhabirleri" de asparagasa meraklı oluyor!. Tam bir "yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan" olayı!.. Ama, olan da mesleğimize oluyor; ne inanırlılığımız kalıyor, ne de güvenilirliğimiz!.. İzmir "S.O.S" veriyor!. Koca İzmir, gelecek sezona "Süper Lig'de takımı olmadan girerse" hiç kimse şaşırmasın!.. Görünen köy kılavuz istemez!.. Başta Göztepe ve Altay olmak üzere, İzmir Kulüpleri "çözümsüz" mali sıkıntı içindeler!.. Büyük borçlar var.. Taze para yok.. Böyle olunca da "Süper Lig'de kalıcı olmanın, iddialı olmanın gereği olan transferler yapılamıyor; yapılamadı!." Aslında İzmir Futbolunda tablo yıllardan beri aynı ve "giderek kötüleşeceği" ortada iken, cesaretle "kalıcılığı sağlayacak" cesur ve köklü tedbirler alınamıyor, gerekli adımlar atılamıyor!. Açıkça belli oldu ki; "İzmir bu kadar fazla profesyonel futbol şubesi olan kulübü besleyemiyor!." "Küçük olsun benim olsun" zihniyeti, artık geçerli değildi!. Onun yerini "küçük olsun, borçlu olsun, benim oldun" zihniyeti almıştı!. Ama, "borç muslukları da tıkanınca"; işler, tam bir "çabalama kaptan ben gidemem" oyununa döndü!. Kimse kızmasın, gücenmesin; içinde bizim de bulunduğumuz bir grup "spor insanı", yıllar önce "bu durumu görmüştü" ve o günlerden beri adeta kırık plak gibi tekrarlayıp geliyorduk: "Bir üst yapı kuruluşu olarak İzmirgücü kurulmalı ve İzmir'e layık bir takım oluşturularak şampiyonluklara, Avrupa Kupaları'na oynanmalı!..Böylece, Türkiye'nin en büyük stadı her 15 günde bir dolacak hale getirilmeli.. Tribün gelirine, reklam, logo ve TV gelirleri de eklenince, kendi ayakları üzerinde duracak bir kulüp ortaya çıkacak!.. Bu yapılamazsa, yarın İzmir kulüplerine yönetici ve para bulma imkanı kalmayacak!." Yavaş yavaş o günler gelmeye başladı!.. Ama, "bazıları" hala direnmeye devam ediyor!. İyi de; nereye kadar? İstek haklı mı acaba?.. Fenerbahçe - Beşiktaş-Galatasaray Başkanları, Spordan sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü'ye demişler ki: "Ya bize destek olursunuz ya da basketbol - voleybol gibi şubelerimizi kapatır, liglerden çekiliriz!." "Sporu iyi bilen" bir spor bakanı olan Fikret Ünlü'nün "başkanlara ne dediğini" gazeteler yazmıyor!. Bizde "eksik gazetecilik yapmak" adeta alışkanlık haline geldi!. "Başkanların resti" yazılıyor da, Bakan'ın cevabı yok!. Ben Fikret Ünlü'nün yerinde olsam; "Beyler, Mondragon'un fiyatını 1.5 milyon dolar arttırmak için kimler yarıştı? Ortega'ya 22 milyon doları kim veriyor? Brezilya'da Brezilyalı futbolcu bırakmayacak gibi görünenler kimler?" diye sorardım!. Ayrıca derdim ki: "Hani Avrupa ve Dünya Kulübü olmak yarışındaydınız? Neden büyük Avrupa kulüplerinin yaptığı gibi bu şubelerinize sponsor bulmuyorsunuz?" Ve noktayı koyardım: "Hiç Anayasa'yı açıp okudunuz mu? Size nasıl ayrıcalık yapacağız? Diğerleri çıkıp 'Üç büyükler zaten her türlü imkana sahip ve herkesten destek alıyor, devlet destek olacaksa asıl bize olmalı' derlerse, ne cevap vereceğiz?" Sorumsuz, savurgan, hesap bilmez ve "Benden sonra tufan" diyen yönetimlerin borç batağına soktukları kulüplerimizin, "devletin her türlü tasarrufa gitmek zorunda olduğu" şu dönemde, hala "devletin sırtında kambur olmaya devam etmeliyiz" demelerine şaşmamak mümkün değil!. Ya hesap bilmiyorlar...Ya da...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.