Küfür normalmiş, öyle mi?

A -
A +

Okudukça, dinledikçe tüylerim diken diken oluyor!. "Bunlar nasıl spor yazarı, bunlar nasıl gazeteci, bunlar nasıl yorumcu?" diyeceğim geliyor ama, "onları tanıdığım için" diyemiyorum! "Asıl söylemem gereken" bu sözler yerine, başka şey söylüyorum: "Trübünleri spor seyredilen yerler yerine küfür korolarına çeviren bir avuç fanatiğin nabzına göre şerbet vermeyi seçenler... Olaya tamamen popülist bir yaklaşımda bulunanlar... Trübünlerden sahaya ve hatta stad dışına taşan, kanlı - bıçaklı olayların başlangıcının küfür olduğunu anlamak bile istemeyenler..." Ne kadar acıdır ki, "küfürün sadece hakemin yanlış bir kararı yüzünden edildiğini" söyleyebilecek kadar "olaya yüzeysel bakıyorlar!" "Bu ülkenin en büyük teknik adamlarına , en büyük futbolcularına, en büyük kulüplerine, en iyi yöneticilerine, hatta onların da ötesinde eşlerine, analarına, babalarına, çoluk çocuklarına tempo ile ve dakikalarca, saatlerce küfür edildiğini" unutuyorlar! Neymiş, fakirlikmiş, sıkıntıymış, yoklukmuş... Falanmış, filanmış!. Bre aman... Numaralı trübünde oturan, maç için "milyarları ödeyen" okumuş, hem de yabancı ülkelerde okumuş, ülkenin en zengin insanlarının, hatta "Şeref Trübünü sakinlerinin" nasıl küfür ettiklerini, nasıl görmüyorlar, nasıl görmezlikten geliyorlar? Küfüre hoşgörü ile bakmak, yolun sonunda "kamalı, bıçaklı, saldırmalı, döner şişli, hatta tabancalı" kavgaların olabileceğini "görmemek, görememek anlamına gelmiyor mu?" Sporda, stadlarda "fair play'in hakim olması için elinden geleni yapması gereken" spor medyasının mensuplarından, hem de en ünlülerinden bazıları, trübün anarşisinin asıl kaynağı olan, insanlar arasında kin ve intikam tohumlarının ekilmesine yol açan küfüre "yeşil ışık yakarsa", spor medyamız "futbol uğruna dökülen kanların sorumlusu olmayacak mıdır?" "Efendim, deşarj olmak için küfür edilsin ama, sadece yanlış karar veren hakeme küfür edilsin" diyebilir miyiz, bu ayrımı yapabilir miyiz? Ya da; "Anaya, eşe, çocuğa edilmesin, onlar ayrı tutulsun!." Türk Ceza Kanunu'na göre "suç olan bir fiili savunmak", bu suça "hoşgörü ile yaklaşmak" ne anlama geliyor? "Küfür ve hakaret edildi" diye "kendileri için ağır bir şeyler yazılınca" mahkemeye koşanların "küfür Türk insanı için normaldir" diye görüş bildirmeleri ne kadar yanlış ve ayıp! Ben hayatımda "hiç küfür etmedim!" Etmem de! Küfür acizliktir! Küfür terbiye eksikliğidir!. Küfür insana yakışmaz! Küfrü dinimiz de yasaklamıştır! Küfür, "kamil insan işi değildir!." Küfür, "insanın insanlığını azaltır!" Vah benim sporum!.. Vah benim insanım!.. "Kimler senin adına ahkâm kesiyor" ve seni "küçük düşürüyor!" Küfür, spor sahalarından, trübünlerden tamamen silinmelidir!. Bülent Yavuz'un "korkak ve çifte standartlı hakemlerine rağmen" silinecektir! "Normaldir" diye fetva verenlere rağmen silinecektir! Bizler, trübünlerimizin, "bireysel ve istisnai olaylar dışında" küfürsüz olduğu günleri yaşamıştık; çocukluğumuzda ve gençliğimizde! Şimdi neden olmasın? Cüneyt Koryürek!. Çok bilinen bir anekdottur: Ünlü ressam Picasso'nun 70'inci doğum yıldönümü münasebetiyle bir kokteyl verilir. Kokteylde zengin bir İngiliz leydisi, Picasso'ya yaklaşır ve der ki: "Üstad bu mutlu günün bir anısını saklamak istiyorum. Şu kağıt peçeteye bir eskiz lütfeder misiniz?" Ressam, kağıt peçeteyi alır, cebinden kalemini çıkarır, 15 saniyede bir eskiz karalayıverir! Leydi "Çok teşekkür ederim" diyerek, kağıt peçeteyi almak için uzanır. Picasso vermez ve der ki: "10 bin Paund lütfen!." Kadın şaşkın sorar: "Aman üstad, 15 saniyede çizdiniz, 10 bin Paund eder mi?" Picasso güler: "70 yıl ve 15 saniye sayın leydim!." Bunu neden yazdım? Cüneyt Koryürek'e "olimpiyat kitabı yazması için verilecek para" birilerine dert oldu!. Durmadan yazıp çiziyorlar ve hem Koryürek'i, hem de "yapacağı işi" küçümsemeye çalışıyorlar; "Ona bu para verilir mi?" demeye getiriyorlar. Hatta hiç ummadığım bir sevgili meslekdaşım çıkıp "Adam sanki Ahmet Altan" diye yazıverdi! Şimdi olaya bir bakalım: Bir defa Cüneyt Koryürek'i tanımadıkları, hem de hiç tanımadıkları belli!. Medya dünyamızda "kerameti kendilerinden menkûl" bir çok üst düzey yöneticiye, "popülist ve televole çizgili" proğramcıya, yazar-çizere verilen 10 binlerce, hatta yüzbinlerce dolar maaş, milyon dolarlarla ifade edilen "transfer ücretleri" bilinmese, diyebiliriz ki; "Bu para acaba çok mu?" Koryürek, bu ülkede, sadece bu ülkede değil, hatta bütün Dünya'da "yaşayan" en iyi "olimpiyat yazarlarından biridir!" 1948 yılından beri bütün olimpiyatları izlemiş, yazıp çizmiş, belge, bilgi, resim toplamış hatta "Dünya'nın dört bir yanındaki eskici ve antikacı dükkanlarını dolaşarak" satılığa çıkarılmış "olimpiyat ve madalyalarını önemli paralar ödeyerek satın alıp" arşivine katan bir olimpiyat ve spor misyoneridir! Son yarım asrın olimpiyat ve atletizm tarihinde yer alan ünlü şampiyonlarla dost olmuş, mektuplaşmış, imzalı resim, kitap, gazete, dergi ve belgeleriyle "bir oda doldurmuş" bir spor yorumcusudur! Aç ve işsiz kaldığı günler olmuş ama Atletizm Dünya şampiyonalarına, Olimpiyatlara bulmuş, buluşturmuş, borç almış gitmiş, izlemiştir! Hatırlıyorum; ülkenin en büyük gazeteleri 1960 Roma Olimpiyatı'nda "İsmet Atlı hastalandı, güreşemeyecek" haberleriyle çıkarken, o sabaha karşı Basilica di Masencio'dan açık tuttuğu telefonla "İsmet mindere çıktı, Tahti'yi yenerek olimpiyat şampiyonu oldu" haberini verip herkesi atlatmış, gidip otele uyumak ya da Roma'nın güzel lokantalarında "Napoliten dinleyip şarap yudumlamak yerine", kimsenin yapamadığını yapıp "Ya İsmet inat edip hasta hasta çıkıp güreşirse" diyerek sabaha kadar minder kenarında kalmış; "görevini tam olarak yapmıştır!" Şimdi diyorlar ki; "Cüneyt Koryürek'e bu para verilir mi?" Ben, "söylenen parayı" sadece kitabın telif ücreti olarak alacak zannediyordum ve diyordum ki; "Normal! Bu geçmişiyle, olimpiyat için daha önce yazdığı kitaplarla, yaptığı belgesellerle bu parayı haketmiştir, almalıdır!" Meğer "O paranin içinde, basılacak 13 bin adet kitabın her türlü masrafı da varmış!." Yani; baskısıyla fotoğraf ayırım masraflarıyla, kağıdıyla, kapağıyla, herşeyiyle... Bu biline biline "o eleştiriler yapılıyorsa", çok yazık! Hadi, "Olimpiyata ve spora yabancı kalmış" ve olaylara hep ideolojik bakmış bazı ekonomi yazarları "olayı öyle yorumlayabilirler!." Ama spor yazarları? Bir spor yazarı, "spor için yazılan bir kitabı, yapılan işi, onun telif haklarını" neden bu şekilde eleştirir? "Sporu neden küçük görür?" Ahmet Altan, benim öz dayımın kızının kocasıdır! Yani kuzenimin! "Buna rağmen" diyorum ki: Ben, Ahmet Altan'ın en çok konuşulan ve tartışılan kitabı olan "İsyan Günleri'nde Aşk" kitabı yerine, Cüneyt Koryürek'in "Olimpiyat kitabını tercih ederim!" Bir; o kitap olimpiyatlar için bir başucu kitabı olacaktır, tabii sporculara, sporu sevenlere ve spor yazarlarına... Biliyorum ki, Cüneyt Koryürek "en iyisini yapacaktır!" İki, Ahmet Altan'ın kitabı "belirli bir entel çevrenin, belirli bazı ideolojik görüşlere sempati duyanların ve de bir kısım hanımefendinin okuduğu, sevdiği bir eserdir"; o kadar! "28 Şubat ve ordu ile ilişkilendirmese" ve "reklâmını o yönde yapmasa", çok kişinin de bu kitabı duyacağı yoktu! Hatta bugün "onu örnekleyenlerin bile!." İşin bir de "Bakan tarafı var" ki, o konuyu sayın Fikret Ünlü açıklığa kavuşturmazsa, biz kavuşturacağız; o zaman hiç kimsenin söyleyeceği söz kalmayacak! Yöneticilik! Sevgili Fatih Altaylı bilmeli ki, "TV'de teke tek proğram yapmak" ya da "Hürriyet'te "aklına geleni, istediği gibi yazmak" ile Galatasaray'da yöneticilik yapmak başka başka şeylerdir! "Galatasaray yöneticisi olarak" ağzından çıkacak sözü "kırk defa tartacaksın!" Yoksa, işte böyle "Başkanına güvenmeyen, inanmayan, onu yerden yere vuran" kişi durumuna düşersin! Açıklamaların da "kırdığı potu hafifletmez!." "Espri" yakıştırması durumu kurtarmaz! Aziz Üstel, "durmadan, düşünmeden konuşarak" kendini yedi bitirdi, devam ederse mazisini de yemeye başlayacak! Dilerim ki, onun durumuna düşme! Yönetici olarak konşurken "gazeteci olduğunu unut!" Unutamıyorsan, yöneticiliğe veda et; benden dost uyarısı! Okan!.. Huylu huyundan vazgeçmez!. Mızrağı çuvala koyup saklayamazsınız! Okan, milli maçta kendisini "ikinci sarı kartla oyundan atılmaması için" kenara alan hocası Şenol Güneş'e saygısızlık etmiş, tepki koymuştur!. Şenol Güneş ne derse desin, "bu olay saklanamaz!." Okan özür dilemişmiş de, "Ben böyle birşey yaptım mı hocam, yaptıysam özür diliyorum" demişmiş de... miş... miş... "İlk defa olsa", bir kızgınlık anında "olabilir" der geçerdik! Ama bu kaçıncı? "Bu tip oyuncular" değişmez! Degişmedikleri için de "başkalarına kötü örnek olurlar!." Tugay, Okan'lara, Arif'lere kötü örnek oldu!. Okan'lar, Arif'ler Hasan'lara kötü örnek oldu! Şimdi bakalım Hasan'lar kimlere kötü örnek olacak? Sebep; hocalarının disiplin zaafiyeti, yufka yürekliliği, ceza uygulamaktaki acizliği... Medyamızın da "bu tiplere taviz vermesi", müsamaha göstermesi... Tugay, Mustafa Denizli'ye yaptığından sonra, bir daha milli takıma alınmamalıydı! Şimdi Okan, "ağzıyla kuş tutsa" hiç olmazsa "4 - 5 maç milli takıma alınmamalı!." Sergen'in hocasına yaptığını, Okan hocasına yaptı! "Kendimizi göstrmek fırsatı elimizden alındı, onun için!." Yooo!. Milli Takım "ayyıldız için oynama yeridir, kendini gösterme yeri değil!." "Ayyıldız için oynarsın", iyi oynarsın, şımarıklık yapmazsın!. Ve de aynı zamanda "kendini göstermiş olursun!." "Kompleksler" yüzünden milli takım ve onun "onuru" paspas edilemez! Şenol Güneş "Şenol Güneş olarak", kendisine yapılanı affedebilir, ama "Milli Takımın, ayyıldızın hocası olarak", yapılana gereken cezayı vermek zorundadır, kapatamaz, saklayamaz, "yok sayamaz!." Yarın aynı oyuncu, hatta daha başkaları "çok daha çirkin davranışlarda bulunurlarsa", sorumlusu kendisi olacaktır; bunu iyi bilmeli!. Sergen ve Ayhan!.. Roma - Galatasaray maçında Sergen'i de, Ayhan'ı da beğendim! Lucescu'nun "vazgeçemediklerinden" çok daha iyiydiler! Sergen, özellikle Erman Toroğlu Hoca'yı mahcûp edecek gibi görünüyor! Ayhan ise, morale ihtiyacı olduğunu gösterdi. Ne var ki, öyle bir hocanın elinde ki, "bu morali bulması" imkânsız! Çok yazık!. 10 pasının 9'unda şaşıran Bülent Akın'a tanıdığı şansın 10'da birini Ayhan'a tanımayan bir hocayla karşı karşıyayız! Roma maçı olmasa, "çok futbolcu" yedek kulübesinin karanlığında oturup duracaktı! Ne Mendez'i, ne Ayhan'ı, ne Vedat'ı, ne "o maçtaki yerinde" Capone'u görecektik! Serkan'ı da!. İddia ediyorum: Roma'ya karşı çıkan kadro "bir-iki takviye ile" Sofya'da Levski'yi rahat eler! Ama, Lucescu İstanbul'daki kadroyu "mecburi bir iki değişiklikle sahaya sürecek" işte o kadro ne yapar bilemem; ümidim az! "Doymuşlar ve bitmişlerle, memur zihniyetli bir hocadan" Galatasaray'a hayır gelmez! Anlayana sivrisinek saz! Bülent Yavuz'un askerleri!... Suat'ı savunmak aklımın ucundan geçmez!. Üstelik Galatasaray'ın "bu olayda mağdurları oynamasını da hiç ama hiç doğru bulmam!." Yılda iki- üç defa "kendilerine yapılanın, her hafta defalarca Anadolu takımlarının başına geldiğini görmeyenler, duymayanlar, o olaylara gülüp geçenler için" aslında "Oh olsun, başınıza gelince bağırıyorsunuz ama, başkalarına yapılınca hiç sesiniz sedanız çıkmıyor" demek gerek ama, bize yakışmaz! Benim üzerinde duracağım konu; Merkez Hakem Komitesi Başkanı Bülent Yavuz ve "onun askeri durmunda olan" bir hakemler grubu ile bu işlerin yürümeyeceğidir! Geçen sezon hem birinci ligde, hem ikinci ligde "Bülent Yavuz'un bu hakem grubu ile" şampiyonları tayin ettiğini, düşenleri ve çıkanları tayin ettiğini gördük ve yaşadık!. "Yürekler acısı kararlarla" maç sonuçlarını tayin eden hakemlerin "nasıl ödüllendirildiklerini de gördük!." Bu sezonda çark "daha ilk haftalarda işlemeye başladı!." "Korunanlar, kollananlar, çifte standartlar" çalınan ve çalınmayan her düdükle ve pervasızca ortaya konuluyor! "Sporun içinden gelen" emekli bir albayın, Hayati Erginbilgiç'in sesine kulak verelim: "Haluk Ulusoy Federasyonu ya MHK'yı çok iyi denetlemeli ya da başkanını hemen görevden alıp, bu komiteyi yeniden yapılandırmalıdır. Yarım asırdan fazladır, gerek orduda, gerek sivil hayatta sporun içinde oldum. Böylesine bir çarkın işlemesine müsade ve müsamaha edildiğini görmedim! Benim gibi bir asker olan Bülent Yavuz'a da tutumunu ve tuttuğu yolu yakıştıramıyorum. Başını kuma gömmüş, saklandığını sanıyor. Herkesi saf ve aptal zannediyor. Yaptıkları ortada... Bundan sonra da ne yapacağı belli... Bugüne kadar ne yaptıysa onu!. Bu çizgide, kimin şampiyon yapılacağını bugünden söyleyebilirim. İtirazı olan var mı?" Sevgili Ömer Ural dün Akşam'daki yazısında "Bülent Yavuz'un Suat olayında düştüğü durumu" çok iyi anlatmış, eline sağlık! Suat'ın "hakem için söyledikleri" tüyler ürpertici!. Hele, Erman Toroğlu'nun dünkü Sabah'ta yazdıkları "tüyleri iyice diken diken edecek cinsten!." Ve ey Ceza Kurulu, "eğer gerçekten tarafsızsanız alın maçın kasetlerini ve bir uzman çağırarak dudak okutun!." Hakemin ne söylediği, Suat'ın da ne söylediği ortaya çıkacaktır! Görelim bakalım hakem mi yalan söylüyor, Suat mı? Ey Bülent Yavuz, "aslında kendine ve hakemlerine güveniyorsan", bu dudak okumayı, hatta "birkaç uzman çağırarak" medya önünde senin yapman gerek!. Tabii kendine ve hakemlerine güveniyorsan!. Hodri meydan!.. NOT: Elimde genç bir hakemin mektubu var. Önemli bazı iddialarla dolu bir mektup... Hakem klâsmanlarında, görevlendirilmelerinde "torpil işlediğine dair" son derece acı bir örnek veren "hakem okuyucumun mektubunu" gelecek hafta bu sütunlarda okuyacaksınız! Tabii Bülent Yavuz'a ve Halûk Ulusoy'a da sorularımız olacak.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.