Lucescu klâsiği turu zora soktu!

A -
A +

"1-0'lık sonuç", elemeli Avrupa Kupası maçlarında "hem ev sahibi, hem de deplasmanda oynayacak takım için" adeta bir Sırat Köprüsü'dür!. Ev sahibi için "kolay telafi edilebilecek", deplasman takımı için de "zor korunabilecek" bir skor olarak görünürse de, eğer takımların güçleri "denk" ise, çoğu zaman ortaya "ters bir görüntü ve sonucun" da çıktığı çok görülmüştür!. Neden? Zira, ikinci maçta "yenecek ya da atılacak bir gol" her şeyi değiştirecektir!. Ev sahibi "gol yemeden iki gol atmak" zorundayken, deplasman takımı "iki gol yememek için" oynayacak ve "kontrataklardan bir gol atarak iyice rahatlamanın hesaplarını" da yaparak sahaya çıkacaktır!. "1-0'lık" ilk maç sonucu, ikinci maçı, iki teknik direktörün de "satranç karşılaşması gibi" düşünmelerine yol açar!. "Düşünce ve beyin bazında oynanan" bu satrancı, sahada kazanacak olanlar elbette ki futbolculardır!. Beşiktaş "haftaya yapılacak" rövanşa, teknik adam bazında avantajlı çıkamamaktadır!. Lucescu "böyle maçları" iyi hesaplayan, iyi tertipleyen ve iyi taktikleyen, tecrübeli bir hoca olmakla beraber, zaman sıkışması, cezalı ve sakat "önemli" oyuncuları ve "düşünce bazında" stres altında bulunması yüzünden zor durumdadır!. "Aynı zorluk" futbolcular bazında vardır!. Beşiktaşlı futbolcular, İstanbulspor maçında ortaya çıkan ve perşembe gecesi de devam eden bir "beyinsel yorgunluk" içinde gibidirler!. Kaptan Tayfur başta "stres dolu" ve "fizik gücü düşen" oyuncu sayısı artmıştır!. Tümer'den sonra Ahmet Yıldırım'ın da olmaması, Lucescu için "orta saha düzenini" zor hale getirmiştir!. "Gol yememenin şart olduğu" ikinci maçta Zago'nun cezalı olması büyük handikaptır!. Zago'nun "kendini kaybetmesi" de, Beşiktaşlı futbolcuların "beyinsel yorgunluk" olarak nerede bulunduğunu göstermektedir!. Sergen ne yazık ki, "takıma faydalı olacak" duruma geleceğine, "inatla" doktorların ve teknik direktörünün "söylediklerini" yapmayarak, "takıma yük olmaya başlamıştır!." İşte bunlar, Beşiktaş'ın "turu zora soktuğunu" gösteren işaretlerdir!. Lucescu, "bu defa" ikinci maçı, rakip sahadaki "klasik" taktiğinin yani "gol yemeyelim de, atmasak da olur" düşüncesinin "olumsuz" sonucunun gölgesinde oynayacaktır! "Mutlaka gol atmak zorunda olan", bunun için de "riski göze alan" bir rakibe mi "gol atmak" kolaydır, yoksa "kapanan ve ilk maçta aldığı galibiyetin üzerine yatmayı ve bu arada hızlı kontrataklarla gol atmayı düşünen" bir takıma mı gol atmak ve "iki gol atmak için risk alarak oynamak zorunda kalınacağından" ondan gol yememek mi kolaydır? Yıllardır, "Lucescu ile anlaşamadığımız" nokta burasıdır; sonuçta Beşiktaş da "bu anlaşmazlığın bir başka düğümü ile" bağlanmıştır!. Bakalım haftaya Lucescu Hoca ne yapacak ? Beşiktaş, Çek rakibini eleyecek güçtedir; Lucescu'ya rağmen!.. Ne alakası var? Fenerbahçe teknik sorumlusu (Teknik direktörü değil) Oğuz Çetin'in "ikazlara" rağmen "takımının başında lig maçına elbise ile çıkması" yüzünden aldığı "1 aylık hak mahrumiyeti" cezası için, Fenerbahçeli yöneticiler ve Fenerbahçeli medya "kıyameti koparıyor!." "Böyle komik ceza olur mu?" "Takım elbise giydiği için dünyada ceza alan tek teknik adam herhalde Oğuz Çetin'dir!." "Bize takım elbise giymeyi Atatürk öğretti; böyle ceza olur mu?" Bilmem ki, "bu kadar yanlışı" koca bir kulübün yöneticileri ve koca koca gazetelerin sayfalarında yazan yorumcular nasıl yapar? Sondan başlarsak, cezanın komik olup olmadığını "kolaylıkla" anlarız: Bir defa "takım elbise giymeyi" bize Atatürk öğretmemiştir!.. Türkler "takım elbise giymeyi" Atatürk'ten çok önce öğrendiler!. Atatürk'ün öğrettiği: "İşte beyler, bu şapkadır!." Atatürk'ün öğrettiği: "Kara tahta önünde çağdaş alfabenin harfleridir!." Geliyoruz ikinci yanlışa: Şimdi, "Atatürk öğretti" diye, maç öncesi Oğuz Çetin "sahanın ortasına bir kara tahta koysa ve futbolcularına taktik vermeye başlasa", buna izin verilir mi? Ya da "Atatürk öğretti" diye, futbolcularını sahaya "şapka giydirerek çıkarsa", buna hakemler, Federasyon ve Federasyon Kurulları ne der? Federasyonun yönetmelik ve talimatları "bir konuda kesin hükümler getirmiş ise" ve "buna uymayanların cezalandırılacağını" yazıyorsa, "böyle hüküm ve ceza olmaz, bunu değiştirelim" demek ve o yönde "çaba göstermek" başkadır; "o hüküm ve ceza yönetmelikte ve talimatta kaldığı sürece" ona uymak "zorunluluğu" başkadır!. Hakemlerin ve görevlilerin "teknik direktörlerle, antrenörleri kolayca fark etmelerini sağlamak" ve "teknik direktörlük kurslarını özendirmek için" talimatlara konan bu madde aslında faydalıdır!. Oğuz Çetin bey, "ille de takım elbise ile sahaya çıkmaya özeniyorsa" bir an önce, "teknik direktörlük sertifikasını almaya" gayret etmelidir; "talimatları bile bile çiğnemeye değil!." Ve de benim anlı şanlı medyam, "federasyon talimatlarını titizlikle uygulayan" hakeme (galiba Mustafa Çulcu idi) teşekkür etmelidir; onu suçlamak yerine!.. "Dördüncü" hakem iken ikaz etmiş, ama Oğuz Bey "tınmamış bile!." Bir de "bile bile" hem de "aynı hakemin orta hakem olarak görev yaptığı bir maça" da takım elbise ile çıkarak "Ben seni takmam" demeye getirince, "1 aylık taban cezaya bile" eleştirmek yerine teşekkür edilmesi gerekmez mi? İşte biz "üç büyüklerin" talimat ve yönetmelikleri çiğneyen kişilerini, teknik adamından futbolcusuna, menajerinden yöneticisine kadar medya olarak böyle "korumaya ve kollamaya alırsak", o hava içinde "bu kötü alışkanlıklar" Avrupa sahalarına intikal edince, "elin oğlu" gözünün yaşına, senin "büyük kulüp aidiyetine" bakar mı; bastırır cezayı, alırsın boyunun ölçüsünü!. Nitekim de öyle oluyor ve biz durmadan ağlıyoruz!. Son bir soru; bir takımın sahaya "kaptanının kolunda pazubent olmadan çıkmasına hakem izin verir mi vermez mi?" "Olmadığı görülürse" ne yapar? "Kaptanlık pazubenti", kaptanı diğer oyunculardan "kolaylıkla ayırmaya yarayan" bir işaret değil midir? Öyleyse, "teknik direktör ile antrenörlerin kolaylıkla ayırt edilmelerini sağlayacak olan" elbise-eşofman farkı neden "komik" olsun? Hele hele bir de "Telefonla sorduk, mahzuru olmadığını söylediler" lâfı yok mu; koskoca Fenerbahçe'nin nasıl "el yordamı ile" yönetildiğini ortaya koyuyor ki; çok yazık!. Ben "Fenerbahçe Kulübü üyesi" olsam "bu lâfı eden" yöneticinin, "Fenerbahçe'yi küçük düşürmekten" Disiplin Kurulu'na sevki için dilekçe verirdim!. Hedef artık sapmıyor!.. Aziz Yıldırım'ın "muhtemelen" eski bir asker olan "emekli amiral" Attila Kıyat'tan aldığı "hedef saptırma taktikleri" artık tutmuyor!. Uslu - Özaydınlı çiftinin "agresif" tutum ve lâfları da "artık" hiçbir işe yaramıyor!. Fenerbahçe medyası, fena halde şaşkın ve panik içinde, darmadağın oldu!. Takke düştü; kel göründü!.. Suçlu hakemler; vurun!. Suçlu Federasyon; vurun!.. Suçlu Ali Şen; vurun!.. Suçlu Revivo; vurun!.. Suçlu Ortega; vurun!.. Suçlu Denizli; vurun!.. Suçlu Lorant; vurun!.. Suçlu medya; vurun!.. Suçlu Galatasaray; vurun!.. Suçlu şu... Suçlu bu; vurun!.. Geldik bugüne ve "deniz bitti!.." Durum belli oldu!.. Fenerbahçe Kulübü "iyi yönetilmiyor!.." Büyük bir savurganlık ve tutarsızlık var!.. Bunca teknik adam, bunca futbolcu "başarısız" ama "onları alan, onları getiren, yüz milyon dolara yakın bir parayı bu yüzden harcayan", yani "sokağa atan" bir başkan ve yönetim kurulu "başarılı"; olacak şey mi? Bakıyorum, futbol medyamız da "gerçekle" nihayet burun buruna geldi!. Nerede benim "attıkları zaman mangalda kül bırakmayan" Aziz Başkanlarım, Uslu'larım, Özaydınlı'larım, Saran'larım? Acaba, "Kıyat Amiralim", "bugün sütre gerisinde saklanmak günüdür" mü dedi; pek muhtemeldir!.. Denizli görevini yaptı!. Avrupa Kupaları'nın "en tecrübeli" takımlarından Porto önünde Denizlispor'un uğradığı hezimet, elbette Türk futbolu adına üzücüdür!. Olaya "skor olarak bakarsak", her Türk'ün bu üzüntüyü yaşadığını söyleyebiliriz!. Amma... Denizlispor gibi "mütevazı", hatta "olumsuz" şart ve imkanlarla ayakta durmaya çalışan bir ekibin, "buralara kadar gelmesi" bile Türk futbolu adına çok önemli ve Denizli adına "iftihar vericidir!." "6-1'lik skor", kalite farkından çok "tecrübe" farkıdır!. Rıza Çalımbay ve öğrencilerini, tabii başta da Denizlispor yönetimlerini kutluyorum!. Haftaya "bir formalite maçı" var gibi görünüyor; bence hayır!.. Haftaya Denizlispor'un "onur maçı" var!.. Denizlispor turu geçemeyecek ama, Porto'yu "yenecek güçte olduğunu" gösterecektir!. Göstermelidir!. Nerede gazetecilik? Ey benim "tarafsız" spor, pardon "futbol" medyam!.. İşte size ve tabii "başta" bu medyanın "spor" pardon "futbol" müdürlerine sorularım: "Galatasaray'ın kötü gittiği" günlerde, Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın'ın, mesela "Beşiktaş'tan ayrılmış olduğunu varsayalım" Lucescu ile İstanbul'un bir lokantasında baş başa, hayır "kendisine danışmanlık yaptığı dillere destan olan" bir spor yazarının da bulunduğu masada, yemek yese, sizce "bu durum" bir haber midir, değil midir? Ya da... İnşallah olmaz ya, Beşiktaş "kötü sonuçlar aldığı" bir tünele girerse, bu sırada, Beşiktaş Başkanı Serdar Bilgili, "Galatasaray'dan ayrılmış olduğunu varsayalım" Fatih Terim ile baş başa, hayır "kendisine danışmanlık yaptığı dillere destan olan" bir spor yazarının da olduğu masada, yemek yese, sizce "bu durum" bir haber midir, değil midir? Bu sorunun cevabını biliyorum da, asıl merak ettiğim "bu haberi" hatta sayfalarınızdaki sütun sayısını da arttırarak "manşetlerden verir miydiniz", vermez miydiniz; onu çok merak ediyorum! Peki... Fenerbahçe'de işlerin kötüye gittiği ve "11 puan geriye düşüldüğü" bir dönemde... Mustafa Denizli ile "Benim ayrılırken Fenerbahçe yönetimiyle bir sorunum olmadı, bazı söylenen sözler de çoktan unutuldu. Ben Fenerbahçe'den dönmemek üzere ayrılmadım" sözlerinin de yer aldığı röportajların yapıldığı bir dönemde... Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ve Mustafa Denizli, "ünlü bir spor yazarı ve üst düzey medya yöneticisi olan" bir gazetecinin de bulunduğu masada baş başa "yemek yemişlerse" ve bu haber "günlerdir" tek kelime ile gazete spor sayfalarına intikal etmiyorsa... Ve... Üstelik "bu yemekten", anlı-şanlı medyamızın "hemen hemen" bütün gazetelerinin spor servislerinin ve müdürlerinin de "haberi varsa!.." "Olmayanları" tenzih ederim!.. Ben, "bunca yıllık bir spor yazarı olarak" bu tabloyu nasıl yorumlamalıyım; söyler misiniz? Son bir soru: Aziz Yıldırım - Mustafa Denizli ve o gazeteci, 17 Şubat Pazartesi gecesi Bebek Balıkçı Restoranda "baş başa yemek yediler" mi, yemediler mi? Buyurun, cevap verin bakalım!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.