Lucesculaşmak?!!!

A -
A +

Fatih Terim, geçen yıl "Galatasaray, Şampiyonlar Ligi grubundan çıkamayınca" demişti ki: "Ben futbolcumu, defansif bir sistemle oynatmaya çalışsam, onlara 'Kalenin önüne yığıl, gol yeme' talimatını versem, ilkelerime ihanet ederdim. Bana ve kendilerine olan inançlarını kaybettirirdim. Yoksa iki maçı berabere bitirir, gruptan çıkardım. Bu benim defterimde yazmaz!.." O Fatih Terim'in, Sofya'da sahaya nasıl bir tertip çıkardığını ve "takımı nasıl oynattığını" görünce, "Bir yılda Terim nasıl da değişmiş" dedim!.. Aslında Terim'de çok değişiklikler vardı da, "bu değişiklik" çok önemli idi!.. Bu değişikliğe sevgili Ömer Ural'ın Akşam'daki Cuma günkü "Sofya'daki Lucescu" başlıklı yazısından ilham alarak bir "deyim" buldum: "Lucesculaşmak!." Mustafa Denizli, Ionescu'nun "Gergedan" oyununa atıfta bulunarak tekrarlardı: "Beni gergedanlaştıramayacaklar!.." Şimdi Terim için tartışma başladı: "Bazı maçlarda Lucesculaşacak mı?" Ne demek Lucesculaşmak? Mesela... Katıldıkları turnuvayı kazanmak için "2 farklı galibiyet gerekiyorken" ve durum berabere iken, ikinci yarıda hâlâ "Tümer'le Sergen'i beraber oynatmamak" ve bunu da "defansif zafiyet olur" diye açıklamak... Mesela... "Kendi sahasında oynarken" , hem de "10 kişi kalmış" Anadolu takımları önünde bile "kontrollü ve defansif futbolu bırakmayarak, kontratak futbolunu tercih etmek" ve "Bu maçlarda futbolcularımı böyle oynatmazsam, sonra başka maçlarda kontrolü elden kaçırırlar, ben de kaçırmış olurum" diye düşünmek... Mesela... Şampiyonlar Ligi grubundan, "bu zihniyet" yüzünden, tam beş tane beraberlik alarak çıkamamak!.. Mesela... "Şampiyonlar Ligi'nde iddialı değiliz" anlamına gelen açıklamalar yaptıktan sonra, "iddialı olabilecekleri transferleri, yönetim istediği halde" yapmamak, bunu da "takımda dengeler bozulur" diye izah etmek, ama aslında "küçük hedefe razı olduğunu" ve "Süper Lig birinciliği ile yetineceğini" ilân etmek!.. Mesela... Tıpkı bir zamanlar "yanlış hatırlamıyorsam", Beşiktaş'ı "1-0'lık galibiyetler ve bol beraberliklerle", az gol atıp, ama asıl "çok az gol yiyerek" şampiyon yapan "Kutik" isimli yaşlı hocanın izini sürmek... Mesela... Şampiyonlar Ligi'nde iddialı olununca, futbolcuların kafalarının "o hedefe konsantre olacağını" ve Süper Lig'e asılmayacaklarını düşünerek, futbolcularına ve taraftarlarına gizli-açık imalarla "Şampiyonlar Ligi'nde işte öylesine oynayacağız" mesajlarını vermek ve "bu imajı bilinç altlarına yerleştirmek için" ısrar etmek!.. "Lucesculaşmak", Lucescu'nun başında bulunduğu yıllarda "Galatasaray takımını" bütün Türkiye'nin ve Avrupa'nın kabul ettiği "büyük takım" hüviyetinden uzaklaştırmış, "küçük hedefli", her rakipten korkan bir ekip haline sokmuştur!. Galatasaray'ın ve Fatih Terim'in bugün "en büyük problemi" budur ve Galatasaray hâlâ ve bir türlü "büyük takım" havasına girememiştir!. İşte tam bu sırada, Terim için "Lucesculaşmak" tartışmaları başlamıştır!.. Çok enteresan... Bakalım "olaylar" nasıl gelişecek? Ali Şen'in Tahkim oyunu!.. Çok zaman Aziz Yıldırım'a acıyorum!.. Karşısında bir Ali Şen var ki, onunla oynuyor da, oynuyor!.. Şen, Trabzon'daki olaylardan sonra, "olay çıkaran taraftarı" adeta koruma altına aldı... Boyuna "suçsuz olduklarını" yazıyor, "nefsi müdafaa halinde olduklarını" yazıyor!.. Aslında, "nelerin olup bittiğini" biliyor da, bilmemeye getiriyor... "Olayları çıkaranların" hemen hemen herkese gönderdikleri "e-maillere inanmaya çalışıyor!.." Ama... Asıl derdi başka... "Ey Fenerbahçeliler, bakınız sizin hakkınızı Aziz Yıldırım koruyamadı, ben korudum" demeye getiriyor... Cin gibi... Bu arada "Aziz Yıldırım'ın da portresini öyle bir çiziyor" ki; "O bitti, ona acıyın... Stadı da yaptı... Ama işte o kadar..." tablosu net olarak ortada!.. Son olarak Tahkim Kurulu Başkanı Türker Aslan'a yazdığı, "Sen Galatasaraylısın" diye hitap ettiği ve onu öve öve bitiremediği açık mektup harika!.. Bir taşla "kaç kuş vuracağını" iyice hesaplamış!.. Bir; "Tahkim Fenerbahçe'nin cezasını kaldırırsa", çıkıp diyecek ki; İşte görüyorsunuz, bir mektup yazdım işi bitirdim... Cezayı kaldırttım..." İki; "Fenerbahçe yönetimi ne yaptı; hiç!.." Üç; "Tahkim Fenerbahçe'nin cezasını kaldırmazsa", bir kaybının olmadığını baştan ortaya koyuyor; "Türker Aslan ve Tahkim Galatasaraylı!.." Ne yazık ki, Türker Aslan'a "Adam gibi hukukçusun" gibilerden övgüler yağdırırken, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu'ndaki "pırıl pırıl ve dürüst hukukçuları" bir kalemde silip attığını göremiyor... Ne yazık ki, "bu örnek cezanın kaldırılması halinde", Türkiye'deki statlarda nelerin olabileceğini de düşünmüyor!.. Onun derdi; "Aziz Yıldırım'la ve Fenerbahçe yönetimi ile oynamak" ve onları "çıtır çıtır" yemek!.. Gene de, Ali Şen, "bir çoklarından" daha olumlu!.. Zira, "o bir çokları", bu olayda çıkıp "Fenerbahçeli" Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "işe el koymasını ve cezayı kaldırtmasını" isteyecek kadar ileri gittiler!.. Spor için "en tehlikeli" yolu açmaya çalışıyorlar; "Spora siyaseti karıştırmak!.." "Spor adına" tam bir "cinnet hâli!.." Başbakan "çok haklı olarak" sporun ve yetkili kurulların işine karışmazsa, "nerede ise" atacakları bir adım kaldı; sıkıyönetim istemek ve sıkıyönetim komutanlığını üstlenecek olan "Fenerbahçeli" Büyükanıt Paşa'nın işe el koyup, "PFDK üyelerini ve hatta Federasyon Başkanı Halûk Ulusoy'u göz altına almasını talep etmek!.." "Olacak şey mi" demeyin, gözler o kadar kararmış ki, istemeyecekleri şey yok!.. Üstelik, "Başbakan'ı Fenerbahçelilik görevine çağıranlar arasında", yılların "spor yazarları" da var; çok yazık!.. Tam "Fenerbahçe Cumhuriyeti'nin neferleri olduklarını" gösteriyorlar!.. Pardon... Aziziye Cemahiriyesi'nin!.. İşte böyle bir ortamda Ali Şen çıkıyor, diyor ki; "Kimseye gerek yok, ben bu kararı Tahkim'de düzelttiririm!.." Görelim bakalım; Tahkim Kurulu ne yapacak; "Federasyon'un gözlemci ve temsilcilerinin raporlarına" mı, yoksa "Ali Şen'in mektubuna ve talimatına" mı itibar edecek? Bu nasıl büyük kulüp? "Tüylerim diken diken... Barcelona'nın "sezonu açış" gösterisini TV ekranlarından izlerken, "İşte büyük kulüp böyle olunur" dedim... Evet, "büyük kulüp", çıkıp da iki de bir "Biz büyük kulübüz" demekle olunmaz, "büyük kulüp olunduğunu her fırsatta göstermek" ile büyük kulüp olunur!. İşte, mesela "sezonu Barcelona gibi" açarak!.. O muhteşem gösteriyi seyrettikten sonra, "zaping" yaptım ve oynanan maçı izlemedim; "o muhteşem gösterinin tadı damağımda kalsın" diye!.. Barcelona "büyük kulüp olduğunu" böyle gösterirken, Galatasaray "büyük kulüp olmadığını" nasıl gösterdi? Çok örnek var ama... Biz gündemde olan iki tanesi ile yetinelim... Bir; Galatasaray'ın bugünü ve yarını için "çok ama çok önemli", hatta "hayati önem taşıyan" konuların, "kulübün içinin tamamen boşaltılarak, her şeyin AŞ'lere devredilmesini sağlayacak, stat ve kredi konularını da içine alan projenin, 'Ali Sami Yen'in üst kullanım hakkı' gizlemesi altında ve tek gündem maddesiyle" oylanacağı "olağanüstü" genel kurula, 10 bin üyesinden sadece 128'ini getirebilerek ve kongreyi "10 dakikada bitirerek!.." Bir defa değil, 10 defa değil, 100 defa değil binlerce defa yazıklar olsun!.. İki; Şampiyonlar Ligi kuraları çekilmiş, "transfer için sürenin bitimine 72 saat kalmış" , hâlâ ortada ciddi bir şey yok ama, teknik direktör Fatih Terim durmadan tekrarlıyor; "İki yıldız oyuncu alabiliriz, alacağız!.." Bu saatten sonra alsan ne olur, almasan ne olur; Şampiyonlar Ligi başlıyor, adamlar gelecek, tertip gene değişecek; belki taktik de... Yeni arayışlar... Elbette gelenler, uyum zamanı isteyecekler... Ne oldu, neye yaradı ya da yarayacak? İşin suyu iyice çıktı!.. Türk insanı durmadan aldatılıyor!.. Buna da "spor medyasının insanları olarak" hepimiz alet oluyoruz!. "Büyük kulüp" olmak??? "Lâf" ile olunuyorsa, bizde çok var!.. "İş" ile olunuyorsa; nerede onlar? Skandallar ülkesi... "Spor(!)" basınımızda, nerede ise "iç sayfalarda kaybolmak üzere" konulmuş, belki de bir futbol haberi gelmişse çıkarılmış olan bazı haberlere takılıp duruyorum!.. Aslında "araştırılsalar", işlenseler, herkesin merakla okuyacağı "öyle haberler" ki, bunlar; pekâlâ manşetlere oturabilirler!.. Mesela... Çok büyük bir kulübümüzün, Fenerbahçe'nin antrenörünün, Türkiye Gençler Atletizm Şampiyonası'nda durup dururken yaptığı skandal!.. "Takım halinde birinciliğin garantilendiği" görülünce, hocamız, 4x100 bayrak yarışına, "sürat koşucuları yerine" , ister inanın, ister inanmayın; "çekiçci artı diskçi artı sırıkçı artı yüksekçi'den kurulu" bir takım çıkarıyor ve takımı çok gerilerde yarışı bitirirken, sporcuları ile beraber katıla katıla gülüyor... Derdi, "büyük rakibi" ENKA ile dalga geçmek!.. Madalyaları verecek olan İl Spor Müdürü "Ben bunlara madalya falan vermem" diyor, Federasyon soruşturma açıyor, bilmem ki "büyük kulübümüz" ne yapıyor? ("Bu nasıl büyük kulüp" başlıklı yazımıza dikkat!!) Yapılması gereken belli; hemen bu hoca ile yolları ayırmak, ama nerede o yönetim feraseti? Ya anlı-şanlı medyamızın ve spor yazar-çizerlerimizin böyle bir skandalı görmezden gelişi??? Bir başka haber: "Yasemin Dalkılıç, ölümden dönmesinden ders almamış gibi" , hiçbir kurala, yönetmeliğe, talimata uymadan dalış gösterileri yapmaya devam ediyor... Bu defa engelli gençleri de gösterilerinde kullanıyor... Kimsede "tık" yok... Medyamız, "Ne yapıyorsun" diyeceğine, "Yasemin'in, sponsorlarının reklamını yapmasına ve cebini doldurmasına" alkış tutuyor!. Sualtı Sporları Federasyonu Başkanı Harun Sevinç'in uyarıları kulak ardı ediliyor..Federasyonun soruşturma açmasına karşı çıkılıyor!.. Yarın bir facia olursa, bunun hesabını kim verecek? Sponsorlar mı? Yasemin Dalkılıç mı? Yoksa, "alkışlayan" ve Yasemin'in adeta reklamını yapma yarışına giren gazeteler ve TV'ler mi? Dikkat... Dikkat!... "Sergen artı Tümer artı Ahmet Hassan artı Ahmet Dursun" dörtlüsünün arasındaki "soğuk rekabet" adeta "soğuk savaşa dönüştü" ve gazete sayfalarına kadar düştü, ama Beşiktaş cephesinde "ciddi" bir tedbir görünmüyor!.. Lucescu susuyor... Sinan Engin seyrediyor...Yönetim "ancak" kaş-göz işareti yapıyor... Yarın İlhan da "soğuk savaşa katılırsa" , seyreyleyin gümbürtüyü.. Tam bir "beşibiyerde!.." "İlhan" dedim de aklıma geldi: Bir hafta önce gazete ve TV haberlerine göre, hocasına gidip de "Ben hazırım, beni oynat" diye yalvaran değil miydi?.. Aaaa... O da ne? Bu hafta da gene TV ve gazete haberlerine göre, hocasına gidip "Ağrılarım devam ediyor, beni Denizli'ye götürme" diyen de İlhan değil mi? Şimdi ortada "tuhaf" bir durum var: Ya İlhan herkesle oynuyor; bir gün öyle, bir gün böyle... Bu doğru ise, Lucescu ve Beşiktaşlılar, İlhan'a güvenmeye nasıl devam edecekler? Ya da spor medyamız durmadan uyduruyor; bir gün öyle, bir gün böyle... Bu doğru ise, bizler spor medyamıza inanmaya nasıl devam edeceğiz? Var mı, bunun başka bir izah tarzı?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.