Hani bir söz vardır; "İnsanın iyisi ya yolculukta ya yoklukta ya da kumar masasında belli olur" gibilerden.. "Teknik direktörlerin bir tartısı" ise, onların "iyi ve kötü sonuçlarda ortaya çıkan" yüzleridir!.. Eğer "hoca", galibiyetlerden sonra "mangalda kül bırakmıyorsa..." Ve "eğer" aynı hoca, "kötü sonuçlardan sonra" durup dinlenmeden "ağlıyorsa" ve de "onu, bunu" mesela hakemleri, mesela federasyonu, meselâ spor basınını, mesela havayı, suyu, mesela rakipleri "suçluyorsa..." Bilin ki, "o hoca", hiçbir zaman "büyük hoca" değildir!.. Bunun "tipik" örneklerinden biri de Galatasaray'ın ve Beşiktaş'ın hocalığını yapan Lucescu'dur!.. Bir onun "mesela" Diyarbakırspor mağlûbiyetinden sonra söylediklerine bakın, bir de mesela Malatyaspor'un hocası Ziya Doğan'ın, "üstelik" hiç ama hiç "hak edilmedik" yenilgilerden sonra söylediklerine... "Biri", kendilerine "küçük" denen, ama aslında "imkânlarını ve fırsatlarını" oranlarsak, "yaptıkları" itibariyle "büyük" denilen takımlara "fark atacak durumda olan" bir takımın hocası... "Öteki", kendilerine "büyük" denilen, Türkiye standartlarında "imkân ve fırsat bolluğu içinde yüzen" takımlardan birinin hocası... Şimdi gelin de "ikinci" hoca için "büyük hoca" deyin bakalım!.. "Takımının oynadığı kötü futbola, en iyi oyuncularının dökülmesine ve yenilmek için ellerinden geleni artlarına koymamalarına" bakmıyor, "genç ve dürüst" bir hakemi suçlamak, taraftarlara hedef göstermek için elinden geleni yapıyor; ayıp!.. Bir hafta önce "düşme hattındaki" Göztepe'nin "rahat rahat" üç attığı Diyarbakırspor önünde, koca bir maç "bir tane gol pozisyonuna gir" ve rakibine "fırsat üstüne fırsat ver", sonra da çık "suçlu hakemdir" de; insanda biraz "insaf" olmalı!.. Ligin finişi başlamışken "sakatım" diyerek kalkıp Avrupa'ya giden ve belki de "bazılarının yaptığı gibi" Irak'taki savaşı rüyasında gördüğü için bahane arayan, nitekim "sapasağlam olduğu" ortaya çıkan bir oyuncunun, "ödüllendirilir gibi" ilk on bire konulması, ancak "Lucescu'nun disiplin anlayışında olur" ve "o" oyuncu da "yüzde yüz golü atamayarak", işte hocasına "böyle" teşekkür eder!.. Neymiş, "Medya, Beşiktaş'ın üzerine geliyormuş... muş... Mağlûbiyetin sebeplerinin başında da bu baskı geliyormuş... muş..." İnsaf... Lucescu ve Beşiktaş "mevsim başından beri", spor medyası tarafından "el bebek, gül bebek" tutuluyor!.. Fenerbahçe'nin hocalarına, Galatasaray'ın Fatih Terim'ine yapılanların ve yazılanların "çeyreği" bile yapılmıyor Lucescu'ya... Beşiktaş'a... Amma... Bir-iki kötü sonuçta, "ağlayan kaya" 'lıktan, "ağlayan göl"lüğe dönüşüveriyor, Lucescu!.. İşte "bu kişiliği yüzünden" bunca yılın Lucescu'sunun Avrupa'da esamisi okunmuyor; bir büyük Avrupa kulübü de çıkıp "Hoca bize gelir misin" demiyor!.. Aslında, Lucescu "hakikaten" şanslı, çok şanslı bir hoca... Bunca zaman Beşiktaş için, üst üste 3-4 maç "işler kötü gitmedi"; gitseydi, "onu yere göğe koyamayanlar" acaba neler yapacaklardı; düşünmek gerek!. Temenni etmiyorum ama, "bundan sonra" iki maç daha "işler kötü giderse" ne yaparlar, onu tahmin edebiliyorum!. Lucescu'nun ise ne yapacağını "kesin" biliyorum: Göz yaşları "gölden, denize dönüşecek", emin olun!.. İnşallah!.. Haltercilerimizin, özellikle kızlarımızın Atina podyumlarındaki başarılarını gözlerim yaşlı izledim; alkışladım... alkışladım... alkışladım... Ama yüreğim hep pır pır etti; hâlâ da ediyor!.. Amannn... Bu defa olmamalı... Bu defa çıkmamalı... Bu defa "tertemiz" ve "başımız dik" inmiş olmalıyız şeref kürsülerinden... "Doping" denilen illetin "i'si bile yanımıza bu defa yaklaşmamıştır"; inşallah!.. Yetti artık... Üstelik "uluslar arası akredite olmuş" bir doping merkezimiz de var!. Spor salonlarında aldığımız madalyaların, "sonradan gelen haberler" ile, elimizden alındığı dönemler, bir daha açılmamak üzere kapanmalı!.. Türk sporcuları "temiz" olmalı ve "temiz" kalmalı!.. Acûlluk!.. "Bir maçta", Fenerbahçe'yi düzeltiverdik!.. "Bir maçta" Semih'i "Fenerbahçe'nin yıllardır beklediği golcü" yapıverdik!.. Ortega geldiğinde... Bechastnykh geldiğinde... Rebrov geldiğinde... Hakan'ı... Erhan'ı... Kemal'i... geldiklerinde... Neler yazdık.. Şimdi neler yazıyoruz? Neden bu kadar acûluz? Neden "hafıza-i beşer, nisyan ile malûldür" sözünü, hem kendimiz, hem de spor okuyucuları ya da seyircileri için "ilke haline getiriyoruz?" Bu sezondan ve Fenerbahçe'den örnekler verdim; her sezon Galatasaray için de, Beşiktaş için de, Trabzonspor için de "benzer" yığınla örnek görüyor, yaşıyoruz!. Ve de "bu kötü huyumuzdan" vazgeçmiyoruz!.. Olan kime oluyor? Sağduyu mücadelesi başladı!.. "Büyük" hoca, "iyi" insan, "sevgili" dost Mustafa Denizli'nin basın toplantısını TV ekranlarında izlerken çok duygulandım!. Şunu hemen söylemeliyim ki, Denizli "bu basın toplantısı ile" hayatının "en büyük başarısına imza attı!.." Denizli'nin bu adımı, herkese ama herkese örnek olmalı ve "hata yapan" her insan "bu örneği" hatırlayacak kadar ders almalı!.. Mustafa Hoca'yı kutluyorum!.. Bu basın toplantısının "hata yapan bir insanın açık yüreklilikle ve cesaretle, yarınları için verdiği kişilik teminatından" öte, "bir başka" anlamı daha vardı: Ortaya koyduğu "sağduyu birlikteliği" tablosu!.. Yıllardan beri beklediğimiz, özlediğimiz bu tablo, hem spor , hem de medya tarihimizin "önemli" sayfaları içinde yer alacak!. Mesleğimizi, sporumuzu, futbolumuzu, ekranlarımızı, sayfalarımızı kirletenlere ve bu "çirkin" yolu "para kazanmak, reyting ve tiraj almak" için devamlı olarak kullanmayı alışkanlık haline getirenlere karşı "beraberce" mücadele etmeye başlayacağımızı, hatta "başladığımızı" gösteren bir tabloydu, bu!.. Kısacası, bu basın toplantısı, "sadece Mustafa Denizli'nin değil, hepimizin basın toplantısıdır" diye adeta bas bas bağırıyordu!.. "Orada yoktum", ama biline ki "bütün ruhumla ve bütün beynimle oradaydım!.." Sadece Denizli'ye değil, o toplantıya giden bütün meslektaşlarıma, arkadaşlarıma, dostlarıma binlerce defa teşekkür ediyorum!. Dilerim ki, "başlayan bu mücadeleyi" devam ettirelim; hep beraber olalım ve "çirkinleri" ekranlarımızın da, sayfalarımızın da, spor sahalarının da dışına atalım!. Ya ders alırlar, "adam gibi adam olurlar"; ya da çekip giderler!.. Başka yolları yok; bizim de başka yolumuz yok!. İzleyin ve görün!.. Sevgili okuyucularım, artık "Avrupa maçları", Türk TV kanalları tarafından yayınlanıyor... Yakın bir zamana kadar, bu maçları sadece "Avrupa kanallarında" seyredebiliyorduk! Sizlerden isteğim, "bu maçlarda" sadece oyuncuları ve özellikle "bizim oyuncularımızı" ya da "tanıdığımız ünlü futbolcuları" seyretmemeniz; hakemlere de bakmanız... Dikkatle bakmanız... Nelere düdük çalıyorlar, nelere çalmıyorlar, nelere kart çıkarıyorlar, nelere çıkarmıyorlar, görün, yorumlayın!.. Ve de "bizdeki hakem yorumları" ile karşılaştırın!.. Göreceksiniz ve anlayacaksınız ki; "bizde yapılan yorumların büyük bir bölümü", zemine ve zamana uygun olarak... Kafadan atılıyor... Çelişkiler yığın yığın... "Tutulan ve sevilen hakem" olursa... "Bütün hatalarına hoşgörü ile yaklaşılıp", temize çıkarılıyor; "gördüğünü çaldı" deniliyor... "Tutulmayan ve sevilmeyen hakem" ise ağzıyla kuş tutsa, "bir-iki yanlış düdüğü gündeme getirilip" ipe çekiliyor... "Hakem yorumları", takımlara göre de değişiyor... Büyükler arasında gruplama var... Anadolu takımları - büyük takımlar gruplaması var... "Yukarıdan gelen" ikazlara göre, "inceltilen" yorumlar var... Var da... var... Onun için siz siz olun, "bunların çoğuna itibar etmeyin!.." Avrupa maçlarında hakem kararlarına çok değil "10 maç dikkat edin"; emin olunuz ki, "bizdeki yorumlardan çok daha doğrusunu ve tarafsızını sizler yapacaksınız!." Denemesi bedava... Ve de çıkartın "bizimkilerin ipliklerini" pazara!.. Yanal, bari bu defa yanıltsa!.. Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav, "Fenerbahçe gibi değirmen olup öğüten bir kulübe Ersun Hoca'yı yem etmem. Çünkü bizim için Ersun hocanın çıkarları Gençlerbirliği'nin önünde gelir'' diyor; peki amma... "Anlı-şanlı" hocamız Ersun Yanal ne diyor? Haline, tavrına, "hık... mık..." ettiği konuşmalarına bakılırsa... "İstemem, yan cebime koyun" diyor!.. Denizlispor'dan ayrılışı ortada... Ankaragücü'nden ayrılışı ortada... Şimdi de... Fenerbahçe'ye gider mi; giderse, hiç ama hiç şaşmam!.. "Ben Gençlerbirliği ile Ankaragücü arasında savaş çıkması bahasına Gençlerbirliği'ne geldim, 4 yıllık sözleşme yaptım, bana güvendiler, onlara ihanet etmem,edemem... Bir yere de giymem.Fenerbahçeliler kendilerine başka hoca arasınlar, benden ümidi kessinler" demeyen, diyemeyen bir hoca var, ortada!.. Bakınız, ben "kulüp başkanı olsam", Yanal da "dünyanın en iyi teknik direktörü" olsa... "Böyle davranan bir insanı", değil takımıma teknik direktör yapmak, kulübümüm önünden bile geçirmem!.. Tamam; "bu arkadaş" profesyonel.. Amma... Dikkat ediniz, hep "kendine" profesyonel!.. Ne işi var, benim başkanı olduğum kulübün takımının başında?.. Ben "hocama güvenmek isterim!" Nasıl güveneceğim, söyleyin Allah aşkına, Ersun Hoca'ya?.. Temennim, Ersun Yanal'ın beni yanıltmasıdır!.. Ne yapacak göreceğiz!