Namına nam katan bir Başkan!..
26 Kasım 2011 01:00
"Ortada "hakemliğimiz için" de, "MHK için" de utanç verici bir tablo vardır ve bu tablonun altındaki imza sevgili Yusuf Namoğlu'nun-dur!.."
Yüzüne gözüne bulaştırdı" sözü vardır ya, işte Merkez Hakem Komitemizin anlı ve de şanlı başkanı Yusuf Namoğlu ile etrafındaki kılavuzları için söylenmiş sanki bu lâf!..
Yooo, bu defa "MHK'nın hakem tayinleri ve tutumu için" için değil, Türkiye Faal Futbol Hakemleri ve Gözlemcileri Derneği yönetimini "ele geçirmek için" aylardır yürüttükleri, Anayasa'nın ilgili maddelerini, Medeni Kanun'un "dernekler" ile ilgili hükümlerini paspas eden haksız ve baskıcı politikaya uygun olarak organize etmeye çalıştıkları operasyonun fiyasko ile sonuçlanması sebebiyle yazdım, bu satırları!..
Ortada "hakemliğimiz için" de, "MHK için" de utanç verici bir tablo vardır ve bu tablonun altındaki imza sevgili Yusuf Namoğlu'nundur!..
"TV ekranı sever" niteliğinin yanına "Hakem camiasında dikenli gül bırakmayan başkan" sıfatını da eklemek için "derneğe tam bir tasfiyecilik zihniyeti" ile yaklaşan Namoğlu, "Kral çıplak" denilecek şekilde ortada kalıvermiştir;
"Derneğin ele geçirileceği" genel kurula, "Dernek Tüzüğü'nün seçimlerle ilgili maddelerini okumadan" ve "göstereceği başkan adayının yasal olarak başkan adayı olamayacağını" bilemeden "gitmek gibi", artık "ilköğretim çocuklarının bile düşmeyeceği" büyük bir gafletin içinde kendisi çöpe atılmıştır, senaryosunu!..
"Bu derneği ben kurdum, istediğimi başkan ve istediğimi yönetici seçtiririm" havasıyla Genel Kurul'a gelen ama "göstereceği başkan adayının seçilmesinin yasal olarak mümkün olmadığını", işte ancak "orada" anlayınca, genel kurula gelen hakemlere baskı ile "genel kurulu yaptırmayan" MHK Başkanımızın düştüğü durum yürekler acısıdır!..
"Dikensiz gül bahçesi isterken", aylardan beri "hakemliğimizde ve dernekte uzlaşma, birlik ve beraberliğin sağlanması için Başkan'dan iyi niyet bekleyen" Dernek yöneticilerini ve onlardan yana olan büyük bir hakem kitlesini, kendi eliyle karşısına almak ve "daha sivri diken" hâline getirmek, bu mudur bunca çaba, sayın Başkan, bu mudur, yapılması gereken?..
Bundan sonra, hakemler üzerinde her türlü baskıyı yaparak ve de MHK gücünü kullanarak Derneği ele geçirseniz bile, bu zafer, bir Pirrus Zaferi olmayacak mıdır?..
Kutlarım!..
Futbolumuzun "püf" noktası!..
Elin oğlu "Kolay gol atıyor, zor gol yiyor", biz "Kolay yiyip zor atıyoruz"; neden?..
Sevgili Ömer Faruk Ünal, "bu sorunun cevabı olabilecek" bir araştırmanın Musa Samur imzası ile Anadolu Ajansı bülteninde yer alan haberini göndermiş bana. (Teşekkürler, sevgili Ömer Faruk, bu kaçıncı; sayısını unuttum; teşekkürler!..)
Gençlerbirliği Teknik Direktörü Fuat Çapa'nın yardımcısı "ülkemizin doktora tezli tek antrenörü" Bülent Kayıken "doktora tezi" olarak yapmış bu araştırmayı; "Avrupalı Futbolcu ile Türk Futbolcusu arasındaki en büyük farkı ortaya koyan" sonuç çarpıcı; "Yetenekliyiz ama iyi pas yapamıyoruz!.."
İşte Kayıken'in tespitleri:
* Türkiye'de yetişen futbolcuların topla buluşma sayıları, Avrupalı meslektaşlarına göre yüzde 20 daha düşük, ancak topla oynama süreleri yüzde 25 fazla. Avrupa'daki meslektaşlarına oranla yüzde 20 daha az doğru pas, yüzde 35 daha az golle sonuçlanan atak yapıyorlar, yüzde 25 daha fazla mücadele ediyor ve yüzde 20 daha az topla buluşuyorlar.
* Avrupalı futbolcular oyunu "kontrol pas" ya da "tek pas" ile oynayıp, topu koşturuyorken, Türkiye liglerindeki oyuncular topla
gereksiz oynayıp, zaman
harcıyor ve kendini yoruyor; daha fazla ikili mücadeleye giriyor, sürekli tempoyu düşürüyor ve daha fazla top kaybediyor.
* Bu eksiklik pas trafiğinde gecikmeye sebep oluyor. Bir takım toplam 7 oyuncuyla hücum ederken, kalitesi düşük pas yüzünden her oyuncuda yarım saniye rötar olsa top, gol vuruşu yapacak oyuncuya 3,5 saniye gecikmeyle ulaşır. Kalesini savunmaya çalışan futbolcu, günümüzdeki çalışmalarla 3,5 saniye içinde 30 metreye kadar yer değiştirme gücünü antrenmanlarla kazanabiliyor. Yani rakip, 3,5 saniye içinde savunmaya gömülebilir ve artık rakip kale önünde size çok fazla alan kalmaz.
* Öncelikli olarak, pas kalitesinin yükselmesine dair uzun vadeli bir program yapılmalı. Önemsenmeyen pas, her şeyin başlangıcı. Top kontrol becerisi ve iyi pas, oyunu hızlandırır. Hızlı oyun, "tempo ve mücadele düzeyi yüksek karşılaşma" demektir. Tempolu antrenman yapan futbolcuların fiziksel ve oyunsal becerileri gelişir. Bu süreç sonucunda ligin temposu da yükselir. Takımların oyun kalitesi artar ve bir "futbol ekolü" oluşur.
Kayıken'in tezi, sadece antrenörler için değil, futbolcular ve de özellikle takım antrenmanlarını izleyen ve maçlarını yazan spor yazarlarımızın ve yorumcularımızın başucu kitabı olmalı; "Bakalım takımlar antrenmanlarda nasıl pas çalışması yapıyor ve maçlarda bunu nasıl uyguluyorlar"; onların görmesi, yazması ve anlatması, bizlerin de öğrenmemiz gerekmez mi?..
Fair play
ama ne kadar?..
Elbette fair play, ama "abarttığımız kadar" değil!..
Bursaspor'un, Samsunspor'la oynadığı maçta, Sestak'ın attığı golün iptalinde Turgay'ın oynadığı rol, eğer Turgay "gol olur olmaz", hakeme gidip "Elle oynadığım top, Sestak'a pas ve sonra da gol oldu" deseydi; sadece ülkemizde değil, bütün Dünya'da, üstelik sadece futbolun değil, "sporun 2011 yılındaki fair play olayı" olurdu!..
Ama "öyle" olmadı, golü veren hakeme itirazlar oldu, dakikalar geçti, hakem Turgay'a sordu; o "Evet top elime çarptı" dedi; hakem "
golü iptal edip",
Turgay'a sarı kart gösterdi!..
Turgay, şimdi itiraz ediyor; "Topun elime çarptığını söyledim, kasıt yoktu, bilerek oynamadım topla, bana neden sarı kart gösterdi?.."
Ama bir şey daha söylüyor; Turgay; "Hakem düdük çalmadı diye, ben de gol sevincine katıldım. Sevindim tabii ki.. Sonuçta 1-0 öne geçtik!.."
Bir soru daha var tabii; gol, "top ele çarptığı için mi, yoksa elle oynandığı için mi iptal edildi" acaba; işte "fair playlik"
olayımızın özeti!..
Bumeranglı mesaj!..
Eğer "aynı yazı içinde", Rijkaard için "gösterişli, iri, kara bir balon gibi", Abdullah Avcı için "takımını dimdik ayakta tutan temiz yüzlü bir Türk çocuğu" dediniz mi, işte bu "ırkçılık yapma" konusunda verilebilecek "en açık ve basit örneklerden biri" olur!..
Sevgili Bilgin Gökberk, yazıdaki ırkçılığa parmak basmakta çok haklı; ne var ki, "bunu yazdığı için" yediği küfürler, karşılaştığı çok ağır eleştiriler, belli ki onu üzmüş.
Bence üzülmemeli; zira o küfürler de, eleştiriler de "birer bumeranga bağlı"; bumerang "kötü" atılmışsa, zaten onu vurmaz; "iyi" atılmışsa, vuracağı hedef bellidir; "öyle değil mi", Bilgin kardeş?..
Şikeyi kurtardık!..
Bence "yanlış" nitelendiriyor ve "Şikecileri Kurtarma
Kanunu" diyoruz!..
Aslında, "Şikeyi Kurtarma Kanunu" dememiz lâzım; "Alışmışız, biz şikesiz yapamayız!.."
Şikeyi, sadece "futbol için, spor için" düşünmeyelim; daha "derin" ve "gerçekçi" düşünelim, bakalım; şike, sakın "yaşamımızın her
yerinde var olmuş" olmasın?..