Başta Galatasaraylı yöneticiler olmak üzere, "biraz" Fenerbahçeliler, "biraz" Beşiktaşlılar, günlerdir söyleyip duruyorlar: "FIFA'ya gidip, oyuncuları bedavaya getireceğiz! Hülle yapmak istemiyoruz ama, gerekirse yaparız!" Yani, demek istiyorlar ki: "Anadolu Kulüpleri bonservis bedellerini nohut - çekirdek fiyatına indirsinler, yoksa hava alırlar!" Hatta Galatasaraylılar daha da ileri gidiyorlar; Bulgaristan'ın Beroe Kulübü ile "yönetim hakkı sözleşmesi yapıp", çok ucuza getirmek istedikleri futbolcular için "hülle kapısı hazırlıyorlar!" Eeee!. TGS skandalına bulaşan, Cayman Adaları'nda kurulan şirketlerle "stratejik ortak ilişkileri kurmaya çabalayan" bir yönetimin "etik olarak da, yasal olarak da yapılmaması gereken hülle olayında FIFA'nın henüz açıklanmamış kararlarını, kötü niyetle yorumlamasına" ben hiç şaşırmıyorum! Fenerbahçeliler'in ve Beşiktaşlılar'ın da "onların peşine takılmalarını" hiç yadırgamıyorum! Maalesef "kötü paranın iyi parayı kovması gibi", Türkiye'de de "kötü niyetli yöneticilik, iyi niyetli yöneticiliği kovar hale geldi"; çok yazık! Hele hele, Galatasaraylı yöneticilerin bir sözü var ki; "Dünya spor tarihine dürüstlük - doğruluk - ahlâk itibariyle yüz karası olarak geçecek" nitelikte!. Ey Galatasaraylılar, "temelini sadece Türkiye'nin değil, Avrupa'nın en eski, en köklü eğitim kurumlarından birinin temsil ettiği" kulübünüzü kimler, hangi zihniyetle yönetiyor, bu sözle "saklanamaz" ve "itiraz edilemez" bir şekilde, kendileri ortaya koyuyorlar: "Bizim futbolcularımızı İnter bedavaya aldı, biz de aynısını yapacağız, hülle caizdir!." Hey gidi hey!.. Bu düşünce, bu söz, bu tavır neye benziyor? Çarşıda yürürken, dalgınlığınız, tedbirsizliğiniz ya da dikkatsizliğiniz sebebiyle "çantanızı kapkaççılara kaptırıyorsunuz!" Sonra da diyorsunuz ki: "Mademki benim çantamı, paramı kapkaççılar alıp kaçtı, ben de kapkaççılık yapacağım!." Daha da kötüsü, "kapkaççılık için sokaklara, caddelere iniyor, kapılacak çanta arıyorsunuz!." Olacak şey mi? İnter, "aylardır, hatta yıllardır konuşulan ve FIFA'nın zorlanarak kabul etmek durumunda bırakıldığı" bir "başka durum" için bazı kararlar aldı, alıyor; "Futbolcuların uluslararası transferleri!." İnter, "Galatasaraylı yöneticilerin inanılmaz gaf ve beceriksizliği sonucunda Hakan'ı, Okan'ı, Emre'yi nerede ise bedavaya aldı, gitti!." Bu örnekte, yönetim ve "yönetimseverler" bütün suçu "futbolculara yüklerken", ardından "Ben kulübümün de yararlanmasını isterim, o şartla giderim" diye bas bas bağıran ve yöneticilerini de uyaran Fatih de İspanya'ya "aynı gaf, aynı vurdumduymazlık içinde kaptırılmaz mı?" Hadi Hakan, Emre, Okan suçluydular ya Fatih? Eee!. Sevgili kardeşim Hıncal Uluç'un kulakları çınlasın; "herhalde Fatih'in de bedavaya gitmesinin suçlusu İnan Kıraç'tı!." Hani ortada "Galatasaray olmasa, Galatasaraylı yöneticiler olmasa" ortada "Çatladıkapıspor olsa, Çatladıkapıspor yöneticileri olsa" rahatlıkla kuşkulanabilirdik: "Yahu kardeşim, bir değil, iki değil, üç değil, dört!. Yoksa siz bu transferlerin bedavaya getirilmesinde, futbolcularınızı alan kulüplerle ortak mısınız? Çatladıkapıspor'un alacağı bonservis paralarının yarısını cebe atarak, bile bile lâdes mi dediniz?" Ama konu Galatasaray olunca, Galatasaray yönetimi olunca, o yönetimde tanıdığımız "çok sayıda" gerçek Galatasaraylı, dürüst insan olunca, "böyle bir ihtimali akla getirmenin bile mümkün olmayacağını çok iyi bildiğimizden", geriye kalan "ihtimal üzerine yazıp geliyoruz!." "Yönetim zaafları, yönetim beceriksizlikleri, yönetim gafları yüzünden Galatasaray 30-40 milyon dolar zarara uğratıldı; bunun hesabı verilmelidir!" Sevgili kardeşim Hıncal Uluç, "bunca olaya rağmen" hâlâ ve hâlâ "tek suçlu olarak" bir kişiyi, evet sadece bir kişiyi vitrine koyuyor; İnan Kıraç! Hıncal Uluç gibi bir gazeteci de böyle yaparsa, meselelere böyle bakar ve hâlâ "Süren'in etrafında toplanılmalıdır" derse, "9 ay daha hüllecilikten başka bir şey düşünemeyen, parası olmadığı, tek kuruş kredi de alamaz hale geldiği için sıfırı tüketen bir başkanın ve yönetiminin göreve devam etmesini isterse", elbette ki Galatasaray daha çoook yaralar almaya devam edecektir! Süren kalırsa ne olacaktır; fubolcuların paraları daha mevsim başında ödenmemeye başlanacak, "hülle yoluyla bedavaya getirilen futbolcular bile" isyan edecek, ortada takım makım kalmayacaktır! Süren'in "Ben yokum, zira kredi bile bulmam imkânsız" dediği bir ortamda hâlâ Süren'den "medet ummak", Galatasaray'ı "hüllecilikten de öteye" bakalım, nerelere kadar götürecektir? Neyse... Dönelim "hülle" konusuna!. Elbette ki, "işin bu noktaya gelmesinde" sorumluluk; Galatasaray'ın "parasız, pulsuz kalan yönetimi kadar", Futbol Federasyonu'nun "şaşkın, kişisel, kendi yönetmeliklerini çiğneyen" bazı kararlarının altına imza atan yöneticilerinin de rolü var! Geçen sezon "Oktay'a verilen özel izin" bugün "hüllecilere" ortaya çıkıp "Dün Oktay'a ve Trabzonspor'a yaptığınız kıyağı, bugün neden bize ve bedavaya getireceğimiz futbolcuya yapmıyorsunuz?" deme hakkını vermiştir! Herkes aklını başına alsın!. Hülle yoluyla hiçbir şeyi halledemezler ve daha da karıştırırlar! Üstelik futbolcuların da başını yakarlar! Bilen bilmeyen konuşuyor, yazıyor! Bilmeyenler de çıkıp "bu işlerin ve FIFA yönetmeliklerinin kurdu sevgili Hürol Bilal'a sormuyor! Ben sordum, dedi ki: "Hülle yapmaya kalkan kız, evinde kalır! Osmanlı devri geçti, şimdi medeni nikâh esastır, başkası geçmez!" Bilmem ki ne demek istedi? Anlamamakta direnenler, bilenlere sorup öğrensin!. Ulusoy Kanunu çıkmalı!.. Okuyucularım bilirler; "İstanbul hegemonyasındaki Futbol Federasyonlarını bitiren" Hâluk Ulusoy'un ve federasyonlarının "Türk futbolu için yaptıklarının" hep yanında oldum! Bu yüzden "40 yıllık dostum" Spor Bakanı Fikret Ünlü'yü de zaman zaman "kıracak kadar" ağır yazılar yazdım!. Bu yüzden sevgili kardeşim Hıncal Uluç benim için "Halûk Ulusoy'un gönüllü avukatı" diye yazdı!. Amma... İş geldi, Halûk Ulusoy'un "Türk devletini ve onu temsil edenleri, onların temsil ettikleri değerleri hafife almasına dayandı"; işte orada durdum!. Ve dedim ki; "Ulusoy hakettiği cezaya çarptırılmalıdır!" Şimdi diyorlar ki; "Efendim Azerbaycan maçı olayı için mahkeme takipsiklik kararı verdi ya!." Mahkeme kararlarına elbette saygım var; ama bu karar yasa sınırları içinde hareket etmeleri gerekenleri bağlar!" Benim düşüncelerimi değil! Her gün ne mahkeme kararları görüyoruz, hatta değil Asliye Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararları görüyoruz! Elbette, "resmi olarak birilerini bağlıyor", ama ya "hür düşünceleri?" Milletin vicdanını? Ben bir Türk vatandaşı olarak "Devleti hafife alanları affetmem!" Mahkeme affetse dahi! "Efendim, FIFA şöyle yaparmış, UEFA böyle yaparmış!." İş "spor olayı içinde ise, bunlara saygım var, sempatim var, desteğim var!." Ama "vatansız ve devletsiz" FIFA'ya karşı, UEFA'ya karşı, konu Türk Devleti'nin itibarı, onuru söz konusu ise, karşımda "vatanlı ve devletli" Türk Federasyonu isterim!. Tıpkı IMF'ye karşı, Dünya Bankası'na karşı, "vatansız ve devletsiz" benzer kuruluşlara karşı "devletli ve vatanlı hükümetler istediğim gibi!." Bilmem ki anlatabildim mi? Bir daha "Ulusoy'un yaptığını hiç kimsenin yapmaya bile teşebbüs etmemesi için" Ulusoy Yasası'nın çıkarılmasını istiyorum! Devam ediniz sayın Bakan; sonuna kadar! Uğurlu!.. Gözlem Gazetesi'ndeki köşemde "Fatih Terim için" mizah penceresinden "küçük bir ışık oyunu" yapmıştım! Uluçmarket'e alıyorum! Gözlem'de de başlık "Uğurlu" idi! İşte sonrası: Fatih Terim, Galatasaray'ı bıraktı Fiorentina'ya gitti; Galatasaray tam bir mâli çöküş içinde, uçan kuşa borçlu, kulübe haciz üzerine haciz geliyor! Fatih Terim, Fiorentina'yı bıraktı, Milan'a gitti; Fiorentina tam bir mâli çöküş içinde, uçan kuşa borcu var, kulübe haciz üzerine haciz geliyor!. Ne diyelim; "Eski Roma'nın Tanrıları", Milan'ı ve Berlusconi'yi korusun! Mehmet Cansun!.. Ben Cuma sabahı "bu satırları yazarken", Galatasaray Genel Kurulu'nda başkanlığa adaylığını koyacakların isimleri henüz kesinleşmemişti! Süren "Ben yokum" diyordu ama, kaç defa "son dakikada semazenlere taş çıkartacak bir kıvraklıkla dönüvermişti!" İzzettin Doğan "kulübün içinde bulunduğu durumdan ürkmüş gibiydi" ve bunda "Süren muhiplerinin yaptığı" yoğun ve "ürkütücü" baskının büyük rolü vardı! Büyük bir sürpriz olmazsa, "Mart'ta adayım" diyerek geride duracaktı! Tıpkı "Bursa beyi" Canaydın gibi!. Geriye kalıyordu Mehmet Cansun!. O Perşembe'den "aday olduğunu" kesinlikle ilân etti! Kendisi "Galatasaray'ın bu duruma düşmesinde" Süren ile birlikte baş sorumludur! Tek "değişik tarafı", geç de olsa "Bu işin Süren ile yürümeyeceğini anlaması ve bunu da arkadaşlarına anlatmasıdır!" Süren mi, yoksa Mehmet Cansun mu? Bana göre bu soruya cevap vermek "Kırk katır mı, kırk satır mı" gibi bir tercih olacak! Ama, ben gene de tercihimi yazmak zorundayım; gazeteci olarak, spor yazarı olarak: "Elbette Mehmet Cansun!" Zira, camiaya hâlâ "sempatik gelebilen" bir kişiliği ve görüntüsü var! Akıllı davranırsa, camiayı kucaklarsa, Mart genel kuruluna kadar 9 ay Galatasaray için kayıp olmaz! Galatasaray bu 9 ayda, "daha da batağa saplanmaz!" Daha açık yazayım: Süren'in olmadığı kesin olarak anlaşılırsa, camia rahatlayacak, gerilim düşecek, yaraları sarma, toparlanma dönemine hazırlık başlayacaktır! Cansun bunu başarabilir! Üstelik "devr-i sabık" korkusu da ortadan kalkar; Süren yönetimi de gözü arkada kalmadan veda eder! "Ara formül" olarak Mehmet Cansun'un gelmesi, kimbilir belki de "en iyisi olmasa" da "iyisi olabilir!" Galatasaray'a hayırlı olsun! Oktay ve Sergen!.. Nihayet akıllar başlara geldi! Nihayet "Sergen ve Oktay gibi futbolcuların, futbol becerilerinin de ötesinde" başka hasletlere sahip olmaları gerektiğini anlamayan kalmadı! "Futbol becerisi" başka, "sporcu olmak" başka!. Döne döne başları dönen, bu sebeple de "herşeyleriyle çırılçıplak ortada kalan" Sergen ve Oktay şimdi kendilerine acıyıp el uzatacak" yönetici ve kulüp arıyor! Mustafa Denizli gibi "böylelerine meraklı olan" hocaların "iyi yürekliliği ve kurnazlığı" da olmasa, "bu yaşta futbol sahalarından tamamen kopacak hale düşerler!." Denizli de "böylelerinin ihanetine uğraya uğraya bugünlere geldi ama", görüyorum ki, hâlâ akıllanmamış; "tabii bu konuda!" Sergen daha cin; ne olup ne olmadığının farkında! Oktay iyice şaşkın; neden ortada kaldığını anlamıyor, anlayamıyor! Bu yaşta "iyi futbolcu olmanın yetmediğini, aslolan iyi sporcu olmak olduğunu" öğrenememiş! Kafa bu olduktan sonra, değil Oktay ya da Sergen olmak, Maradona olmak bile neye yarar; yaşıyor ve görüyoruz! Tükür ve yala!.. Hey gidi Baliç hey!. Neydi geçen sezon afrası, tafrası; "Ben Galatasaray'da oynamam, kimse de oynatamaz. Kefen giyerim, o formayı giymem!." Şimdi Sergen gibi, Oktay gibi ortada kaldı; "karın tokluğuna futbol oynayacağı kapı arıyor!" Çıkıp diyor ki: "Galatasaray'da da oynarım, ben profesyonel futbolcuyum!" "Kefen işini" soruyorlar; hazret bu lâfının üzerine kıyameti hiç yaşamamış gibi cevaplıyor: "Ben böyle bir söz söylemedim!" Asıl komiği: "Benim böyle bir söz söylediğimin yazılıp çizildiğinden de haberim yok!!!" Özür dileyeceğine, bu defa da herkesi "aptal yerine koymaya kalkışıyor!" "Türk Milli Takımı'nın formasını giymem" dediği andan beri Baliç'e hiç sempatim kalmamıştı; ne kadar haklı imişim!.