"Bu işten sadece Haluk Ulusoy kazançlı çıkacak, zira kazanırsa 'çok büyük bir başarıya ulaşmış olacak', kaybederse, 'Galip sayılır bu yolda mağlûp' sayılacak, yani 'devlete ve büyük baskılara karşı kaybetmiş olacak!.. Buna karşılık Ayhan Bermek kazansa bile, Ulusoy ile beraber, başta Bermek olmak üzere herkes kaybetmiş olacak. Türkiye'nin imajı da, Türk futbolu da, özerklik de kaybedecek, tabii siyaset de, iktidar da, sayın Bakan da!.." Günlerce yazdığım buydu, anlatmaya çalıştığım buydu!.. Sonunda, "olan oldu" ve "futbolumuza yeni ithal edilen" sözüm ona "güçlü adamlar", Ayhan Bermek'i de, siyasileri de, sayın Bakan'ı da fena hâlde yanıltarak, hem Türk futbolunu, hem de futbolun özerkliğini pas pas ettiler, sonunda da "tek kelime ile" yenilip, "bir daha dönmemek üzere" gittiler!.. Genel Kurul'un "bence" en büyük sonucu ve "futbolumuza faydası" işte bu oldu!.. Levent Bıçakcı'yı "bir gecede başkanlığa getirip", sonra onu "seçim tuzağına düşürenler" ve de "Bıçakcı İsviçre'de Milli Takım'ın cezası ile uğraşırken", Türkiye'de "gece ziyaretleri ile kapalı kapılar ardında yeni başkan adayları arayıp pazarlık yapanlar" bunlar değil miydi?.. Sayın Şahin, FIFA'lık İsviçre olayının "baş sorumlusu olan" bu kişilere inanmak ve güvenmekle hata ettiğini herhalde "artık" anlamıştır!.. "Yeniden Genel Kurulu toplarım, Ulusoy 3. defa aday olamaz" sözlerini, temenni edelim ki, "tam bir inat içinde" sonuna kadar sürdürmesin!.. Zira, "bu işi bilen" yıllardır "futbol hukuku ile uğraşan" hukukçu arkadaşlarıma sordum; "Kanun, Bakan'a Genel Kurulu gerekçe göstererek toplama yetkisini tanımış" ama "Başkan'ın görevine son verme" niteliği taşıyacak olan "3. defa aday olamama şartı" kanunda yazılı iken "Ben seçimli Genel Kurulu toplarım, Ulusoy da bu kanun gereğince aday olamaz" yetkisini vermemiş!.. "Seçimin olup olmayacağına", Bakan'ın "gerekçeli olarak toplayacağı" Genel Kurulu karar verir; "Bakan'ın gerekçesini" haklı görür,"Seçim" der, Ulusoy seçime giremez!.. Genel Kurul "Seçime gerek yok" der, yani "Bakan'ın gerekçesini, Başkan'ın ve Federasyon'un değişmesini sağlayacak kadar önemli bulmaz"; Ulusoy görevine devam eder; olay bu kadar açık!.. Amma... Bakan olayı bir "prestij ve kan davası" hâline getirirse, işte "o zaman" FIFA devreye girer ve Blatter, "İsviçre maçı ile ilgili olarak düştüğü durumun intikamını" Türkiye'den öyle bir alır ki; buna sadece biz değil, bütün dünya şaşar!.. Şu habere bakın: "... Genel Kurul'a Sakarya Başkanı Selahattin Aydın damga vurdu. Aydın üzerinde siyasi baskı olduğunu belirterek başkanlık görevini bıraktı ve oy kullanmadı. Aydın, 'Başarısız bulunan, Türkiye'yi rezil eden, Sakaryalılar'ın alın terini çalan, hakkımızı aradığımızda da bizi ligden ihraçla tehdit eden kişilerin bulunduğu listeye oy vermem. Haluk Bey'e oy versem, Adapazarı Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Duran'a zarar verme endişesi taşıyorum. Hür irademle oy veremeyeceğim için de en onurlu hareketin istifa etmek olduğuna karar verdim' dedi." Ya sevgili Şansal Büyüka'nın "birkaç cümle ile çok güzel anlattığı", Genel Kurul'a bakın: "... Aslında Genel Kurul üyelerine de bir özür borcumuz var. Adamları 'dansöz' yerine koyduk. Oysa bunca baskıya rağmen gerçekten de sessiz bir direniş sergilediler. Düşünün, büyüklerden büyük kulüp başkanlarına, bazı bakanlardan ilgili ilin kulüp başkanına az telefonlar gitmedi. İkinci - üçüncü lig kulüplerine 'Spor-Toto'dan, İddia'dan geliriniz var, dikkatli olun' uyarısı az yapılmadı. Kulüpler Birliği Başkanı Özhan Canaydın'a 'akıllı ol' diye haberler gönderildi. Gizli oy anlaşılsın diye kulüpler altı sandığa ayrıldı. Oy kullanım yerlerine, atılan oylar görünsün diye aynalar kondu. Aklınıza gelebilecek her türlü baskı, sindirme, dayatma yapıldı. Öyle ki Sakaryaspor'un AK Partili Kulüp Başkanı Selahattin Aydın bile yazılı açıklama yaparak 'baskılara dayanamıyorum, delegelikten de, başkanlıktan da, belediyedeki görevimden de istifa ediyorum' diyerek salondan ayrıldı." "Bu hazin tablo ortada iken", Haluk Ulusoy ile "Ben seni yerim - Sen beni yiyemezsin" kavgasına girmek, sayın Bakan'ı da, Türkiye'yi de, Türk futbolunu da, özerkliği de "bunca ağır yaradan sonra" tamamen bitirir!.. Bakan'a "hata yaptıranlar", silinip gittiler; yeni bir sayfa açıldı!.. Şimdi "birlik ve beraberlik" zamanıdır!.. "Emirle alınan"müfettiş raporları yerine, "Yargı kararları" beklenmelidir!.. Ulusoy, "Aleyhime tek yargı kararı çıkarsa, bir dakika bile o koltukta oturmam" diyerek kendini bağlamıştır ve "bunu yapacaktır!.." Ulusoy "Genel Kurul'dan önce de, Genel Kurul'da da elini uzatmış" ve her türlü uzlaşmaya "karşılıklı çekilme dahil"açık olduğunu göstermiştir!.. Sayın Bakan'ı "yanıltanlar", "Rabbena, hep bana" diyerek, "uzlaşma kapılarının kapanmasını" ellerini ovuşturarak sağlamışlardır!.. Ulusoy, seçimden sonra da "zafer sarhoşluğuna düşmeden", Sayın Bakan'a karşı son derece saygılı ve "uzlaşmacı" bir tutum sergilemiş, açıklamalar yapmıştır!.. Sayın Bakan, artık "olayı serinkanlı düşünmeli", kendisini de daha fazla riske atmadan, Türk futbolunu "normal seyrine ve seçilen yöneticilerine bırakmalıdır!.." Zira, "Ulusoy'a karşı her şeyi söylemiş", hatta 'Yeniden Genel Kurul'u toplarım' bile demiş, ama "Genel Kurul" bütün bunlara rağmen "Ulusoy'u seçmiştir!.." Sayın Bakan'a artık ve eğer hâlâ"Türkiye'de futbol özerktir" diyorsa ve diyecekse, "bu karar saygı göstermek" düşer!.. "Ben müfettiş raporu isterim, oradaki bir cümleye bakarım, işi bitiririm" ısrarı, Ulusoy'u bu Genel Kurul'da getirildiği "efsane başkan" seviyesinden "mitolojik kahraman" hâline getirir ki, toplanacak Genel Kurul'da "Ulusoy göreve devam etsin" oyları "iki yüzü bulur!.." Ya FIFA ne yapar?.. Onu düşünmek bile istemiyorum!.. Sergen!.. Sergen demiş ki: "Yabancı futbolcular Türkiye'ye tatile geliyor!.." Allah Allah... Ben Sergen'in nüfus kağıdında "TC vatandaşı" yazıyor sanırdım, galiba yanılıyorum: "Nerede ise son 20 yılın en çok tatilde olan ve tatildeymiş gibi davranan futbolcusu Sergen değil mi?.." Sabri üzerine!.. Sevgili Ömer Kükner, Sabri'nin "Galatasaray'da ön kesici olarak oynatılmasını" öneriyor; "Üst üste iki maç çıkaracak kadar koşuyor, hem çok mücadeleci, hem de takımın en çok top kazanan adamı" diyor!.. Kükner'in "futbol bilgisine" ve "Galatasaray analizlerine" sonsuz saygım ve güvenim var!.. (Futbola bu tür bakan ve yazan devamlı izleyebildiğim iki meslektaşım vardı, maalesef Ferdi Leflef'i spor(!) medyamız taşıyamadı, ne yazık ki, uzun süredir, onun yazı ve yorumlarından mahrumuz, Kükner hemen hemen tek kaldı; onu keyifle ve zevkle okuyorum.) Ona"iki" sorum olacak: "Sabri, Galatasaray'ın topu en çok seven, onu ayağından nerede ise kaptırmadan çıkarmayan ve bu yüzden en çok top kaptıran adamlarından biri... Adeta Hasan Şaş ile yarışıyor; peki ön kesici Sabri'nin durmadan ve bıkmadan kaptırdığı bu toplar ne olacak?.." Hasan'ı, "topu nerede ise cebine koyup evine bile götürmeye kalkışma huyundan" kim vazgeçirebildi ki; Sabri'yi de bu huyundan vazgeçirmek mümkün olabilsin?.. Kutlanacak beşibiryerde!.. Futbol Federasyonu Genel Kurulu'nun "kutlanacak" insanları: Bir; "Futbolu, siyasetin oyuncağı hâline gelmekten kurtaran" 109 oyun sahipleri!.. İki; "Siyasetin futbolu teslim almasına karşı çıkan" ve her şeyi "açık açık yazıp", oyunu bozan spor medyamız, hatta "bütünü" ile medyamız!.. Üç; "Bütün baskılara rağmen" Genel Kurul'u ertelemeyen ve "göreve devam et" baskılarını da göğüsleyerek seçimin yapılmasını sağlayan"eski" Başkan Levent Bıçakcı!.. Dört; "Bıçakcı federasyonunun ağırlıklı üyelerinin bulunduğu listeye oy vermem Sakarya'ya ihanet olur, Ulusoy'a vereceğim oy, Sakarya Belediye Başkanımıza zarar verir. Baskılara dayanamıyorum, delegelikten de, başkanlıktan da, belediyedeki görevimden de istifa ediyorum" diyerek salondan ayrılan Sakaryaspor'un AK Partili Kulüp Başkanı Selâhattin Aydın!.. Beş; "Her şeyini riske ederek" bu mücadeleyi yapan ve sonunda "Genel Kurul'dan yüzünün akı ile çıkan" Haluk Ulusoy!.. İşte, "Türk futbolunu, sonunun ne olacağı bilinmeyen çok riskli ve çok gölgeli bir maceradan dünya âlem önünde kurtaran" beşibiryerde!.. Hepsine teşekkür borçluyuz; ben "kendi payıma düşeni" yapıyor ve "onları kutlayarak", teşekkür ediyorum!.. 4 deri ceket!.. Ayıptır!.. Ben "bildim bileli", taa Orhan Şeref Apaklar, Hasan Polatlar, Halim Çorbalılar döneminden beri, "Türkiye'ye görevli olarak gelmiş olan" uluslararası hakemlere, misafirlere "bir mihmandar verilir" ve de bu mihmandar "onları ağırlar!.." Bu ağırlamanın içinde, onlara "Kapalı Çarşı'dan Türkiye'yi hatırlatacak, yükte ağır, pahada pek ağır olmayan hediyeler alıp" vermek de vardır!.. Zaten "bu bütün dünyada da" böyledir!.. Neymiş; "Collina'ya dört deri ceket alınmış", '650 YTL'lik' faturası da Federasyon muhasebesine verilmiş, bu olur mu imiş!.." "Dört ceketin dördü de Collina'ya değil, dört hakemlik ekibin her üyesine birer tane ve her hakeme 162.5 YTL'lik hediye düşüyor (FIFA bile 200 euroya kadar olan hediyeleri kabulleniyor); bu bir!.." Bunun, şaşılacak, ayıplanacak, "yasal değil" denecek bir tarafı yok; bu iki!.. Araştırdım; "mihmandar" Sadettin Güler; "pırıl pırıl" bir insan; "faturalı ve Federasyon kasasından çıkan" harcama "bir" ise, "onun cebinden harcadıkları üç"; bu da üç!.. "İsviçre maçı sonrası" hakemlerin kapısının önünde tam bir rezaleti önleyen ve hakem raporlarının "bu konuda temiz olmasını" sağlayan da oymuş; bu dört!.. "Böyle bir olay" ve "böyle bir insan", töhmet altında bırakılıyor; gelin de isyan etmeyin!.. İşte, Ulusoy'un karşısına çıkarılan "ünlü" müfettiş soruşturmalarındaki olaylardan biri; güler misiniz, ağlar mısınız?..