O, "Uluç ve Bilgiç ailelerinin en büyüğü olma bayrağını" bana bırakarak, aramızdan ayrıldı. Keşke hep yaşasa ve "o bayrak onda kalsa" idi; "en çok" yakışanında!..
O bizim 'Adeta' falan değil, 'Resmen' İkinci Babamızdı... Çocukluğumun tüm anılarında o vardır... Mutlu günlerimizde o vardı... Acı günlerimizde o... Zor günlerimizde o... Bayramlarımızda o!.. Onun varlığı öyle bir güvendi ki, bizim için..."
İşte "böyle" diyor, dünkü yazısında sevgili kardeşim Hıncal Uluç, "dayımız" Necati Bilgiç için "İkinci Babamızdı" başlıklı yazısında!..
Sevgili Hıncal'ın yazısının ikinci cümlesinin başındaki "Çocukluğumun" kelimesinin sonundaki "mensubiyet" ekini "muzun" yapın, altına da "4 Uluç kardeşin imzasını koyun"; işte "Uluç ailesi için Necati Bilgiç'in ne ifade ettiğini" çok iyi anlarsınız!..
O öldü, mekanı olan Cennet'e gitti ve Bilgiç ile Uluç Aileleri "babasız kaldı!.."
Sadece "Babasız" mı; "Hocasız" kaldı, "Dayısız" kaldı, "Ağabeysiz" kaldı, en önemlisi "Necatisiz" kaldı!..
79 yaşındayım, diyelim ki, "4-5 yaşında "neyin olup bittiğini anlamaya başladım" ve de benim için "ancak o yaşlardan itibaren bugünlere kadar taşıyabildiğim anılar" başladı. Yani 75 yıldır "Necati Dayım" ile beraber oldum; dile kolay!..
Bizlere "Babamızdan sonra, hayatı öğretenlerin, inancı öğretenlerin, ahlakı, dürüstlüğü öğretenlerin" başında gelenlerden biri odur!..
Taaa 1955 yılının son baharında, baba tarafından kuzenimiz Doğan Şener ile beraber beni, ellerimizden tutarak, rahmetli Cihat Arman'ın Cağaloğlu'ndaki "Özfenerbahçe" dergisine götürüp gazeteciliğe başlatan, hemen sonra "bu ikiliye Hıncal Uluç'u da katan" ve "bizlere mesleğin ilkeleriyle beraber alfabesini öğreten" odur!..
Onun tedrisinden "bizim gibi geçen" çok spor yazarı ve gazeteci bugün hâlâ kalemleriyle mesleğe çok değerli katkılarda bulunmaya devam etmektedir.
Kilis'te ortaokulda iken, okulun bando takımına seçilmiştim", benim gibi bando takımına "trampetçi" olarak seçilenlere "trampet çalması öğreten" de oydu, taa 1940'lı yılların sonlarında; "Ulan Hasan ağa, ulan Hasan Ağa / Danalar girdi bostana / Kovalasana" temposu hâlâ kulaklarındadır ve zaman zaman parmaklarımla "o tempoyu" tıklarım!..
Bu örneği neden verdim; onun "gençliğinin ilk yıllarından beri" ne kadar "çok yönlü bir insan" olduğunu anlatmak için!..
Sevgili Hakkı Yalçın, bakın dün ne yazdı sütununda Necati Bilgiç için:
"Spor yazarlığının duayen isimlerinden. İsmiyle çağrılırken adının önüne Fenerbahçeli rütbesi eklenmiş usta. Takım sevdasının özel adamıydı. O sevgisiyle kimseleri rahatsız etmedi ve asil biçimde göz yumdu hayata. Mekânı cennet olsun."
Hayatındaki "en önemli dört pencere" şunlardı; Atatürk ve Türkiye penceresi / Aile penceresi / Meslek penceresi / Fenerbahçe penceresi.
"Herkesin yardımına koşan, kara gün dostu olan" Necati Dayım, "örnek bir aile babası" idi.
Mesleğin "gerçek" duayenlerinden, hocalarından ve meslek kuruluşumuz Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin kurucularındandı. "Uzun yıllar" rahmetli Kemal Ilıcak'ın Tercüman'ında onunla beraber spor yazarlığı yapan Güven Taner, "başsağlığı için aradığında" şöyle dedi bana; "Onca yıl beraber olduk, onca yıl şefliğimi yaptı, bir günden bir güne aramızda kırıcı bir olay olmadı."
Üstelik Necati Bilgiç "Fenerbahçeliliği dillere destan" bir gazeteciydi, şefti, Güven Taner ise Beşiktaşlı!..
Ben ve Hıncal Galatasaraylılardık; Dayımızla aramızda bunca yıl "birbirimizi kıracak" tek tartışma yaşanmadı!..
İş, "Galatasaraylılık, Fenerbahçelilik" konusuna gelince anlatayım; 1940'lı yılların sonuna doğruydu; Kilis'teydik. Dedemiz Kilis Müftüsü Muharrem Efendi'nin evinin avlusunda 2'şer kişilik "2 takım" maç yapardı. "Fenerbahçe" Takımı; Necati Bilgiç (Küçük Dayımız) + Hıncal Uluç'tu, "Galatasaray" Takımı ise; "Hayati Bilgiç (Ortanca dayımız) + Öcal Uluç'tu; "Galatasaraylılığı, Fenerbahçeliliği "ilk onlar öğretmişti", o yıllarda bizlere…
O, "Uluç ve Bilgiç ailelerinin en büyüğü olma bayrağını" bana bırakarak, aramızdan ayrıldı. Keşke hep yaşasa ve "o bayrak onda kalsa" idi; "en çok" yakışanında!..
Nur içinde yatsın, hepimizin başı sağ olsun… Yaşadığımız sürece "öğütleri ve öğretileri" bizlere ışık tutmaya devam edecek ve bizler "ona layık olmanın gereklerini yapmayı" sürdüreceğiz!..
Sözümüz, söz!..