Haluk Ulusoy Federasyonu'nu iş başına getiren genel kuruldan hemen sonra "ortaya" önemli bir soru atıldı: "Milli Takımlar Baş Sorumlusu değişecek mi?" Bu "ana" sorunun altında da hemen "detay" sorular belirdi: "Değişecekse kim gelecek?.." "Değişmeyecekse, yetkileri aynen devam edecek mi?" "Yoksa yetkileri tırpanlanacak mı?" Daha sonra "haberler" başladı: "Terim'in yetkileri tırpanlanıyor; o sadece A Milli Takım'a bakacak, gerisi eskiden olduğu gibi Gündüz Tekin Onay ve ekibine bağlanacak." Ve "bu haberlerin sorusu" da beraber geldi: "Terim yetki tırpanlamasını kabul edecek mi?" Ulusoy - Terim görüşmesinden sonra, Federasyon Başkanı'nın "Kesin kararı Federasyon verecek, o karar da İsviçre maçından sonra alınacak" açıklamasını yapınca, bu defa "hava" değişmeye başladı: "Terim'le yollar ayrılabilir, birlikte olma kararı kesin değil, yeni adaylarla görüşmeler yapılıyor!.." İsviçre maçının "ağır" olarak karşılanan kararından sonra "hava" iyice sertleşti: "Olayların bu hâle gelmesinde Terim'in de büyük rolü vardır, Federasyon üyeleri, olayların sorumluları olan yöneticilerin genel kurulca tasfiyesinden sonra, şimdi de 'yeni bir sayfa açmak için' Terim'in işini bitirecekler, yeni bir hoca ile yola devam edilecek; Mustafa Denizli ve Ertuğrul Sağlam yeni hoca adayları, bir yabancı da olabilir!.." Ve "ardından" yorumlar: "Sen de git Terim... İstifa et... Bırak... vs... vs..." Haftalardır spor sayfalarımızda ve TV ekranlarında bu haberleri okudum, bu yorumları dinledim!.. Bense, bir "spor yazarı" olarak, "iki şey" yaptım: Bir; kendimi "yeni" Federasyon Başkanı'nın ve "yeni" Federasyon üyelerinin yerine koydum; yani, "moda" terimi ile "empati" yaptım!.. İki, "istihbarat kaynaklarımı yokladım" yani "gazetecilik" yaptım!.. Önce "empati" ile başlayalım: "Ey Öcal Uluç, sen başkan olsaydın ne yapardın" diye kendi kendime sordum!.. "İlk düşündüğüm" şu olurdu: "Milli takımda köklü bir revizyon gerekiyor, birkaç tecrübeli ağabeyin etrafında gençleştirilecek bir milli takım kurulacak; bunu kim yapabilir?" Sorunun cevabı çok basitti; "Türk futbolunu yakından tanıyan, futbolcuları yakından tanıyan, kimliğine, bilgisine, kariyerine saygı duyulacak, sempati duyulacak bir teknik direktör şart!.." Yabancı??? "Bu tarifime uyabilecek" bir aday var gibiydi; Lucescu!.. Amma, "Türkiye'yi, Çavuşesku Romanyası'na benzeten, federasyonlar, hakemler, federasyonların komiteleri için çirkin açıklamalarda ve imalarda bulunan bir hoca" nasıl iş başına getirilebilirdi?.. Yerli??? "Ersun Yanal deneyinden sonra", kariyer ve tecrübe itibariyle "henüz olgunlaşmamış" bir Türk Hoca ile, "hem Federasyon, hem de Türkiye için" son derece "kritik" ve "muhtemel cezalar dolayısıyla çok riskli" bir Avrupa Şampiyonası yolculuğu yapılabilir miydi; "Hayır!.." Bugün, medya ve kamuoyu "böyle bir riski almaya destek verse" bile, yarın "başarısız bir - iki sonuçta" gök kubbeyi Federasyon'un başına yıkmaz mıydı?.. Öyleyse, "geriye kalıyordu" Mustafa Denizli!.. Medyayla bir türlü "yıldızı barışmamış" olan ve "birkaç kötü sonuçta" Federasyon'a "Terim'in nesi vardı, üstelik sistemi kurmuş, çalışmaya başlamıştı, hırslıydı, başarılı olmaya mahkûmdu, onu attın, bu hocayı getirdin de ne oldu" diye hesap sordurması çok mümkün Denizli, üstelik kamuoyunun da "bu hesap sormayı" haklı bulacağı bir alternatif olarak büyük risk taşımayacak mıydı?.. Öyleyse?.. Ve de "daha önemlisi"; Terim ile "devam edersek", alınacak "kötü sonucun paratoneri" Terim olmayacak mıydı; o, "İmparator edası ile" çıkıp "Sorumlu benim" demeyecek miydi?.. Başı zaten "Bakan'la, soruşturmalarla, medyadaki eski belâlıları ile dertte olan" bir Başkan için, "Milli Takım konusunda rahat etmek", ancak "Terim'le devam etmek" ile mümkündü!.. Bunca mesele ve hasım varken, bunlara bir de, "yolları ayırmak" suretiyle "karşıma alacağım" Terim Cephesi'ni katmak, akıllı bir adamın yapacağı bir iş olabilir miydi?.. Terim'in kariyeri, karizması, bilgisi, tecrübesi, hırsı, futbolcusunu maçlara hazırlaması, futbolcunun ona inancı, ona güveni, ona saygısı, ona sevgisinin üstüne, "rakiplerine karşı" sağladığı "psikolojik üstünlük" de işin cabasıydı!.. "Yepyeni" bir takım kurmadaki maharetinin ve tecrübesinin, Galatasaray'a ve Türk Milli Takımı'na "neleri getirdiği" futbol tarihimizde yazılıydı!.. Öyleyse?.. İşte "burada" bir başka faktör devreye giriyordu: "İsviçre maçı ile ilgili olarak FIFA'nın vereceği karar ve ceza!.." Bir federasyon başkanı olarak ben, "FIFA hafif bir ceza verirse ve mesela bu ceza 1 - 2 maç tarafsız sahada oynama olursa", belki "Terim'den başka bir alternatif düşünebilirdim!.." Amma, "ceza çok ağır olursa", bunun altından kalkabilmek, Milli Takımı "Avrupa Şampiyonası finallerine götürebilmek", ancak "Terim" ya da "Terim ayarında, kariyerinde, karizmasında" bir hocanın "başarabileceği" bir büyük sorumluluktu!.. Yani, "ağır" bir cezada "yollar" gene Terim'e çıkıyordu!.. Üstelik "gelen" ceza "ağır" da değil "çok" ağırdı!.. "Terim ile devam" tam bir zorunluluk hâline gelmişti!.. Karar; "Terim ile devam" oldu!.. "Empati" eğer "tarafsız" yapılabilirse, "duygular" yerine "mantık" hâkim olarak yapılabilirse, "Bu Fatih değil miydi, bir zamanlar bana 'Her firavunun bir Musası var' diye saldıran, küfürler yağdıran' düşüncesinden sıyrılarak yapılabilirse", görülecektir ki; "kimseyle tek kelime konuşmadan bile", Fatih Terim'in "Milli Takım'ın başında kalacağı" gerçeğine ulaşmak mümkün olabilir!.. Ben "baştan beri bunu yaptım" ve yazılarımda "Terim'in kalacağı sinyallerini" verdim!.. Türk Milli Takımı için, Türk futbolu için, Türkiye için "Terim'i hırpalamamaya" özen gösterdim!.. Biliyordum ki; İsviçrelilerin "çok istedikleri" ve FIFA'nın "çok aradığı hâlde" bulamadığı "cezalık" bir suçu, "ortaya belge, delil, tanık koymadan, koyamadan" isnat ve ısrar ederek "onu yıpratmak", onunla çıkılacak "zor ve taşlı yollarda" Türk Milli Takımı'nın işini çok daha zorlaştıracaktı!.. Üstelik, "bir gazeteci olarak" yaptığım görüşmeler, "sadece empati ile vardığım sonucu" pekiştirecek bir gerçeği ortaya koyuyordu: "Spor medyamızın verdiği haberlerin büyük bir çoğunluğu ve bu haberlere dayanılarak yapılan yorumlar gerçeği işaret etmiyordu!.." "Terim'le devam" ihtimali, Haluk Ulusoy sandıktan çıktıktan itibaren "yüzde 51'in üzerinde idi" ve "bu oran" giderek artıyor, hele hele Ulusoy - Terim görüşmesinden sonra, spor medyamızdaki haberlerin tam aksine, nerede ise "yüzde 90'ları buluyordu!.." "Federasyon kararı" bir formalite hâline inmiş gibiydi!.. Nitekim "son dakikada çok büyük bir sürpriz olmadı" ve karar çıktı!.. Hem de "çok kişinin beklediğinin aksine", Terim'in yetkileri "tırpanlanmadan!.." Ulusoy ve arkadaşları "doğruyu yaptı!.." Milli Takımımıza da, futbolumuza da , sporumuza da hayırlı olsun!.. Yakışmadı, sevgili Bayatlı!.. FIFA kararları açıklandıktan "hemen" sonra TV ekranlarında "onlarca yorum" dinledim!.. Bana göre, "en tutarlısı", hiç tanımadığım ve de "adını ilk defa duyduğum"Avrupa Spor Mahkemesi (CAS) Hakimi, ya da "kendi deyimi ile hakemi" Kısmet Erkiner'in ki idi!. "Duygusal olmadan, öfkeye kapılmadan, soğukkanlı, akıllı bir hazırlık ile birlik ve beraberlik içinde", cezaların Tahkim Kurulu'nda ve nihayet CAS'ta inebileceğini, "her şeyin bitmediğini" anlattı!. Kendisinden "hemen önce konuşan" Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı Togay Bayatlı'nın açıklamaları ise, "duygu dolu, öfke dolu, suçlama dolu idi"; adeta "yıldırımlar yağdırmıştı!.." Erkiner, "haklı" olarak "buna işaret etti" ve "duygusal davranmamanın şart olduğunun" altını tekrar tekrar çizdi!.. Tam bir "hakim gibi" konuştu!.. Spiker, "Bakan Mehmet Ali Şahin'e bağlanıyoruz" diyordu ki, araya gene "sevgili Başkanımız Togay Bayatlı'nın sesi" giriverdi ve "hiç beklemediğim" bazı şeyler söylemeye çalıştı: "O kim ki, o Levent Bıçakcı'nın sınıf arkadaşıydı, onu CAS'a Levent Bıçakcı soktu" demeye başladı, yani "Oraya haksız geldi, iltimasla geldi, o bu işleri bilmez" demeye getiriyordu ki, spiker arkadaşımız şaşırdı, kızardı, "Bayatlı'nın konuşmasını kesti" ve Bakan'a bağlandı!.. TV başında dondum kaldım; "Dünya Spor Yazarları Birliği Başkanlığı yapmış" ve halen TMOK Başkanlığı'nı yürüten, bunca yılın "duayen gazetecisi ve yöneticisi" Bayatlı, "bu duruma düşmeli miydi?.." Yazık etti; hem kendine ve unvanlarına, hem de mesleğimize!.. Yazıklar olsun!.. "Riva Projesi'ni askıya aldıranlar" ve "olumsuz oylarıyla askıya alanlar", bilmem ki, "Galatasaray'ın şu hâline bakıp", birazcık "vicdan muhasebesi" yapıyor musunuz?.. Yüzleriniz kızarıyor mu, utanıyor musunuz?.. "Projeyi iyileştireceğiz" diyerek, belki "5 - 10 dolarlık artı farkı getirmek" gayretinin, bütün dünyada ve Türkiye'de "Galatasaray'a maddi ve manevi olarak neler kaybettirdiğini" ve "Galatasaray markasını belki de yüzlerce milyon dolar harcansa tamir edilemeyecek kadar yıprattığını", bilmem anlayabiliyor musunuz?.. "Zaman tünelinde kalmış" bir "duayen zihniyetinin", kol kola girdiği "Özhan Canaydın'a öfke yumağı" ile beraber ve "başkanlık hayalleri peşinde olanların" muhalefet kösteklemeleri ile birleşerek "gemlediği Galatasaray'ı bugün bu durumlara düşmekten kurtaracak" projenin gecikmesinin, daha nelere mal olacağını yaşayıp göreceğiz!.. "Mondragon gibi bir transfer hokkabazını yollayıp, kaleyi yarınlarda Türk Milli Takımı'nın kalesini koruyacak Aykutlara, Fevzilere teslim edemeyecek kadar" korkak ve "yabancılara el altından para ödeyecek ve her şeye rağmen mücadeleye devam eden takımı bölecek kadar" yönetim biliminden "habersiz" bir yönetim de, "bu gidişe bol bol katkı yapınca", bakınız ortaya ne çıktı: Herkese "kara mizah" ve rakiplerine "alay" konusu olan bir Galatasaray!.. İftihar edebilirler; Selahattin Beyazıt'tan, Özhan Canaydın'a, İnan Kıraç'tan Turgay Kıran'a, Faruk S üren'den, Mehmet Cansun'a kadar Galatasaray kulübünün dününde ve bugününde olan "Galatasaray'ın üne kavuşturduğu bütün ileri gelenler", yani, "5 - 6 milyon doları denkleştirip" futbolcuların paralarını ödemeyen ama "kurtarıcılığa soyunanlar"; iftihar edebilirler!..