Bana soruyorlar; "Milli Takım'a gelmeden önce, teknik adamlık denemelerinde başarılı olamamış ve milli takımın başında iken de, çok kolay bir gruptan ekibini çıkaramamış ve baraja kalmış bir Şenol Güneş'i neden savunuyorsun?" Ve devam ediyorlar; "Dünya Kupası finallerinde bir çok eskinin güçlü takımı yok. Gelenlerin büyük çoğunluğu da eski gücünde değil!. Büyük bir teknik adamla Türkiye bu kupada final oynayıp, hatta kazanabilir. Şenol Güneş bunu başaramaz!." "Gelecekle ilgili spekülatif bir olay" konusunda kendisine sorulan sorulara cevap verirken, Süleyman Demirel'in "çok kullandığı" bir söz vardır: "Doğmayan çocuğa don biçmem!.." Dünya Kupası finallerinde Türkiye'nin "hangi hoca ile başarılı, hangi hoca ile başarısız olacağını bugünden tayin etmek" mümkün değildir!.. Bunun Türkiye'de ve Dünya'da da çok örnekleri vardır!.. Nice "büyük hocalar", ellerine geçen fırsatları hovardaca harcamışlar, "başarının b'sinin bile yanına yaklaşamamışlar", ama "onların yerine gelen" nerede ise "isimsiz" bazı hocalar takımlarını başarıdan başarıya koşturmuşlardır!. Tabii, "bunun tersi için" de birçok örnek vermek mümkündür!.. Aslında "önemli olan" ilk unsur "teknik adamla futbolcu arasındaki uyumdur!.." Bu uyum sağlanmışsa, "başarı için en büyük adım atılmış" demektir!. Şenol Hoca'nın "bugün", yerine getirilmesi düşünülen "karizmatik ve büyük hocalara karşı" en büyük avantajı budur!.. Futbolcusu ile "çok iyi uyum sağlamış", kendisini sevdirmiş ve saydırmıştır!. Bugün milli takımın kadrosunda bulunan futbolcuların çoğunluğu, "Milli Takıma Dünya Kupası'nda final oynatabileceği hatta şampiyonluk kazandırabileceği" düşünülen iki hocanın da "kulüp takımları için" kendilerini bırakıp gittiğini bilmektedir!.. Öyle ki, "Beni 2-3 ayda bir oynanan maçlar tatmin etmiyor" diyeni bile çıkan iki hocanın, öteki de "zaten" gözünü "yeniden İtalya'ya dikmiş", oradan gelecek teklifi, hatta bu teklif "ligin dibindeki takımlardan birinden bile gelse" kabul etmek üzere, "tetikte beklemektedir!." Mustafa Denizli'den ve Fatih Terim'den "bu noktadan sonra" milli takımın başına geçip, ay-yıldızı "başarıdan başarıya koşturmasını beklemek", tatlı bir hayalden de öte "ciddiyetsizlik" olur!. Üstelik bu iki hocanın da "gittikleri finallerdeki başarı çizgileri" ortadadır ve öyle "çok tamah edilecek" bir yanı da yoktur!.. Peki, "bu saatten sonra" takımın başına "çok büyük bir yabancı hoca getirilemez mi?" Güldürmeyin beni!.. O, "futbolcuları tanıyana kadar", sıra gelecek Dünya Kupası'na gelir!.. Şenol Güneş ile ilgili "bundan sonrası için" görüşlerimi bir cümle ile noktalayayım: İnanıyorum ki, bu takım Şenol Hoca ile gittiği finallerde, Terim'in de, Denizli'nin de erişemediği bir başarıya ulaşacaktır!. Şimdi geliyorum, neden Şenol Hoca'yı desteklediğime? Türk futbolunun "çok kaprisli, biri devamlı küsen, öteki devamlı 'ben... ben... ' diyen ve en ufak bir eleştiriye tahammülü olmayan" iki teknik adamın hegemonyasından kurtulması için, Şenol Hoca'nın başarısının bir anahtar olacağını düşündüm!.. Türk futboluna kafalarını, akıllarını, zekalarını, zamanlarını, her şeylerini veren, ama bir türlü "İstanbul'un Üç Büyükleri'nden başkasını gözleri görmeyen" ve bu yüzden de "bu kulüplerde oynamamış, bu kulüplerde hocalık yapmamışları adam yerine koymayan" anlı-şanlı yazar-çizerler tarafından bir türlü görülemeyen, fark edilemeyen, önemsenemeyenlerle ilgili olan bu "peşin fikirli zincirin kırılması" fırsatı doğduğu için Şenol Hoca'yı destekledim!.. "Karizma" denilen İstanbul medyasının "kendine göre tarif ettiği" safsatanın, artık "Türk teknik adamlarının önünü tıkamaması" ve bunun da Terim ve Denizli'den başka bir Türk Hoca'nın, "hem de Anadolu'dan gelerek başarıya ulaşmasına bağlı olduğunu" düşündüğüm için Şenol Hoca'yı destekledim!. Galatasaray'ı, Fenerbahçe'yi, Fiorentina'yı ya da Milan'ı "Türk Milli Takımı'na tercih edenlerin" de, "Şenol Güneş başarılı olur da, kendilerini geçerse", oturup biraz düşünmeleri, "Galiba yanlış yaptık" diyebilmeleri ve pişman olmaları için Şenol Hoca'yı destekledim!.. Ve... Başarılı olmasını istedim!.. Şimdi de istiyorum... Yarın da isteyeceğim!.. Hem Şenol Hoca için... Hem de Türk Milli Takımı için!.. Şenol Hoca'yı hâlâ içine sindiremeyenlere de bir çift sözüm var: Bu başarı fidanına "bir damla suyu bile çok görüyorsunuz", bari "gölge etmeyin" de birazcık "Güneş" alsın!.. Yazık oldu Beşiktaş'a!.. Ne zaman ki, Serdar Bilgili başkan oldu, Süleyman Seba'nın bir "Hazreti Eyüp sabrı içinde adeta tırnaklarıyla kazıyarak Beşiktaş'ı getirdiği yerden" çok gerilere düşmeye başladı!.. Bütün "örtme çabalarına rağmen", çok kısa zamanda gerileme bütün izleriyle ortaya çıktı!.. Galatasaray Divan Kurulu'nun "kulüp borç batağına gömülürken ve bütün manevi değerleri berhava edilirken" yapması gereken ama yapamadığı çıkışı, Beşiktaş Divan Kurulu yapınca, takke düştü ve "kel iyice göründü!.." Artık, Serdar Bilgili'yi ve yönetimini kimse kurtaramaz; gitti gider!.. Yerine kim gelecek? Gelecek olan camiayı toparlayabilecek mi? Acaba "bir dönem", yani "2 yıl", gene Süleyman Seba başkanlığında bir "toparlanma yönetimi kurulabilir mi?" Seba, camianın ileri gelenlerinin düşünmeye başladığı bu formülü kabul eder mi? Ya da Süleyman Seba'nın "manevi liderliğinde", onun destekleyeceği bir "restorasyon yönetimi kurulabilir mi?" Geçen defa kaybeden, daha doğrusu "kaybettirilen" Hasan Arat bu defa başkan olabilir mi? "İpleri Ciner'in elinde olan" bir yönetimin Beşiktaş'a ne kadar faydası olabilir? Sorular... Sorular... Sorular... Bilinen bir şey var!.. O da, bu soruların ve bu soruların cevaplarının içinde "Serdar Bilgili'nin hiç ama hiç olmadığı!.." Bir insan "kendini bu kadar çabuk nasıl harcayabilir?" "Bilimsel olarak" araştırılması gereken bir olay!.. Araştırma, "gelecek kuşaklara ders olarak okutulabilir!." Centilmenlere bakın!.. Mevsim başını hatırlayın!.. Üç Büyük takımın yöneticileri bir araya gelmiş, "Dostluk... Barış... Beraber hareket etme..." nutukları atarak, bir "centilmen anlaşması yapmışlardı!.." Bu anlaşmaya göre, "birbirlerinden futbolcu almayacaklar, almak isterlerse, o futbolcunun kulübü ile anlaşacaklar, hatta birinin talip olduğu futbolcuyla başkası ilgilenmeyecek, böylece transfer piyasasını yükseltmeyeceklerdi!.." Gazetelerde bu haberleri okurken ve TV'lerde atılan nutukları dinlerken kahkahalarla gülüyordum!.. "Bu anlaşmanın geçerliliği, imzaların mürekkebi kuruyana kadardır" gibilerden de bir yazı yazdığımı hatırlıyorum!. İşte bugünkü durumu görüyorsunuz!.. Fatih'in... Batista'nın... Murat'ın... Transferlerinin arka yüzündeki kavgaları, mücadeleleri, ucundan kulağından gazetelerde okuyorsunuz!.. Nerede ise birbirlerinin gözlerini oyacaklar!.. "Böyle centilmenlerin, centilmenlik anlaşması da böyle olur!.." Ne diyelim: Allah önce akıl fikir, sonra iz'an ve insaf versin!. "Rekabet" adı altında sporu kirletmek, kimseye yakışmaz!.. Hele, "Türk sporunun lokomotifi olduklarını iddia eden" büyüklere hiç!.. Ama, "kulüplerin başına öyle yöneticiler geliyor" ki, işte "böyle çirkinini, böyle yakıştırıyorlar" ve büyükleri cüceleştiriyorlar!. Yazık ki, ne yazık!.. İşte tablo!. Türkiye Kupası'nda "Erzurumspor'a yenilerek elenen" bir takımın "büyük ve dahi" teknik direktörü Lucescu'yu yere göğe koyamayanların, Şampiyonlar Ligi'ndeki istatistiklere bakmalarında yarar var!. Galatasaray "isabetli şutta maç başına 4.29 ortalama ile" 16 takım arasında sonuncu!.. Kornerde, 3.86 ortalama ile 12 nci!. Topla oynamada, yüzde 49 ile 13 üncü!. Faulde, maç başına 19.71 ortalama ile 4 üncü!. Ofsaytta, 3.86 ortalama ile 7 nci!. Gol krallığında, Sergen ve Ümit "2'şer golle" 19 ve 20 nci!. İlk turda 6 gol atan Galatasaray, ikinci tura kalan 16 takım arasında "gol atma sıralamasında" sonuncu, ilk turda 5 gol yiyen sarı-kırmızılı takım, son 16'ya kalan takımlar arasında "en az gol yemiş ikinci takım" oldu!.. Buyrun, öve öve göklere çıkardığımız Galatasaray'ın "dahi" denilen teknik adamının, takımına oynattığı futbolu gösteren rakamlar!.. Türkiye Kupası felaketi ortada!.. Acaba "bu sezon ligde ne olacak?" Eeee!.. Başkanları "Türkiye Kupası'nı angarya gibi görürse", yarın futbolcular da pekala "ligi angarya sayabilirler!.." Bazılarının, "geçen sezonun sonlarında" göz göre göre "ligi angarya saydıklarını" ve "sadece Avrupa maçlarını düşünerek kendilerini pazarladıklarını" hatırlıyoruz da... Bizden de Galatasaraylı yöneticilere ve "angarya mucidi" başkana hatırlatması!.. Neden iki kaleci?.. Bazıları kafaya taktı; "Mustafa Denizli neden bazı maçlarda maç kadrosuna üç kaleci alıp, ikisini kulübede yanında oturtuyor?" Yazıyorlar... Çiziyorlar... Sözüm ona "espri" yapma kamuflajı altında Denizli ile dalga geçiyorlar!.. İçlerinde futbol oynamışlar var... Büyük takımlarda oynamışlar var... Kaptanlık yapmışlar var!.. "Biz futbol oynadık" diye atmaya başladıkları zaman "mangalda kül bırakmayanlar" var!. Bazılarının neden "teknik adam olamadığını" ve aralarında olan varsa "neden başarıya ulaşamadığını", nihayet "bir gecede spor yazarı yapılmalarına rağmen", neden hâlâ "gazeteci olamadıklarını" test eden "örnek bir olay!.." Bir defa bilmen gerek... Bilmiyorsan tahmin etmen gerek... Tahmin de edemiyorsan açıp, Denizli'ye sorman gerek!.. Bakın, ben tahminimi yazayım: Denizli, "Sadece, sakatlar ve cezalılar yüzünden maç kadrosunu dolduramadığı zaman, üçüncü kaleciyi de listeye ilave edip, kulübede yanında oturtuyor, bu bir!.. Yarın Rüştü sakatlanırsa, ikinci kaleci olarak sahaya çıkacak genç kaleciyi statlara, kalabalık seyirci kitlelerine alıştırıyor ikiii... Ve nihayet, bu genç kalecinin de, kadro eksik iken maç kadrosuna girerek, primden faydalanmasını sağlıyor, teşvik ediyor, üüüç!." Şimdi, sorun bakalım Denizli'ye, size ne cevap verecek? Galatasaraylılar üzülmesinler!.. "Bir Galatasaraylı olarak" Fatih Akyel İspanya'ya gittiğinde memnun olmuştum; "Galatasaray ondan kurtuldu" diye!.. "Dönme ihtimali belirdiğinde", hele hele "hakaret ettiği" asbaşkan Fatih Altaylı'nın da "yumuşadığı" haberleri medyada yer alınca, "eğriye eğri, doğruya doğru"; fevkalade üzülmüştüm!. Fatih Akyel, "zaman zaman iyi oynayan" ama çoğu kez oynamayan, en kritik maçlarda büyük hatalar yapan, teknik direktörünün söylediklerinden çok "kendi kafasına göre oynayan" bir futbolcu tipiydi. Ve de "takım oyunu oynayan" Galatasaray'a hiç uymuyordu!.. Tıpkı Tugay gibi... Tıpkı Arif gibi... Tıpkı geçen sezonun sonlarındaki Emre gibi... Okan gibi... Tugay'ın geri gelmesini hiç istemedim, hâlâ o noktadayım!. Arif'in gelmesini de istememiştim, geri döndü; "inşallah akıllanır" diyorum ve bekliyorum!. Emre, "o kafayla" hiç gelmesin!.. Okan, belki!.. "Ya Ümit Davala ve Hakan Şükür" derseniz, ikisi için de derim ki; "Hemen ama hemen gelsinler!.." Keşke gelebilseler ve getirilebilseler!.. Fatih'in Fenerbahçe'ye gitmesi ise Galatasaray'ı kurtardı!.. Lucescu gibi "disiplin özürlü" bir teknik adamın yönetiminde, Fatih'in yapmadığı kalmazdı!. Temenni ediyorum ki, Fenerbahçe'de, Galatasaray'daki yanlışlarını tekrarlamasın!. O da kazansın... Fenerbahçe de... Türk futbolu da... Ama, "Denizli'yi bile hâlâ hazmedemeyen" bir Fenerbahçe camiasının ve taraftarının Fatih'i kolay kolay hazmetmesi mümkün değil!.. Seyirci, hafta içindeki maçta "bunun işaretlerini verdi!.." Neyse ki, gelecek sezona çok vakit var; zaman yaraları tedavi eder!.. Ve de... "Hafıza-ı beşer, nisyan ile maluldür!.."