Hâlâ "Galatasaray" ile "başkaları" arasındaki farkı anlamayanlar var! Hâlâ Ali Şen gibi, Fenerbahçe Dernekleri gibi "En büyük Fenerbahçe" diye masal anlatanlar var! Hâlâ "Avrupa'da Galatasaray ile Fenerbahçe'yi bir tutarak", tutup "İkiz Kuleler yıkıldı" diye manşet atacak kadar "farkı fark edemeyen gazeteciler var!" Hâlâ mesela bu sezonda Avrupa Kupaları'nda yapılan 9 maçta alınan "2 galibiyette" Galatasaray'ın imzasının bulunduğunu, Fenerbahçe'nin "sıfır çektiğini", Gençlerbirliği'nin ve Gaziantepspor'un da zayıf rakipleri karşısında ancak birer beraberlik alarak ilk turda elendiklerini gördükleri halde, "işin sırrını çözemeyenler" var! Galatasaray'ın "çıtayı yükselttikten sonra" her halükarda "bu çıtanın altında kalmamak için" yeterli tecrübeye ulaştığını, özgüvenini kazandığını hala anlamak istemeyenler var! Kısacası, "Galatasaray" ile "başkaları" ayırımının "Avrupa Kupaları" ile "annemizin ligi" arasındaki ayırıma eşdeğer olduğunu görmemek için çırpınanlar var! İşte onlar var güçleri ile "gerçekleri saklamak ve hedef saptırmak için" bütün suçu Mustafa Denizli'ye yüklemeye çalışıyorlar! Peki, "yıllardır Mustafa Denizli yoktu"; Dünya'nın ve Avrupa'nın en ünlü hocaları gelip geçti, Fenerbahçe ne yaptı? Beşiktaş ne yaptı? Diğerleri ne yaptı? Bunca yıldır "iki Manchester galibiyeti hariç", Avrupa Kupaları'nda koca Fenerbahçe'nin nesi var? Galatasaray'a "Avrupa Fatihi" denilmesine "çok öfkelenen" ve "nereden Avrupa Fatihi oluyormuş" diye ateş püsküren okuyucularım vardı; bilmem ki şimdi ne diyor, ne düşünüyorlar? Doğrusu ya, bizim de aralarında bulunduğumuz çoğunluk "işin sırrının Fatih Terim ile talebelerinde olduğunu sanıyorduk"; çok yanılmışız! İşte ne Terim var, ne de onun yıldızlarla dolu takımı! Yerden yere vurduğumuz Lucescu ve Terim'in yedekleriyle tamamlanan bir kadro ile Galatasaray gene Avrupa Kupaları'nda grup liderliğine oynuyor ve grup birinciliğinin de en güçlü adayı! "Denizli suçlu" yaygaralarıyla bir yere varılmaz! O Denizli değil miydi, anlı-şanlı yazar-çizerlerimizin "hayal taciri" dedikleri bir dönemde, Galatasaray'ı Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda "yarı final oynatan?" Gerçekleri göremeyenler, gerçeklerle yüzleşmekten kaçanlardır, Fenerbahçe'yi Avrupa Kupaları'nda başarısız kılan! Tabii, Beşiktaş'ı ve diğerlerini de! "Hedef şaşırtarak" bir yere varılamaz; cesaretle doğruları bulmaya koşmak gerek! Galatasaray bunu yaptı! Babam derdi ki!.. Rahmetli babam Fuat Uluç, bir köylü çocuğu idi. Bize "hayat dersleri verirken" zaman zaman "köy gerçeklerinden örnek olaylar" seçerdi! Mesela derdi ki; "Kağnı arabalarında küçük öküz yoldan çıkarsa, üvendire ile büyük öküzü dürtmek gerek!" Bunu neden yazdım? Teşbihte hata olmaz; kimse kızmasın, gücenmesin, benim ki "meramımı kolay anlatabilmek için" kullandığım bir benzetme! Futbol Federasyonumuz ve kurulları "oldum olasıya" bunun tersini yaparlar! "Büyükler yapar"; geçiştirilir!. "Küçükler yapar"; hiç tereddüt edilmeden cezası neyse verilir! Öyle olunca da, Galatasaray-Fenerbahçe maçında olan bitenlere hiç şaşmamak gerek! "Göztepe'nin sahasını kapatanların", Galatasaray ya da Fenerbahçe için ne yapacaklarını doğrusu ya çok merak ediyordum! "Göstermelik de olsa, kırk yılda bir de olsa" hiç olmazsa "böylesine bir çirkinliğe, böylesine bir rezalete" karşılığı olan ceza verilmeliydi! Verilmeliydi ki, "adalet yerine gelsin!" Verilmeliydi ki, kamu vicdanı yaralı kalmasın! Verilmeliydi ki, büyüklerin de canı birazcık da olsa yansın! Verilmeliydi ki, herkes haddini bilsin! Verile verile 2.5 milyar ceza verildi; nohut-çekirdek parası...Ve "böylece" onlara dendi ki; "Az yapıyorsunuz,çok daha fazlasını yapın!" Bilmem ki, benim "bu açık haksızlığa karşı" Tahkim Kurulu'na itiraz hakkım var mı? Varsa da (!), yoksa da ben itiraz ediyorum, yani isyan ediyorum; böyle ayrımcılık ve iltimas olmaz, olamaz! Yazık değil mi, onlara? "Onlar" ??? "İstanbul'un üç büyüklerinin dışında kalanlar!" "Ulusal medya" dediğimiz ama "aslında" sadece ve sadece "İstanbul medyası" olan gazetelerin ve TV'lerin spor sayfalarınca, spor ekranlarınca, spor servislerince "korunan ve kollanan" üç büyükler ve "o medyadan" tam bir "üvey evlat" muamelesi gören "diğer kulüpler" ve onların takımları! Ulusal (!) medya'nın futbolumuzda tutumu böyle olunca, "akıllı ve koltuğunda rahat oturmak isteyen" yetkililerimizin, futbolumuzu yöneten kurulların başkan ve üyelerinin de "bundan etkilenmemeleri mümkün mü?" İşte geçen hafta "göz göre göre mağlup edilen" Ankaragücü! Evime Türkiye dahil dört büyük gazete alıyorum; bizimkiler hariç "Ankaragücü'nün hakemin çaldığı ve çalmadığı düdükleriyle gasp edilen puan, hatta puanlarını" satır aralarında bile üzerinde duran yok! "Acaba" diyorum; "Hakem, çaldığı ve çalmadığı düdüklerle İstanbul Büyüğünü mağdur etmiş olsaydı, aynı kalemler neler yazarlardı?" İnsaf, "Atı alan Üsküdar'ı geçmiş" öyle olduğu halde bile "sanki hiçbir şey olmamış,kimsenin hakkı yenmemiş gibi" davranılıyor! Bir hafta önce de "aynı yöntemle puanı alınmış" Ankaragücü'ne, o "keyif veren" futbolu oynayan sarı-lacivertli futbolcuların emeklerine, o gencecik teknik direktörün mücadelesine yazık değil mi? "Başta Fenerbahçe" olmak üzere "önce üç büyükler, sonra üç büyükler, her zaman ve her yerde üç büyükler" diyen bir Merkez Hakem Komitesi ile futbolumuz nereye gidecek? Bülent Yavuz ve arkadaşlarının ötekileri bıraktım, iki haftadır Ankaragücü maçlarında olup bitenlerden hiç mi vicdanları sızlamıyor, yüzleri kızarmıyor? Galatasaray ligin başında "iki defa hakem hatası ile karşılaştı" diye kıyamet koptu, tavizler verildi, peki şimdi ne olacak? Nerede "MHK herkese eşit davransın yeter" diye ayağa kalkanlar? "Eşitliği sadece üç büyükler için, üç büyükler arasında isteyenler?" "Bazıları daha eşittir", federasyonlardan ve hakem kurullarından sonra, onlarında mı ilkesi haline geldi? Çok yazık! Ne diyorsun Erman Hoca? "Futbol oynadıkları için" futbolu Türkiye'de en iyi bildiklerini iddia edenlerden biridir Erman Toroğlu! Mevsim başında çok iddialı bir yazı yazdı ve "Sergen Galatasaray'ın hiçbir işine yaramayacak, Oktay ise Fenerbahçe'nin kurtarıcılarından, en çok iş yapan futbolcularından biri olacaktır" anlamına gelen cümleleri ard arda sıraladı! İşte sezonun ilk çeyreği bitti, bitiyor, durum ortada! Bir Sergen'e bakın, bir de Oktay'a! Bir Sergen'in Galatasaray için "ne ifade etmeye başladığını görün", bir de Oktay'ın Fenerbahçe için "ne ifade edemediğini seyredin!" Eeee... Futboldan anlamak başka şey vesselam! Ya maazallah, bir de anlamıyor olsaydı, ne olacaktı? Biliyorum, şimdi içinden diyor ki; "Sen bugüne değil, yarına bak. Sezonun sonunda Sergen'i de göreceğiz, Oktay'ı da... Hem kabahat Oktay'da değil ki, Mustafa Denizli'de... Aylardır çocuğu hazırlayamadı!" Gene biliyorum ki; Sergen de "Bu sözlere bıyık altından gülecektir!" Benim gibi "Sergen değişmez" diyenler çok yanılacak galiba! Hadi biz "futbol oynamadık, anlamayız; normal!.." Ama Erman Hoca? Yok...Yok...O hiç yanılmaz! "Yanılsa" da, yanılmaz! Bu nasıl iş? Ankara'da Ankaragücü-Beşiktaş maçı var... Bir gün önce Ankaragüçlü yöneticilerle, Beşiktaşli yöneticiler anlaşıyorlar; Ankaragücü santrforu Kennedy'i Beşiktaş'a verecek. Transfer hemen maçtan 24 saat sonra gerçekleştirilecek. Olur mu; olmaz ama, burası Türkiye... Her şey olur!. Kennedy, o maça kadar hem Ankaragücü'nün, hem de Süper Lig'in "en çok gol atan ve en çok asist yapan" futbolcularının başında geliyor! "Beşiktaş'a gidecek olan" Kennedy'i de Ankaragücü Teknik Direktörü maçta ilk 11'e koymuyor, "lâf olsun" diye 89 uncu dakikada oyuna sokuyor ve Ankaragücü maçı 4-3 kaybediyor! Buraya kadar "tuhaflık var" ama, asıl tuhaflık maçtan sonraki 48 saat içinde gerçekleşiyor: Beşiktaş Kennedy'i almıyor! Göz göre göre, Ankaragücü oyuna geliyor ya da getiriliyor! Yoksa... Yoksa... Bu işe de "Zalad mı karıştı?" Ne dersiniz, a dostlar? Kabahat kimde? Hep şöyle dedik: "Bunlar kendini bilmez bir avuç insan!" Ve ekledik; "Bunlar Galatasaraylı olamaz... Bunlar Fenerbahçeli olamaz... Bunlar Beşiktaşlı olamaz... Bunlar Trabzonlu olamaz... Bunlar... Bunlar... Olamaz... Olamaz..." Aslında "onlar" Galatasaraylıydı... Fenerbahçeliydi... Beşiktaşlıydı...Trabzonsporluydu... Biz "kendi kendimizi aldatıyor", tepki görmemek, "birkaç gazete fazla satmak ya da çeyrek puan fazla reyting almak için" eyyamcılığın daniskasını yapıyorduk! Hatta içimizde "Ne olmuş yani küfür ediyorlarsa? Bırakalım deşarj olsunlar!" diyecek kadar "eyyamcılığın zirvesine oturanlar bile vardı!" "Küfürün, her şeyin başı olduğunu", küfürün tahrik ettiği insanların, küfürün açtığı yolda hızla ilerleyerek döner bıçaklı, saldırmalı, kasaturalı, şişli, tabancalı magandalar haline geldiğini göremeyecek kadar kördük! Ya yönetimler? "Paralı amigolar, küfür korolarının önderleri" onların eseri değil miydi? Bunları ceplerine paralar koyarak yöneticiler beslemiyor muydu? Ya stad hoparlörlerinden yayınlanan "çirkin ve tahrik edici" devşirilmiş şarkılar, türküler, marşlar... "Fincanı taştan oyarlar"..lar... "Cenaze marşları"...Ve benzerleri... Işıklı panolarda misafir taraftarları çileden çıkaracak görüntüler... Misafir trübünlerinde kurulan rezilane tuzaklar... Misafir taraftarlarının tezahüratını engellemek için yapılan sportmenlik dışı uygulamalar... Ve bunları görmeyen, tedbir almayan, ceza vermeyen, adeta "sırt sıvazlayan" futbol federasyonları... Değiştirilen yönetmeliğe rağmen "hiçbir şey olmamış gibi hareket eden" hakemler... Küfürün bini bir para iken "Duymuyorum" diyen hakemler... "Konuşmuyorum" diyen federasyonlar... "Görmüyorum" diyen spor yazarları... Peki bu tabloya bakarak söyleyin sevgili okurlarım, asıl suçlular, asıl kabahatliler kimler? Ya, bütün bunlar olurken, "TV başındaki seyirciler gibi davranan" valiler, kaymakamlar, polis yetkilileri, içişleri bakanları? Hani derler ya; "samur kürk olsa..." Vah benim sporum, vah!