Neslihan ve Hooijdonk!..

A -
A +

Rahmetli babamın, zemininde ve zamanında tekrarladığı güzel sözlerden biri idi; "Benim oğlum binâ okur, döner döner gene okur!." İşte "spor medyamız önemli bir bölümü ile" tam bu söze uygun; ne yazık ki kamuoyunda da "bu bölümün sesi duyuluyor", yeri göğü "bu bölüm" inletiyor!.. "Fikir ve bilgi üretmek yerine", insan olmanın en değerli hasletlerini yok sayarak, "sporun evrensel tarifini unutarak", yani sevgiden, saygıdan, vefadan, insaftan, iz'andan nasibini almayarak, manevi bütün değerleri çiğneyerek bir "hakaret - küfür - kin" yumağı halinde spor sayfalarına ve spor ekranlarına düşenleri gördükçe, babamı "rahmetle anıyorum" ve bir gazeteci, bir spor yazarı olarak utanç içinde yaşıyorum!. "Güzellikleri göremeyen, güzellikleri yaşayamayan, güzellikleri yazamayan" bir spor medyasıyız biz!. Birbirimize o kadar sevgisiz ve saygısızız ki, "başkalarına sevgi ve saygı göstermemiz" imkânsız!. Eleştirmiyor, hakaret ediyoruz; "fikre karşı fikir söylemiyor"; küfür ediyoruz!. Ve "bunu yapmak için" de fırsat arıyoruz!. Yazıklar olsun!.. Neden böyle olduk? Neden bir zamanlar "gazeteleri arka sayfadan okutan", ön ve orta sayfada yazanlara "haber böyle yapılır, sayfa böyle yapılır, yazı böyle yazılır" dersleri verecek kadar "mesleğin önünde giden" spor yazarları, spor gazetecileri "bu hale" geldiler? Mesleğe sızmalarla başladı erozyon ve sonunda sayfaları, ekranları "lokantacılar, balıkçılar, atçılar, barcılar, kafeciler, manavlar, ihracatçılar, butikçiler, avukatlar, doktorlar, tüccarlar, iş adamları, emekliler, eski hakemler, doğru dürüst iki cümleyi alt alta yazamayan, yazılarını başkalarına yazdıran futbolcular" ele geçirince, geldik bugünlere!.. "Şerefsiz spor medyası" ya da "şerefsizler" sözleri havalarda uçuşuyor!.. "Bunlara karşı el ele mücadele verecek olan, vermesi gereken" gerçek spor yazarları ise "birbirine hakaret etmek için fırsat kolluyor!." Ve meydan, spor yazarlığı, spor gazeteciliği, mesleğimizi bir "terminatör gibi" yok edenlerin, üzerlerinde "insafsızlık" ve "iz'ansızlık" yazılı pençelerinin arasında ufalanıp gidiyor!. Nerede meslek kuruluşlarım, nerede gazeteciler cemiyetlerim, nerede TSYD'lerim, nerede Basın Konseylerim? Ve bu bataklığı, "gözleri ve vicdanları kendi kulüplerinden başka hiçbir şey görmeyen, futbolun zebûnu olmuş" fanatik yöneticilerin yönlendirdiği "gözleri ve vicdanları kendi kulüplerinden başka hiçbir şey görmeyen, futbolun zebûnu olmuş" fanatik "futbol yorumcuları" da günün 24 saati ekranlarda ve sayfalarda bol bol suladıkça, vah ola benim mesleğime, benim ekranlarıma ve sayfalarıma!.. "Kendi sahasında Parma'ya yenilen Lazio'yu Real Madrid'den bile üstün tutan" Lucescu'yu, "en kötü zamanında yakaladığı" Galatasaray önüne "titreyerek çıkan" ve bunu takım tertibi ve taktiği ile gösteren, Serhat'a 80 dakika tahammül eden, Boşat "son dakikada penaltıyı verse" belki de mağlûp olacak olan Daum'u "dâhi" diye öve öve bitiremeyen, "iki adımdan kaçırdığı gollerle" taraftarına saç baş yolduran Van Hooijdonk'u göklere çıkaran ama, "4 Olimpiyat, 5 Dünya 14 Avrupa Şampiyonluğu kazanmış" Rusya'yı hem de "3-0'la deviren" voleybolcu kızlarımızı görmeyen, hatırlamayan, unutan ekranlara, sayfalara, sözüm ona "spor yazar ve yorumcularına" bilmem ki ben ne diyeyim? 2003 yılında spor ekranlarımızı, spor sayfalarımızı kaplayan "tanzimat ve jön Türk kafası", kendi değerlerimizin yerine "Avrupa'da iş bulamayan, yalancılığı ve uyuşturucu iptilâsı ile ünlü" antrenörlere ve nerede ise emekliliği gelmiş futbolculara her gün destanlar yazıp, sayfalar ve programlar yaparken, "benim has değerlerimi" sayfa ve satır aralarında kaybettirmek için yarışıyor; bu nasıl bir kafadır? Lucescu ve Daum "dâhi" ise, benim "Rusya'yı 3-0 yenen" voleybol milli takımımım "10 gün önce kaybettiğimiz" Hocasına ve bugün ekibin başındaki teknik direktörüne acaba ne dememiz gerekiyor? Eğer, sporda "bir yerlere gelmek" ve "bir şeyler olmak" istiyorsak, elbette "yabancının da değerini bilmek, onlardan alabileceğimiz her şeyi almaya çalışmak", bize "bir şeyler verenleri" elbette ama "abartmadan" değerlendirmek, ama her şeyden önce "kendi insanlarımıza ve değerlerimize sahip çıkmak" zorunda değil miyiz? "Sırf kulüpçülük adına", Terim'leri, Denizli'leri, Daum'larla, Lucescu'larla "ezmek için" yarışırsak, bu işin sonu nereye varır?. Türkiye - Rusya voleybol maçını naklen yayınlayan Eurosport "Türkiye tarihi bir zafer kazandı. Şu anda bütün voleybol dünyası bu sonuçla sarsılıyor. Türk Milli Takımı, şampiyona öncesinde ölen hocalarına bir maç adayacaksa, bundan daha iyisini bulamaz" derken, söyleyin bana "benim ekranlarım, benim spor sayfalarım, benim anlı-şanlı spor yazarlarım ve yorumcularım", Neslihan'lar, Bahar'lar, Özlem'ler, Esra'lar, Aysun'lar, Gülden'ler, Natalia'lar, Mesude'ler, Pelin'ler, Seda'larla, Reşat Hocamız ve rahmetli Deniz hocamız için ne diyor ve de ne yazıyor?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.