Açın bakın ligin başlamasına iki gün kala "İstanbul gazetelerinin spor sayfalarını!." Fenerbahçe'nin nasıl "son yılların en golcü forvetini ve orta sahasını bir araya getirdiğini" haber ve yorumlarıyla beraber anlata anlata bitiremiyorlardı!. Ardından ilk lig maçı ve ilk Şampiyonlar Ligi ön eleme maçı; tek gol yok!.. Gol bir yana toplam 180 dakikada "doğru dürüst 3-4 gol pozisyonu bile" yok!.. Suç kimde? Herkes Lorant'a yükleniyor!.. Acaba gerçek bu mu? Lorant, liglere 20 gün kala ve daha hazırlık maçları kampları devam ederken demişti ki: "Yönetim iyi oyuncular alıyor ama, bunlar benim istediklerim değil!.. Benim listemden alınan kimse yok!.. Takımın eksikleri ortada duruyor!." Kimse "bu açıklamaya" dikkat etmedi ve üzerinde durmadı! "O zaman" biz yazmıştık: "Lorant böyle konuşurken susanlar, ona 'Ne diyorsun arkadaş?' demeyenler, yarın hoca çıkıp da 'Ben söylemiştim, benim istediklerim alınmadı, her yönetici kendi başına transfer yaptı' derse, bilmem kimin ne diyeceği olabilecek?" İşte şimdilerde o noktadayız ve herkes "Lorant'ın kellesini" istemeye başladı!. Gelin de "perhizli, turşulu" sözü hatırlamayın!.. Şecaat arzederken.... Kendilerini "spor yazarı" zanneden bazı arkadaşlarımız var; hâlâ spor yazarlığının, gazeteciliğin ne olduğunu bilmiyorlar, daha da acısı bilmek ve öğrenmek de istemiyorlar!.. Onlara "spor yazarlığının ve gazeteciliğin ne olduğunu" anlatmanın çok güç olduğunu biz çoktan anladık ve onun içindir ki, artık "spor yazarlığı, gazetecilik ne değildir" onu anlatmaya çalışıyoruz! "Gazetecilik ve spor yazarlığı" ne değildir? "Ben Beşiktaş'ın ..." "Ben Galatasaray'ın..." "Ben Fenerbahçe'nin..." "Ben Trabzonspor'un ..." "...spor yazarıyım..." demek değildir!. Hâlâ öğrenemediler ki; bir spor yazarı "Beşiktaş'ın spor yazarı" olmaz, olamaz!. O "spor yazarı" ise "sporun yazarı olur" ve de "Beşiktaş'ı yazar, yorumlar!." İşte o kadar!. "Beşiktaş'ı yazmak" başka şeydir, "Beşiktaş'ın spor yazarıyım" itirafında bulunmak çok başka şey!. "Beşiktaş'ın spor yazarıyım" diyen kişi "spor yazarı" değil, "Beşiktaş'ın yazarıdır" ve öyle de kalacaktır!. TSYD yönetimlerinin yıllardır bu arkadaşlarımıza "bu gerçeği anlatamamış olmaları" üzücüdür!. Bakalım "yeni yönetim" öğretebilecek mi? Hidayet!.. 12 Dev Adam'ın bir tanesi var ki; "sorumsuzluğun zirvelerinde" dans edip duruyor; Hidayet!.. Sanıyorum kendisini "tek başına takım olan" bir NBA devi zannediyor!. Birisi, özellikle Aydın Örs ona anlatmalı ki; "O şimdilik NBA'de oynayan 400 oyuncudan sadece biridir!." Bizim için ayrıcalığı ise, pasaportunda "TC vatandaşı" yazılı olması!. Haklı eleştirilere bile tahammül edemeyerek, spor yazarlarına "spor yazarlığı öğretmeye çalışan" bu "havalanmış" basketbolcuya anlatılacak bir başka şey de; "basketbolun bir takım oyunu olduğu" ve kendisinin de "hiç bir zaman bir kurtarıcı olmadığıdır!." Son iki hazırlık turnuvasında TV karşısında "bizleri çileden çıkardı!." Bari, Dünya Şampiyonası finallerinde çıkarmasına izin verilmesin!. İşte böyle!.. Yıllardır "ağızlarına geleni söyleyen" ve "akıllarına geleni" yazan, çok zaman "çok ileri gidip" kişiliklere dönük hakaretler yağdıranlara karşı, nihayet hakemlerin ve hakemlerin meslek teşekküllerinin yöneticilerinin akılları başlarına geldi; cevaplar vermeye başladılar, tepki koymaya başladılar, hakaret edenleri dava etmeye başladılar!. Yönetici ise yönetici... Başkansa Başkan... Futbol yorumcusuysa futbol yorumcusu... Hakem yorumcusuysa hakem yorumcusu!. Hakemlerdeki bu uyanışı alkışlıyorum!.. "Adam gibi" eleştiriye evet, ama hakarete? Eski Merkez Hakem Komitesi Başkanı Hilmi Ok "duymaz, görmez"leri oynar, susardı! Böylece, kulüplere ve futbol yorumcularına mavi boncuk hediye ederdi; bunun sonucu olarak hakaretin "bini bir para" haline gelmişti!.. Şimdi, sıra "hesap sorma" dönemine geldi; görelim bakalım "ağızlarından çıkanı kulakları duymayanlar" ne yapacaklar? Kendilerini aldatanlar!.. Haber üstüne haber... "İlhan'ın sakatlığı nüksetti... Sergen'in ağrıları arttı..." Spor sayfalarından çok "teleli - voleli programlara, paparazzilerin kameralarına, magazin sayfalarına malzeme olan" ve bundan "çok hoşlanan" sporcuların, futbolcuların başına "devamlı gelen" bir olaydır bu!.. "Gecelerin yıprattığı" bünye, durmadan falso yapar; sakatlıklar sıklaşır, iyileşme uzar, tam o "iyileşti" denildiği zaman bakarsınız ki, sakatlık tekrarlamıştır; yandı gülüm keten helva!. Lucescu'nun işi zor!. Sergen'li, Ali Eren'li, Nouma'lı, Ahmet Dursun'lu, İlhan Mansız'lı bir kadroyu disipline etmek için çok gayret etmesi gerek!. Gayret de yetmez, "bazı futbolcuların Sinan Engin'in koruması altında olmaları" ile ilgili imajı da ortadan kaldırması şart!. Yoksa... Scala'lara, Daum'lara kök söktürenler, Lucescu gibi "disiplini tartışılan" bir hocayı ne hale getirebilir, tahmin zor değil! Ne diyelim; "bu gerçekleri görmeyen, göremeyen" Beşiktaş yorumcularına selamımız olsun!. Aynı senaryo!. Başkan seçer, Başkan alır, Başkan destekler... Nereye kadar? Eleştiri oklarının "kendisine dönme ihtimali" ortaya çıkana kadar !. İş tam "o safhaya gelince", bu defa "Başkan geri çekilir" ve bu defa sahneye "Başkan'ın adamları" çıkar!.. "Onlar", Başkan'ın seçtiği, Başkan'ın aldığı ve Başkan'ın desteklediği ve hatta "sonuna kadar arkasında olduğunu" açıkladığı teknik adama adeta "savaş açarlar!.." Teknik direktör "başına geleceği anlamış" ise, görevi kendi bırakır, yok anlamaz ve saf saf "Başkan'ın arkasında olacağını " zannederse, bir gün bakar ki; "yönetim kurulu oy birliği ile" ona "güle güle" deyivermiş!.. İşte, Fenerbahçe Teknik Direktörü Lorant, şimdi tam o "nazik noktadadır" ve "Başkan'ın adamları" cepheden taarruza geçmişlerdir!. Lorant "Feyenoord maçı dahil" bundan sonra "hep kazanmazsa", iki tercih arasında kalacaktır; ya "istifa edecek" ya da "gönderilecektir!." Lorant'a "acı" bir seçme hakkı tanınmıştır; "kırk katır mı , kırk satır mı?" Fenerbahçe'de "uzun yıllardır", teknik direktörlere "böyle bir tercihin yolunu" Başkan'ın adamları açmakta, sonunda da noktayı "Başkan" koymakta idi!. Geriye doğru sayın, bakalım kaç başkanı, kaç teknik direktörü "bu acıklı senaryonun içinde göreceksiniz!." Aslında... Fenerbahçe'nin dramı buradadır ve bu düzen değişmedikçe, sarı-lacivertli takımda "başarı istikrarının sağlanması" mümkün değildir!.. Gazetelerin spor sayfalarına , TV'lerin spor ekranlarına bakınız; "Başkan'ın adamlarını" hemen tanıyacaksınız! Onlar daima "Başkan'ı kollarlar", Fenerbahçe'yi değil!. "Başkan" gider, "başka Başkan gelir"; görev değişmez!.. Tarihin ünlü sloganı geçerlidir: "Kral öldü , yaşasın Kral!."