O Bülent Yavuz, "başkası değilmiş", ama...

A -
A +

Ses, 15 gün sonra da olsa geldi ama, "yanlışlarla geldi!.." "Onunla ilgili" bir yazıma, Akşam'daki sütununda cevap verdi.. "Herkes" olayı iyi anlasın diye, "önce" kendi yazımı, sonra da sevgili Bülent Yavuz'un cevabını sütunuma alıyorum: "Bu hangi Bülent Yavuz?" başlıklı yazım şöyle idi: "Hafta içinde, internette gezinirken, Akşam Gazetesi'nin spor sayfasında 'Bülent Yavuz' imzalı bir yazı okudum!. İnternetteki yazıda 'resim' olmadığı için tereddüte düştüm; 'Bu Bülent Yavuz eski Merkez Hakem Komitesi Başkanı Bülent Yavuz mu, yoksa başka bir Bülent Yavuz mu' diye... Neden mi? Yazısında, 'Beşiktaş - Gençlerbirliği maçının tekrar kararı' için diyordu ki: 'Müsabaka neden yeni baştan oynanıyor ve maçın 58. dakikasına kadar yapılan mücadele ile onun neticesinde elde edilen avantajlar neden yok sayılıyor?' Geçen yıl, Bülent Yavuz'un Merkez Hakem Komitesi'nin başında olduğu Federasyon, 'Fenerbahçe - Rizespor ma çının son 11 dakikasına girilirken ve durum 1 - 1 iken, Ali Aydın'ın 'kural hatası olup olmadığı çok tartışılan' iki sarı kartlı oyuncuyu oyundan çıkartmaması olayından sonra aldığı tekrar kararı ile maçı 0 - 0'dan başlatıp 90 dakika oynatmamış mıydı ve Fenerbahçe tekrar maçını açık farkla kazanıp, şampiyonluk yarışına sıkı sıkıya sarılmamış mıydı?' Eğer 'yukarıdaki satırları yazan' Bülent Yavuz, 'Merkez Hakem Komitesi'nin eski Başkanı olsa', aynaya bak ıp, 'Ben geçen yıl ne yaptım, şimdi bu yazıyı nasıl yazarım' diye kendi kendine sormaz mıyd ı? Yok. Yok... Bu Bülent Yavuz, o Bülent Yavuz olamaz; bu başkası!.. Gerçi TRT'deki 'Stadyum' programında, 'MHK Başkanı iken söylediklerinin tam tersini yapıyor ve söylü yor' ama, yine de 'benzer Federasyon kararları için böylesine çifte standartlı olacağını' sanmam; dedim ya.. 'Bu', mutlaka başkasıdır!.." İşte bu yazımı, Bülent Yavuz, "Tekrara federasyon karar verir" başlığı ile şöyle cevapladı: "Geçen hafta Türkiye Gazetesi'nin önemli yazarlarından Öcal Uluç, tekrar edilecek olan Beşiktaş- G.Birliği müsabakası ile ilgili kararın Merkez Hakem Kurulu tarafından verildiğini ve geçen sezon yine tekrar edilen Fenerbahçe-Rizespor karşılaşmasının da kararının o dönemin MHK Başkanı Bülent Yavuz tarafından verildiğini yazmış. Peki Sayın Öcal Uluç, bunu neden böyle yazma gereğini görmüş. Ben Beşiktaş- Gençlerbirliği müsabakasının kural hatasının yapıldığı 59. dakikadan itibaren oynanması gerektiğini ve elde edilen avantajın yok sayılmamasını savunmuş ve gazetemde yazmıştım. Sayın Uluç da haklı olarak, 'Yavuz geçen sene neden başkan olduğu zaman Fenerbahçe-Rizespor maçını kaldığı yerden oynatmadı da yeni baştan tekrar ettirdi' diye köşesinde yazmış. Sayın Uluç herhalde şu konuyu atlamış. Bir maçta kural hatası olup olmadığına Merkez Hakem Kurulu karar verir ve bunu federasyona bildirir. Kural hatası yapılan bir müsabakanın, yeni baştan tekrar edilmesine, kaldığı yerden oynatılmasına veya sonucun tescil edilmesine Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu karar verir." Ey sevgili Bülent Yavuz, "benim yazımı okumamış olan" Akşam okurları, "senin yazına bakarak" diyecekler ki: "Türkiye'nin önemli yazarı (bu tabirin için teşekkür ederim) şu Öcal Uluç'a bak...50 yıllık gazeteci, spor yazarı, kanunları, yönetmelikleri bilmeden, okumadan sallıyor!." Ey okuyucular, sizler "hakem olup" söyleyin Allah aşkına; "benim" yazımda "Maçın tekrar kararını Bülent Yavuz verdi, Merkez Hakem Komitesi verdi" diye, bir cümle, hatta bir kelime, hatta hatta bir ima zerreciği dahi var mı? Açık açık yazmışım "Kararı Federasyon verdi" diye... Benim sorduğum, "Federasyon bu kararı verirken", o federasyona 'kural hatası yapıldı' diyen Merkez Hakem Komitesi'nin başkanı olarak, "Bülent Yavuz'un ne yaptığı" idi!.. Ben, sevgili Yavuz'un, "o zaman" Federasyona "Bu maçın son 11 dakikası tekrar edilmelidir" diye yazıp yazmadığının ya da gazetelere, TV'lere "bu yönde bir açıklama yapıp yapmadığının" ortaya çıkmasının peşindeydim!. Bana cevabında demeliydi ki: "Ben, bu konuda o günün federasyonunu yazılı olarak uyarmıştım!." Ya da, "Filan gazeteye, falan TV'ye bu konudaki görüşümü söylemiştim" demeliydi!.. "Böyle" bir cevap gelmedi, ne geldi; bakınız onu da yazayım: Sevgili Bülent Yavuz, "o gün sustu"; kim bilir belki de "Fenerbahçe'yi ve Fenerbahçe medyasını karşına almaktan" çekindi ve almadı, bugün ise "benzer kararı alan" bir federasyonu, "Maç 59'uncu dakikadan itibaren oynanmalı" diyen Beşiktaşlılarla karşı karşıya getirecek ve "Beşiktaşlılarla, Beşiktaş medyasını kendi yanına alacak" bir tavırla "Maç, 59'uncu dakikadan itibaren oynanmalıydı" dedi; bu kadar basit!. İşte benim yazım, "bu çifte standardı ve bu olmazı" ortaya koyuyordu; anlaşılıyor ki; "anlamak, sevgili Yavuz'un işine gelmedi!." Ya da "yazımı okumadı", birileri "ona anlattı" ve muhtemelen "yanlış" anlattı ve o da "böylesine" salladı!.. Gene de teşekkürler; ortaya çıktı ki; "o Bülent Yavuz, başka Bülent Yavuz değil"; tamı tamına "gerçek" Bülent Yavuz'muş!.. Sevgili Hasan Sarıçiçek'in "ülkemizde misafir olan" ünlü futbol adamlarıyla, Piontek'lerle, Feldkamp'larla yaptığı enfes röportajı bilmem ki kaç kere okudum!. Ünlü hocalar, hepimizin "ders alacağı" öyle "güzel" şeyler söylemişler ki.. Bakınız, Sepp Piontek ne diyor: "Yıldız payesinin en kolay kazanıldığı ülke Türkiye... Canniggia, Zico gibi nice yıldızlar gördüm, Beckenbauer'e karşı oynadım, Laudrup'a teknik adamlık yaptım. Sergen ve Alex gibi koşmadan oynayanlara yıldız denildiğini sadece Türkiye'de gördüm. Bir zamanlar Rıdvan ve Tanju'ya da aynı payeyi vermişlerdi. Ama onların yıldız kimliği takım oyununu gölgeledi, Türkiye onlarla başarıyı yakalayamadı. Alex'in Brezilya A Milli Takımı'nda niçin oynamadığını hiç merak etmiyor musunuz? Anelka 19 yaşında yıldızdı ama Avrupa problemli oyuncu istemediği için onu gönderdi. Sergen'i dünyada kim tanır?" Del Bosque'nin kulakları çınlasın; "Sergen hakkındaki görüşleri" Piontek ile hemen hemen aynı değil mi? Sergen, Del Bosque için "öfke içinde" neler söylemişti, bilmem ki Piontek için neler söyleyecek? Sözlerin "bu tarafı" Sergen'e ders olmalı, benim üzerinde duracağım tarafı ise "bizim" alacağımız ders: Sevgili Piontek, bıraktım "Rıdvan'ları, Tanju'ları, Sergen'leri", bizler daha "A takımı ile idmana yeni başlayan" genç futbolculara bile "yıldız" deme yarışına giriyoruz!.. Kemal'den, Mehmet Yozgatlı'ya, Cafercan'dan, Uğur'a kadar "bütün futbolcular" oluyor; yıldız!.. Eee!.. "böyle kolayca yıldız olunan" bir ülkede, futbolcunun "gerçekten" yıldız olması kolay mı? Aynen "armut ağacı" misali, spor medyası olarak "o olmamış, olgunlaşmamış" gencecik çocuklara diyoruz ki: "Sen oldun, düş!.." Onlar da "olmadan" düşüyorlar; büyüklerimiz, hele hele Anadolu takımlarımız "böyle" futbolcularla dolu!.. Yazık değil mi? Yorumsuz!.. Dünya futbolunun en ünlü isimlerinden, "Türk futbolunu" hemen hemen hepimiz kadar iyi bilen ve yakından izleyen "Türkiye, Almanya'da finallerde mutlaka olmalıdır" sözünün sahibi Sepp Piontek diyor ki: "Hakan Şükür ile Ersun Yanal bir an önce bir araya getirilmeli, Milli Takım için bu beraberlik şart. Çünkü gol atan, gol pası veren Hakan, hücum ve savunma yönüyle her teknik adamın elinin altında bulundurması gereken bir oyuncu." Dünya futbolunu da, Türk futbolunu da çok iyi bilen "uluslararası" bir futbolcu kurdu, menajer Bayram Batumlu diyor ki: "Ersun Yanal yanlış strateji kurbanı. Gelir gelmez Hakan Şükür'e saldırdı. Kendini yetersiz gö ren bazı teknik adamlar, gelir gelmez takımın en güçlü yıldızına saldırır. Avrupa'da çok gördüm. Geçmişte Gordon Milne Metin'le, Toshack da Ertuğrul'la uğraşmıştı." Bu nasıl iş? "Uluslararası" futbol hukukçusu Federasyon başkanımız Levent Bıçakçı, "zaman aşımına uğramış" bir dosyadan dolayı, hem de "yönetmeliklerde olmayan" bir cezayı kesmeye kalkışıyor; "küme bile düşürürüz" diyor!.. Daha "bunun şaşkınlığı geçmeden", bu defa "ulusal futbol hukukçumuz" Tahkim Kurulu Başkan Vekili Erkan Vardar'ın, Futbol Kanunu'nda açık açık "Tüm ihtilaflarda çözüm ve nihai karar konusunda tek yetkili Tahkim Kurulu'dur" hükmü yazılı dururken, futbolcu Deniz Barış'ın dosyasının görüşüldüğü sırada, Gençlerbirliği'nin avukatına "Neden mahkemeye gitmediniz, bu hakkınız vardı" demesine, bilmem ki ne demeli? Acaba, FIFA'nın, "Merkez Hakem Komitesi'nin, seçimle iş başına seçimle değil, tayinle gelmesi" konusundaki ısrarından önce, Federasyonumuzun "en yetkili" kişilerine, "önce kanununuzu ve yönetmeliklerini iyi okuyunuz" baskısı yapması mı gerekiyor? Merak ettiğim sorular!.. Soru bir: Futbol Federasyonu Şike Tahkik Komisyonu, "Cafer'in itirafları" olayında, Serhan Ulueren'in elindeki "bütün bantları" inceledi mi, "bant konusunda uzman" kişilere, teknik bir bilirkişi heyetine inceletti mi? Soru iki: Beşiktaş Stadı'nın tribünleri neden Süleyman Seba döneminde böyle değildi de, Yıldırım Demirören devrinde böyle? Soru üç: Reha Muhtar'lar, Kazım Kanat'lar "sanki sahanın içinde imişler gibi" Sakaryasporlu futbolcuları "medyatik linçe tabi tutarlar" ve Beşiktaş taraftarlarını "temize çıkarmak", işi "ağır tahrik vardı" ya getirmek için "böyle" yaparlarsa ve yapmaya devam ederlerse, bu olaylar önlenebilir mi? Soru dört: Carew "Bana bir şeyler söyledi ama Türkçe bilmediğim için anlamadım" derken, Beşiktaşlı yazar çizerlerin, "gencecik" bir Türk futbolcusunu hatta "pis zenci demiştir" insafsızlığına kadar varan karalamalarındaki "iz'ansızlık" nasıl izah edilebilir? Soru beş: "Rakibine parmak atan" Emre'yi koruyarak, "onu cezadan kurtaranların", Carew'in "iğrenç" hareketinde hiç mi payları yok?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.