Avrupa Kupaları'nda 4 maç; ortada 12 puan var... Biz sadece "2 puan" alabiliyoruz... 10 puan kayıp... Rakiplerimize 8 puan veriyoruz, 2 puan da havaya!.. Uzun lâfın kısası; ülke puanı olarak da, takım puanı olarak da eriyoruz!.. Türk futbolundaki ilerlemeyi "istikrarlı" bir şekilde sahalara, sonuçlara, puanlara yansıtamıyoruz; problem burada!.. Neden?.. Bu soru ve cevabı, iç içe geçmiş "bir çok soru ve cevabını da beraberinde getiriyor!.." Yöneticilerden kaynaklanan sebepler var... Teknik adamlardan kaynaklanan sebepler var... Futbolculardan kaynaklanan sebepler var... Spor medyasından kaynaklanan sebepler var... Ama... "İlk ve temel sorunun cevabı" tek: Zihniyet!.. Yöneticilerimizde, teknik adamlarımızda, futbolcularımızda, spor yazarlarımızda ve futbol yorumcularımızda, taraftarlarımızda, seyircilerimizde "kafa ve zihniyet değişmedikçe" tekilde ve çoğulda başarı istikrarını, genelde başarı sürekliliği sağlamamız mümkün değil!.. Hangi kafa ve hangi zihniyet bu? Mesela... Mesela... "Çok güzel başlayan, örnek bir dostluk gösterisini", maç gecesi "sebebi ne olursa olsun" misafirleri yaralamakla ve otobüsleri taşlamakla berbat etmek gibi... Mesela... Mesela... "İki adımdan yüzde yüz 4-5 golü atamayan ya da çok hatalı goller yiyen" futbolcular için "tek kelime etmez" iken, "maçı kötü yöneten" bir hakem için eleştiri sınırlarını çok aşan bir kampanya başlatmak gibi... Mesela... Mesela... Sporu spor, futbolu futbol olarak kabul etmeyi öğrenememek ve her maçı "savaş" olarak görmek gibi... Mesela... Mesela... Saha içinde de saha dışında da "bu ilkel düşüncenin psikolojik baskısını yaşamak" gibi... Ve... En sonunda "bu psikolojik baskıların frenlenememesi" yüzünden saha içinde de saha dışında da "olay çıkarmakta" istikrarı ve sürekliliği sağlayarak "yanlış bir başarı (!) çizgisi" yakalamak gibi... Şöyle bir hatırlayınız; "Avrupa Kupaları maçlarının naklen yayınında" yıllardan beri tecrübe kazanması gereken TV kanallarımızın "maç sonrasında" röportaj yapan elemanlarını... Ve sordukları soruları... UEFA Asbaşkanı ve FIFA Hakem Komitesi Başkanı Şenes Erzik'e sorulan "şu" şekildeki sorulara kadar vardı, iş: "Hakemi beğendiniz mi?" Erzik, "hatalı kararları olan" hakem için "konuşma çizgisini" elbette ki taşıdığı etiketler sebebiyle dengeli tutmak zorunda, cevap veriyor: "Beğenmedim, hatalı düdükler çaldı!.." Lâfını tamamlamadan "bir soru daha" geliyor: "Galatasaray lehine düdükler çalmadı değil mi?" UEFA Asbaşkanı ve FIFA Hakem Komitesi Başkanı "ne diyeceğini şaşırıyor"; soruyu kamufle etmeye, durumu kurtarmaya çabalıyor, terliyor, lâfı değiştiriyor!.. Ya da... Maç sonrası röportaj yapan spor yazarı, ekranda Beşiktaş yöneticilerine soru sorarken "bütün" dünyaya bakınız neyi ilân ediyor: "Maçtan önce, hakemin odasına Alavesli yöneticiler girdi, yarım saat kaldılar, orada ne işleri vardı? Size ben haber verdim. Bu hakem Beşiktaş'ı yaktı değil mi? Ne diyeceksiniz?" Her röportaj yapılan Beşiktaşlı yöneticiye ve hatta futbolcuya bu soru soruluyor; defalarca... Defalarca... Birkaç dakika sonra... Aynı TV'nin mensubu "hakem yorumcusu" ve "eski" uluslararası hakem Ahmet Çakar "hakem odasına yöneticilerin değil, her Avrupa maçında olduğu gibi zorunlu görevlilerin girdiğini" anlatırken sadece "kendi muhabirlerini ve TV'lerini değil", meslek olarak hepimizi "mahcup eden" açıklamalar yapıyor, "bilgisizliğimizi" ortaya koyuyor; "zihniyetimizi" en ağır şekilde eleştiriyor ve yüzümüz kızarıyor!.. Asıl üzerinde durmamız gereken nokta ise başka: Bir gazeteci "olay varsa", o olayı "tahkik eder, doğrusunu öğrenir" ve onu "HABER yapar!.." Bir "ihbarcı gibi" davranmaz, davranamaz; ne demek hem de canlı yayında "Hakemin odasında yarım saat kalan Alaves yöneticilerini Beşiktaş yöneticilerine ben bildirdim" açıklamasını yapmak ve dünyaya ilân etmek? Sen haberini, "tabii doğru ise" yapar, ekrana ya da gazete sayfana getirirsin, Beşiktaşlı yönetici öğrenecekse, "oradan" ve "o zaman" öğrenir!.. Bunu neden yazıyorum; maalesef işi spor yazarlığından çıkardık, "kulüpçü yazar - çizerliğe, kulüpçü işgüzarlığına döktük" de ondan!.. İşte "değişmesi gereken zihniyet" konusunda bu örnekler de bizden... Ve başkalarına "çuvaldızı batırırken", kendimize de "iğneyi dokundurmak" görevimiz!.. Tabii... Anlayan varsa... Avrupa Karması!.. Üç Büyükler'in oynadıkları üç Avrupa Kupası maçından çıkardığım karma: Rüştü: Sakat sakat oynamanın ve oynatılmanın bedelini ödüyor; yazık... Maçlarda yaptığı 3-4 kurtarış manşetlere çıkarılıyor ve övgüler yağdırılıyor. Eğer dünya üçüncüsü bir Milli Takım'ın "dünya çapında kalecisi isen" elbette "böyle" kurtarışlar yapacaksın!.. Kimse, onun "yediği gollere ve yaptığı hatalı hareketlere bakmıyor!.." İşte Yunan takımından yediği gol; oldu mu ya? Ümit Davala: Koşamıyor, hücuma çıkamıyor, çıkarsa dönemiyor, ikili mücadelelerde yok, olduğunda çalım yiyor, yere düşüyor... Gücü magazin muhabirlerine yetiyor!.. Ali Eren: Hâlâ akıllanmadı... Hakeme "beni ille de oyundan at" der gibi, yapmadığını bırakmıyor!.. Beşiktaş'ın başını çok önemli maçlarda yakabilir; dikkat!.. Johnson: Sezona çok iyi girdi; Fenerbahçe defansının ve orta sahasının bütün yükünü taşıyordu... Düşüşe geçti; çok hata yapmaya ve ağır kalmaya başladı!.. Hakan Ünsal: Galatasaray'a döndüğünün hâlâ farkında değil!.. "Gitmeden önce bana haksızlık ettiler" takıntısının ve hayâl kırıklığının durgunluğunu yaşıyor. Heyecanı yok, başarıya doymuş, sahada "iş olsun, top benden gitsin" diye bulunuyor!.. Arif: Fırtına gibi girdiği sezonun daha dörtte biri tamamlanmadan "yorgun, hatta bitik" bir futbolcu oluverdi. Terim başta, ona güvenenler tam bir mahcubiyet içinde!.. Sergen: Ne zaman spor yazarlarına atıp tutsa, maçlarda takımının en kötü oyuncularından biri oluveriyor. Alaves maçında da öyle oldu; kilo sorunu devam ediyor, koşamıyor!.. İki duran top... Birkaç pas... Arada bir, bir gol... Durmadan idare ediyor!.. Ortega: Büyük oyuncular, takım zora girdiğinde, "kritik ve büyük maçları kurtaran" oyunculardır; geldiğinden beri "böyle" 4-5 maç oynadı ve herkes birbirine sordu; "Büyük Ortega nerede ve ne yaptı?" Marifet Altay maçında değil, Avrupa Kupası maçlarında oynamak ve takımını sırtlamaktır!.. Felipe: Zaten "hücuma ağır çıkan" Galatasarayí' topu aldığında durduran adam!.. 5 toptan üçünü çalım sevdasına kaptırıyor, birinde hatalı pas veriyor, sadece birini "olumlu kullanabiliyor!.." Terim haklı; "bütün bir maç Arif'e ya da bir başkasının önüne ve rakip defansın arkasına 3 defa top atacak" diye takım 10 kişi oynatılamaz!.. Ceyhun: Bana göre, son 2-3 yıldır Hagi'den sonra "serbest oyuncu olarak" dikine topu götüren, gole giden, şut atan en iyi adamdı!.. Ama "egoizmin zirvesine çıkıp, oradan inmemekte ısrarı", bu büyük oyuncuyu sıradan hale getiriyor, arkadaşlarını da çıldırtıyor; çok yazık!.. İlhan Mansız: Şımarıklığın şahı haline geldi... Daha doğrusu getirildi... Alaves maçında kaçırdığı gollere utanması gerekirken, maçın sonunda hakemden adeta "kırmızı kart istemesi" ne hale geldiğini çok iyi gösteriyor; ikâz edilmeli ve kendine gelmeli!.. "Övgüler karmasını" herkes yapıyor; onun için ben de "yergiler karması" yaptım!.. Beğenen beğenir, beğenmeyen unutur!.. Benim sayfam!.. Salı sabahı gazeteleri gözden geçirirken "bir sayfa ile karşılaştım!.." Tam tamına bir gazete sayfası; "benim sayfam!.." Spor yazarlığına başladığım yıllardan bugüne kadar gelen "uzun, hem de çok uzun metrajlı" bir filmi zaman zaman keyifle, zaman zaman hüzünle, ama heyecan ve coşkuyla yaşamama sebep olan bir sayfa!.. Wilt Chamberlain'den... Bill Russel'dan... Karim Abdulcabbar'dan... Magic Johnson'dan... Karl Malone'dan.. Michael Jordan'dan... Isiah Thomas'tan... Patrick Ewing'ten... John Stockton'dan... Elvin Hayes'ten... Lenny Wilkens'ten... Red Auerbach'tan... Phil Jackson'a kadar... Nerede yarım asırlık bir "basketbol filmi!.." Amerika'da doğsa ve Amerikalı olsa, mutlaka "yukardaki isimler arasında yer alacağına inandığım" bir büyük usta, benim spor yazarlığına başladığım yıllarda "hayranı olduğum en büyük sporcum" Yalçın Granit'in "NBA" üzerine enfes yazısı manşette!.. Bilmiyorum; sayfadaki yazıları kaç saat, kaç defa okudum... İstatistikleri kaç defa inceledim!.. Böyle sayfalara, böyle yazılara ne kadar hasret kalmışım!.. Hürriyet'in spor müdürü sevgili arkadaşım Esat Yılmaer'i ve sayfayı hazırlayan "genç" meslektaşım Bülent Boğ'u kutluyorum!.. Teşekkürler!.. Ve... Geçen hafta spor sayfalarında bir de "benim yazım" vardı; sevgili Naci Arkan'ın "İlhan Mansız üzerine" nefis analizi!.. Bin imzam olsa, binini de, "tabii sevgili Arkan izin verirse" altına atmakta tereddüt etmeyeceğim bir yazıydı bu ve herkes okumalıydı; öncelikle de bütün futbolcular, teknik adamlar, yöneticiler ve spor yazarları... Tabii sonra da taraftarlar!.. Ona da teşekkürler... Hayırlı mı oldu? Galatasaray'ın, Ali Sami Yen'de Lokomotiv Moskova'ya yenilmesi ve Avrupa Kupaları'ndaki şansını çok azaltması sebebiyle "dün" yazdığım yazıyı "Bu mağlubiyet, Galatasaray'a hem mâli, hem manevi bakımdan çok şey kaybettirdi ama hayırlı yanları da var" diye bitirmiştim.. Bugün "hayırlı" yanlarını yazacağım: Başkan ve yöneticiler için: sanıyorum, "lâfla peynir gemisinin yürümeyeceğini" anlamışlardır, anlamışlarsa hayırlı, hem de çok hayırlı olmuştur! Süper Lig'de, hele hele Avrupa Kupaları'nda başarı bekliyorsan, "sadece" teknik direktör yetmez, o teknik direktör "dünyayı yenmiş" olsa bile... O teknik direktöre "iyi bir kadro" da vermek zorundasın... Yoksa... Olacağı budur!.. Teknik direktör için: sanıyorum, Terim'in ayağı artık yere basmaya başlamıştır. Süper Lig'de ve hele hele Avrupa Kupaları'nda başarılı olmak istiyorsan, takımında Avrupa standartlarında çok iyi bir kaleciye, çok iyi bir golcüye ve de "asıl önemlisi" saha içinde takımı yönetecek "üstün" vasıflı, "lider" bir "orta saha beynine" ihtiyacın olduğunu bileceksin ve bunun gereğini yerine getireceksin!.. Yoksa... Olacağı budur!.. Futbolcular için: sanıyorum, gerçeği bütün çıplaklığı ile gördüler... Gördülerse, bu mağlubiyet hayırlı olmuştur... "Ben UEFA Kupası'nı alan takımın yıldız oyuncusuydum, dünya üçüncüsü olan Milli Takım'ın asıydım" demekle iş bitmiyor. O, "o gündü!.." Bak ki; "bugün ne haldesin?" Takım için: sanıyorum, Galatasaray'ın bugünkü kadrosu Avrupa Kupaları'nda büyük hedeflere varabilmek için "eksiktir, yetersizdir!.." Takım da, yönetim de, teknik direktör de bunu anlamışlarsa, mağlubiyet hayırlı olmuştur! Galatasaray, İspanya'da "Barcelona'yı yenip, bir üst tura çıksa" da bu gerçek değişmez!.. Zira "böyle" bir sonuç "Galatasaray'ın yendiğini değil, Barcelona'nın yenildiğini gösterecektir!.." Galatasaray, bu sezon bu kadrosu ile "ancak" tek kulvarlı bir mücadeleyi sürdürebilir ve başarılı olabilir; bu kadroya Süper Lig yeter!.. Hayırlısı da budur; gelecek sezona hazırlık yapılır, hedefler çizilir, mâli durum düzelmiş olur ve transfer programı iyi düşünülerek ve araştırılacak devreye sokulur!.. Spor medyası için: sanıyorum, Lokomotiv mağlubiyeti spor sayfa ve ekranlarımıza yıllardan beri dadanan "birkaç yaygaracı" kulüp, takım, teknik direktör ve futbolcu "dalkavuğunu" da artık susturacaktır, susturabilirse hayırlı olacaktır!.. Ve de... "Lokum gibi... Şeker gibi... Kur'a... Grup..." palavralarının nasıl yerle bir olduğunu göstermesi bakımından da hayırlı olmuştur!.. Futbolcular "Ben sahada futbol oynamasam da, şeker gibi, lokum gibi grubu yerim" zihniyetiyle nereye varabileceklerini görmüşlerdir... Gördülerse; sanıyorum, bu mağlubiyet hayırlı olmuştur!..