Özerkliği geciktirenlere!.. "Bizim gençliğimizde" gazetelerin spor servisleri için Ankara'da "teşkilat muhabirliği" kadroları vardı; "yıllarca yaptım!." Spor teşkilâtında "ne olup bittiğini" birbirimizi "atlatma yarışı içinde" yazıp çizer, bu haberler ve yorumlar da spor sayfalarımızda yer alır, hatta manşetlere çıkardı!. Şimdi, spor sayfalarımızın manşetleri "Hooijdoonk'un aksırığına, Hagi'nin öksürüğüne, Lucescu'nun tıksırığına tahsis edildiği", diğer tarafları da "Canaydın'ların, Yıldırım'ların, Bilgili'lerin, Güreli'lerin, Gürsoy'ların, Özdemir'lerin hapşırık ya da hıçkırıklarına ayrıldığı" için, "değil teşkilat haberlerine, hatta diğer sporların haberlerine bile yer bulunmaz oldu!." Bu sebeple "sevgili Abdülkadir Yücelman'ın yazısını okumasam"; Spor teşkilâtımızın "anlı şanlı" Merkez Danışma Kurulu'nun, "federasyonların özerklik müracaatlarını ve adımlarını" bugüne kadar bakanların ve genel müdürlerin verdiği "bunca söze rağmen" ertelediğini ve engellediğini öğrenemeyecektim!. Gerçi, sevgili Yücelman "Türk sporuna son yılların en ağır darbesini indiren" bu kararı alkışlıyordu ama, gene de bu yazının "sporumuza bir yararı olmuştu"; hiç olmazsa "ne olup bittiğini öğrenmiştik!." Bu yazıdan anlıyorum ki; "40 yıl öncesinin kafası" hâlâ değişmemiş; hiç unutmuyorum, bir Merkez Danışma Kurulu toplantısında, "anlı-şanlı ve de muhterem bir üye" çıkıp hem de "ciddi ciddi" demişti ki: "Arkadaşlar, bizim kulübün atlet kızları geldiler, şikâyet ettiler, onların derecelerine baktım, Avrupalılar'ın dereceleri ile karşılaştırdım, çok gerideler. Ayıp oluyor... Onun için attıkları gülleleri ve diskleri biraz hafifletelim, küçültelim de dereceler biraz düzelsin, moralleri yerine gelsin!." Hâlâ "gülerek" hatırlıyorum; toplantıya katılan "zamanın Atletizm Federasyonu Başkanı" Jerfi Fıratlı, "bu şahane teklif yüzünden" neredeyse sandalyesinden düşecekti!. Bence, bugün "Futbol Federasyonu'nda olan bazı olaylara, yapılan hata ve yanlışlara bakarak", özerkliğe karşı çıkmak ile, o gün "Türk kız atletlerinin derecelerini yükseltmek için" yapılan teklifin "mantık ve kafa olarak" hiçbir farkı yok!. "Futbol Federasyonu'nun özerk hâle gelmesinden" sonra açıkça görüldü ki, futbolun başına gelen federasyonlar "ne kadar kötü yönetilirse yönetilsinler", federasyonların Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'ne ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı'na "bağlı ve bağımlı olarak yaşamalarından" çok ama çok daha iyidir!... Futbol'daki uygulamanın "görülen ve bilinen hatalarını, yanlışlarını, eksiklerini, fazlalarını düzeltme yerine", çıkıp da "özerkliğe hazır federasyonların önünü kesmek, onların adımlarını geciktirmek" bilmem ki neyin nesi oluyor? Biraz insaf ve biraz iz'an; Futbol Federasyonumuza "özerklikten sonraki" bardağın "dolu ve boş" taraflarına bakınız, bir de "özerklikten önceki" bardağın "boş ve dolu" taraflarına!... "Doluluklar arasındaki fark" o kadar "özerklikten sonraki" lehine ki, "boş taraf"; günlük olayların ve hataların, yanlışların tartışılması dışında, hemen hemen görünmez halde!.. Şimdi ve mesela: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni yıllardır "tanımamak için direnenler ve Rumların önünü açanlar", bu yüzden "Kıbrıs meselesini çözümsüz hâle getirerek, suçu Rauf Denktaş'ın üzerine yıkmaya çalışanlar" çıkıp "Efendim, biz Türkiye'deki kötü yönetimlere, yapılan yolsuzluklara,hatalara, yanlışlara bakıyoruz da, onun için Kıbrıs Türkleri'nin özerk bir devlet kuramayacağını görüyoruz ve onun için tanımıyoruz" deseydiler; ne düşünür, ne yapardık? "Federasyonlar ne kadar eleştirilirse eleştirilsin", Türk Futbolundaki "büyük sıçrama" özerklik sayesinde gerçekleşmiştir!. Federasyonların artık "siyasetçilerin emrindeki" spor teşkilâtları tarafından yönetilme devrinin sona erdirilmesi ve "alt yapıları hazır" federasyonlara "özerklik verilmesi" zamanı çoktan gelmiştir!. "Asıl" makbûlü ve makûlü, eğer "GSGM, özerk olsaydı", bu satırları yazmama gerek kalmazdı!. Ama değil, Türkiye'nin şartlarında daha uzun zaman olması da mümkün değil; bu yüzden "federasyonlar özerk" olmalı, genel müdürlük de sadece "koordinasyon ve denetim görevi yapmalı"; işte o kadar!.. TJK zora düşüyor!.. Türkiye Jokey Kulübü'nün "olağanüstü" genel kurulunda seçimler yapıldı ve "52 oy alan" liste seçimi kazandı!. Rakip liste "46 oyda kaldı!.." İşte "milletin katrilyonlarına hükmeden" kamu yararına bir dernekteki "hazin" tablo!.. "Yaş ortalaması İngiliz Lordlar Kamarası'ndan çok daha yüksek olan 52 üyeyi arkana al" ve seçimi kazan!.. Tabii, "kapalı kutu hâlinde muhafaza edilmek istenen" böyle bir dernekte, "İstanbul ahırlarında yer verme" kozunu dahi kullanarak seçim kazanan listenin, bir de "Cemal Kura - Ömer Faruk Girgin" ikilisi tarafından "perde gerisinden desteklendiği" iddiaları da yaygın hâle gelirse ve bu "doğru" iddialara, "kazanan listenin karşısına At Yarışları organizasyonunun asıl patronu olan Tarım Bakanlığı'nın dikileceği" iddiaları da eklenirse, siz denetçileri tarafından "2005 yılında yarışlar yapılamaz ve ikramiyeler ödenemez" raporları verilen TJK'dan ümitli olabilir misiniz? Bakınız yılların atçısı ve Jokey Kulüp üyesi olan Vural Çakım ne diyor: "Eski ve yeni yönetim kurullarını tasvip etmiyorum, TJK Yönetim Kurullarını kendileri için iyi bir mevki gibi görüp, kulübü çok daha iyi yönetecek olanları böyle bir mevkiye lâyık göremeyenleri tasvip etmem mümkün değil. Bugün Jokey Kulübü'nün içerisine düşmüş olduğu zor durumun menşei budur, bundan kaynaklanıyordur. Kendini yenilemeyen, gençlere yer vermeyen, değerli insanları bünyesinde bulundurmayan, eninde, sonunda çökmeye mahkûmdur." Konuştuğum Jokey Kulübü üyelerinin düşünceleri açık: "Cemal Kura ve Bakanlığın suç duyurusu ile mahkemelik olan Ömer Faruk Girgin, gölgelerini yeni yönetimin üzerinden çekmezlerse, kulübü Tarım Bakanlığı ile savaş hâline düşürürler ki, bu da kulübün sonu olur." Ve kulaklara fısıldanıyor ki; "Bakanlık, kendi tayin ettiği 3 özel denetçiye, Yönetim Kurulu'nun her toplantısına katılma ve olanlardan bakanlığı haberdar etme talimatı verdi!.." Bunca yılın "TJK'sını" ne hâle düşürdüler, hâlâ da ellerini, eteklerini "onun üzerinden" çekmiyorlar; Türk atçılığına yazık değil mi? Suçlular kim? Ali Aydın'a hakemliği bıraktıran olaylar zincirindeki "sorumluluk halkası" konusunda "günlerdir" düşünüyorum!.. Sonunda bir noktaya geldim; işte o nokta: "Sorumluluk sırası" ile, bu "acıklı" olayın suçluları kim? 1- Bülent Yavuz ve Merkez Hakem Komitesi: Ali Aydın'ı "bilerek harcamaya kalksalar", bu sezonda "onunla ilgili atamalarda böylesine bariz hatalar yapamazlardı!.." Fenerbahçe - Rizespor maçından sonra, "müstahak olduğu dinlenme sürecini" çok ama çok kısaltan "çok yanlış" karardan sonra Ali Aydın, psikolojik olarak "Bana ayrıcalık ve iltimas yapıldı" baskısından ve stresinden kendini kurtaramadı ve "bilinçaltı" hep bu "yanlış kararın altında ezildi!." Hele Portekiz-İtalya maçında olanlardan 4 gün sonra, "her türlü spekülasyona açık", kritik ve zor bir derbide sahaya sürülmesi, "biz seni bitirmek istiyoruz" demekle eşdeğerdi!. 2- Spor medyasının ve özellikle "TV'lerde hakem hataları üzerine kurgulanan" programların sorumluları: Galatasaray - Beşiktaş maçından sonra yapılan bu programlarda, bundan öncekilerde olduğu gibi, ama bu defa çok daha ağır şekilde "Ali Aydın infaz edildi!." Yıllardır yazıp geliyorum: Türk hakemlerini Ali Aydın'ın hâline düşüren sebeplerin başında bu programlar geliyor; Futbol Federasyonu, maç naklen yayın sözleşmelerine bu programları seviyeli ve faydalı bir çizgiye çekecek hükümler koymalı, RTÜK ile ciddi bir diyalog kurarak, Türk Futbolunu ve hakemleri ateş çukurundan kurtaracak çözümleri üretmelidir!. "Türk hakemlerine güvenilmez" düşüncesini yurt sathına yaymak için yarışan ve çoğu "eski" hakemler arasında "reyting yarışı" hâline gelen bu programların önüne geçilmezse, daha çok Ali Aydın'lar düdüklerini asacaklardır!. Maçlarda onca güzel olayı ve enstantaneyi, güzel ver kaçları, güzel şutları, güzel çalımları, dostluk enstantanelerini bir yana atıp, "al ileri-al geri-yavaş oynat-hızlı oynat" diyerek ve hatta bir hafta önceki yorumunun tam tersisini bile söyleyerek, her TV'de "ayni pozisyonlar için, hem de defalarca oynatıldıktan sonra" başka başka "kararlar verilerek" yapılan hakem infazlarının mağdurlarına, maçta "sadece saniyenin onda biri kadar bir zamanda olayı tespit edip, düdük çalan hakemlere" insaf etmeyen "eski" hakemlere acaba kim "dur" diyecek? 3- Kulüp başkan ve yöneticileri: Hiç farketmiyor, Canaydın'dan Yıldırım'a, Bilgili'den Gürsoy'a, Güreli'den, Uslu ya da Özaydın'a kadar "mağlûbiyetleri" hakemlere yükleyen bütün yöneticiler "bu olayda" suçludur... Bunun önüne geçilmelidir!.. "Fenerbahçe maçında 4 Galatasaraylıyı oyundan attığı zaman" Ali Aydın için, Aziz Yıldırım'ın ve arkadaşlarının söylediklerine bir bakınız, sonra da Galatasaray-Beşiktaş maçından sonra Aziz Yıldırım'ın Ali Aydın için söylediklerine... Bilgili'nin ve Sinan Engin'in Samsunspor maçından sonra "hakemler için" söylediklerine bir bakınız, bir de Galatasaray - Beşiktaş maçından sonra söylediklerine... Hele hele, Canaydın ve Gürsoy'un "maçın hemen sonrası bile olsa" söylediklerini kabul etmek ve onaylamak mümkün mü? Bu kafalar değişmeli, değişmiyorsa... 4- Halûk Ulusoy ve Futbol Federasyonu: Evet... Değişmiyorlarsa, Futbol Federasyonu değiştirtmelidir... Ama nerede öyle bir federasyon? O federasyonun bir Tahkim Kurulu var ki, adeta Disiplin Kurulu'nu "ciddiye alınmaz bir kurul hâline getirmek için" özel çaba harcamakta, verilen "bir çimdik" şiddetindeki cezaları bile indirmek ya da kaldırmak için yarışmaktadır ve Federasyon da buna seyirci kalmaktadır... Tıpkı, Bülent Yavuz'a ve MHK'ya seyirci kaldığı gibi... 5- Ali Aydın: Evet, maçta büyük hatalar yapmıştır, her hakemin başına gelebilir ama çok seyrek gelebilir... Aslında "o" hem de "el birliği ile" kurban seçilmiş ve kurban edilmiştir!. Onun en büyük hatası, "kural hatası yaptıktan 3 hafta sonra sahaya çıkmayı kabul etmesi" olmuştur!. Ve bunun bedelini çok ağır ve acı bir şekilde ödemiştir; bence hakemliği bırakmamalı, bir süre "dinlenmeli", gene bırakacaksa, o zaman "karar verip bırakmalıydı!." "Ulusoy'u ve Yavuz'u kurtarmak için" kendini feda etmesi, "kahramancaydı" ama bana kalırsa "biraz" da safçaydı; yazık oldu!. Celâl Doğan'a selâm!.. Gaziantep'i "modern" ve "örnek" bir kent ve cazibe merkezi hâline getiren, "Gaziantepspor'u Türkiye'nin en hatırı sayılır" kulüpleri arasında sokan Celâl Doğan, seçimi kaybetti; "halkın iradesi bu yönde oldu", herkes saygı duymalı!. Siyaset bilimcileri ve sosyal bilimciler için "hemen" yapılması gereken önemli ve ciddi bir araştırma konusu!.. Ne var ki, "bizde" bu işlerle uğraşılmayıp, "o ne dedi, bu ne dedi" dedikodusuna ve "masa başı yorumlarına" rağbet edildiğinden, siyasetimize ve siyasetçilerimize ışık tutacak "böyle" bir araştırmayı yapacak kişiler ya da kuruluşlar pek yok!. Neyse, "işin bu yönünü" biz gazetelerimizin "birinci sayfalarına bırakarak", spor sayfalarıyla ilgili yanına bakalım!. Sevgili Doğan, "siyasette kaybetti" ama, bunun verdiği kırgınlık ve küskünlükle "sporumuzda da bir kayba sebep olmamalı!.." Yani; Gaziantepspor'u bırakmamalı!.. Ülkeleri ve halkları için "neler yaptıkları" ortada olan İsmet Paşa'lar ve Churchill'ler bile "seçim" kaybetmediler mi; siyasi tarih bunun örnekleriyle dolu!.. Elbette "Başkan" geçici olarak kırılmakta haklı; ama kırgınlığı uzun sürmemeli!.. Duydum ki; Gaziantep'te oturmayacakmış... Ankara'ya yerleşiyormuş... Bence, Gaziantep'te oturmayacaksa ve "bu sebeple Gaziantepspor başkanlığını bırakacaksa" İstanbul'a yerleşmeli!.. Neden mi? Biraz tebessüm, ama "biraz" da tebessümdeki gerçek: "Onu Galatasaraylı olarak biliyorum"; bilmem ki "kulüp üyesi" mi? Hani; söyleyin Galatasaraylılar, eğer kulüp üyesi ise, "Galatasaray'a başkan olsa", fena mı olur? Gençler aklını kullanmalı!.. Fenerbahçe'ye giden Servet'e, İsmail Güldüren'e, Beşiktaş'a giden Okan'a ve Sinan'a bakarak, "bir defa daha" diyorum ki: Ey genç sporcular, futbolcular!.. Elbette, "para" önemli!.. Elbette, "büyük kulüplere gitmek" önemli... Her genç sporcunun hayalinde bu yatar, rüyalarını "bu hedef" süsler!.. Amma... "Giderken", gideceğin kulübü ve hele hele "gideceğin takımı, onun kadrosunu, hocasını çok iyi analiz edeceksin, inceleyeceksin!." Eğer ve mesela, "gitmeyi düşündüğün takımın başında", "Lucescu gibi" gününü gün eden ve ben "bugün alacağım sonuca bakarım" diyen, bu sebeple "yaş ortalaması 30 civarında olan" takımlara bayılan bir hoca varsa, o takımın kulübünün kapısından bile geçmeyeceksin; yoksa yedek kulübesinde çürürsün!... "Kaan Dobra" bile sana tercih edilir!. Ya da, "gideceğin kulübün takımında", senin oynadığın yerde o takımın hocası için "öyle vazgeçilmez adamlar vardır" ki, sakatlıklar ve cezalar olmazsa, hatta yedek kulübesini bile zor görmeye başlar, tribünde oturursun; Servet gibi!. "3-5 yüz bin dolar fark için" yedek kulübelerine esir olmaya değer mi? Ve... Bilmem anlatabildim mi?