Doğrusu Galatasaray Kulübü Başkanı Faruk Süren'e hayran olmamak elde değil!.. Bunca olaya, böylesine kötü bir tabloya rağmen TV ekranlarına çıkıp gazete sayfalarının manşetlerine oturup "hâlâ" ve "inandırıcı" bir üslûp ile "Büyüklere masallar" anlatmaya devam ediyor, edebiliyor! Kendi deyimi ile, sadece camiada değil, hatta kendi yönetiminde bile "persona non grata" ilân edilmesine rağmen, TV ekranlarında karşısında oturan ve soru soran gazeteciler, pardon "güya" soru soran gazeteciler, ona "Galatasaray Genel Kurulu'ndan önce" aklanmak fırsatı veriyorlar!.. Ve de "aklıyorlar!." Persona non grata'yı, yani Türkçesi ile "istenmeyen adam"ı "sevimli ve de kahraman" ilân etmek için ellerinden geleni yapıyorlar! Yıllardır "beraber olduğu insanlar" bile birer - ikişer onu terkederken ve de futbolcuları "çil yavrusu gibi dağılmak ve kaçmak için" herşeyi yaparken, Süren'in karşısına oturan "gazeteciler", bunların sebeplerini soracaklarına, "Süren'e ofsayttan gol atması için adeta bile bile ve bol bol pas veriyorlar!." "Bazı" gazeteciler de "olanların sorumluluğunu Süren'in üzerinden alıp", Galatasaray'daki iktidarla hiç ilgisi olmayan ama "Galatasaray'ın maddi ve manevi menfaatlerini korumak için herşeyi göze alan" gerçek Galatasaraylılar'ı "suçlu koltuğuna oturtmaya" gayret ediyorlar! Hayret ki, ne hayret!. Süren, "nerede ise Galatasaray'ın maddi hiç bir sorunu yok, 20 milyon dolar bir borcu var, ona ne ki? Mesele nakit akışındaki sıkışıklıkta" deyip, Galatasaray'daki bütün gerçekleri "ters yüz ederken" anlı ve şanlı gazeteciler "Bu nasıl bir nakit akışı ve bu nasıl önemsiz bir borçtur ki, yıllardır sürüp gidiyor. Daha dün Koçbank'tan haciz geldi, 73 milyarlık bir gelire el kondu, yönetici arkadaşlarınızın, hatta eski yönetici arkadaşlarınızın evlerine, evlerindeki eşyalara bile hacizler geliyor. Bu durumda hâlâ denetçilerin raporlarındaki gerçekleri nasıl reddedebiliyorsunuz?" diyemiyorlar! "Çöpe atılan iş merkezli ünlü stad projesi için" yıllar önce "çöpe atılan" 8,5 milyon doların Galatasaray'a faizleriyle beraber kaça mâl olduğunu soramıyorlar! "Dünya'nın en büyük şirketlerinden biri" olarak anlattığı AIG'nin "stratejik ortak olarak", bonservislerinin toplam 30 - 35 milyon dolar edeceği bilinen Emre ve Okan için "istedikleri" toplam 2 - 2,5 milyon dolarlık peşinatı "neden bulamadığını ve veremediğini ya da vermediğini" sormuyorlar! "Siz nasıl işadamısınız ve tüccarsınız; 30 - 35 milyon dolar gelecek bir yere 2 - 2,5 milyon dolar nasıl vermezsiniz? Bunu nasıl bulamazsınız yarın Emre ve Okan'ın yerlerini doldurmak için alacağınız oyunculara ve kulüplerine kaçar milyon dolar ödeyeceksiniz? Bu nasıl yöneticiliktir?" diyemiyorlar! Ya da, "Kulübü ve kulübün halka açılacak şirketini kapkaranlık bir TGS olayına bulaştıran bir yönetime camianın önde gelen kurumlarının logoyu vermemelerindeki haklılık ortada değil mi? Siz önemli bir çok konuda camiayı yanılttınız, gerçekleri söylemediniz, şeffaf olamadınız, size güven kalmadı, hatta yönetimdeki arkadaşlarınız bile sizi terketti! Size inanılsa, güvenilse idi ve şeffaf olsaydınız, gerçekleri söyleseydiniz logo verilmez miydi?" diyemiyorlar! Olayları bildikleri halde "gereken soruları" sormuyorlar; hiç bir zaman da sormadılar! Şirketin halka açılmamasının bütün suçu ve sorumluluğu yönetimde iken ve bunu da Süren dahi "krize bağlarken", çıkıp da camiaya ve kulübe çok büyük hizmetler vermiş ve vermekte olan "aklı başındaki" Galatasaraylılar'ı suçlayarak Süren'i, o olmazsa Süren'in "sorumluluktaki en büyük ortağını", yani Mehmet Cansun'u kurtarmaya neden çalışıyorlar? Kulübü bu hale Süren - Cansun ikilisi getirmedi mi? 1,5 milyarlık borç yüzünden kulübün telefonları bunların zamanında kapatılmadı mı? "Biri giderken", hiç olmazsa "ötekinin iş başında kalmasının sağlanabilmesi" için neden bu kadar büyük çaba harcanıyor? Yoksa, korku dağları mı bekliyor? "Hesap sorulması ihtimali" mi onları ürkütüyor? "Evlere gelen hacizler" bile bu yüzden mi gizlenmeye çalışılıyor? Ama Süren TV ekranlarında "biz şeffafız" şarkıları söylemeye devam ediyor! Muhatabı gazeteci de sormuyor: "Emre'nin federasyona gönderilen belgelerde transfer ücreti ne kadar görünüyor, kendisine ne kadar ödediniz?" "Ya da Hagi'ye ne verdiniz, defterlerde ne gösterdiniz? Federasyona ne bildirdiniz?" Bir başka soru: "TGS olayı nedir? Muhataplarınız kimlerdir? Neden vazgeçtiniz?" Bir başka soru: "AIG ortaklığında Cayman Adaları'nı, tescil yerini, paravan şirketin ortaklarını neden gizlemeye çalıştınız ve hâlâ da gizliyorsunuz?" Ve tabii bir yığın soru! Galatasaray'da gelişen olayları yakından izleyen, yazan - çizen bir gazeteci olarak açıkça belirtmeliyim ki, "bugün çok haksız şekilde suçlanan" bazı "gerçek Galatasaraylılar olmasaydı", kulüp çok daha ağır faturalar ödeyeceği badirelere sürüklenebilirdi! Kulübü ve hatta "bugünkü yönetimi" o badirelerden "o Galatasaraylılar" kurtardı! İçlerinde profesörler var... İşadamları var... Hukukçular var... Bugün "stad için 84 milyon dolara inilmişse", bunu onlar sağladılar! Bugün TGS olayına bulaşılmamışsa bunu onlar sağladılar! Bugün AIG ile nisbeten "uygun şartlarda" anlaşılmışsa, bunu onlar sağladılar!. İkazlarıyla, muhalefetleriyle, israrlarıyla, mücadeleleriyle! TV ekranlarında en çok güldüğüm de "tam yeni bir kongre öncesi yapılan stad protokolü ile ilgili gösteriydi!." Yıllardır "her genel kurul öncesi" anlatılan maketli, göz boyamalı büyüklere masallar yeniden sahneye kondu! Ve Süren diyordu ki; "Ama henüz finansmanını sağlayamadık!." Karşısındaki gazeteci de demiyordu ki: "Sayın Süren'e o kolay!. Bir nal bulmuşsunuz ya, geriye kalan 3 nal ve bir atın lâfı mı olur?" Ya Fatih Terim olayı? Süren diyordu ki; "Onu çok severim. Hiç bırakır mıydım? Kendisi gitmek istedi ve gitti!." Fatih Terim'in "ailecek çok yakın arkadaşı olan" ve olayların "gerçek yüzünü en iyi bilen" TV sorumlusu gazeteci, milyonlara karşı söylenen ve "gerçeğin tamamen tersi olan" bu sözlere bile itiraz etmiyor, "doğru kabul ediyor", çok yakın dostunun, Fatih Terim'i "cascavlak" ortada bırakıyordu!. Ve de bunun adı "tarafsız gazetecilik yapmak" oluyordu!. Hadi canım, bizleri de milyonları da güldürmeyin! Bunun adına "saray gazeteciliği" denir, ne anlama geldiğini ise sizler düşünün!. Vay... Vay... Vay... Neymiş efendim? Halûk Ulusoy demiş ki; "Benim, sayın bakanımız Fikret Ünlü ile hiçbir problemim yok. Beni çağırırsa gider konuşurum!." Ne demişti Fikret Ünlü Bursa'daki milli maç için? "Kuzu kuzu gidip Şeref Tribünü'nde oturacaklar!." Sadece "kuzu kuzu Şeref Tribünü'nde oturmakla kalmadılar", tümüyle "kuzu olmaya özendiler" galiba!. Hangi sivri akıllının verdiğini bilmediğim akılla, Azerbaycan Milli Maçı'nda "Devlete karşı suç işlediklerinin yeni farkına varmış olacaklar" ki, birdenbire yelkenleri suya indiriverdiler! Ortada ne delikanlılık kaldı, ne de kabadayılık! Hani, arkalarında FIFA'lar, UEFA'lar vardı? Bu ne perhiz, bu ne turşu? Hele hele İlhan Cavcav'ın "Bizi soyuyorlar. Kafamı kızdırmasınlar, aday olur Federasyon'un yönetimini alır, 4 yılda Türk futbolunu kurtarırım" şeklindeki açıklaması? ANAP'ın ve Mesut Yılmaz'ın Ulusoy'dan desteklerini çekmesi! "Birşeyler oluyor", İstanbul - Ankara hattında ama, "ortada bu konuları araştırıp gerçekleri yazacak" medya yok ki, ne olup bittiğini anlayalım! Bilebildiğim, sezebildiğim bir şey var: Ulusoy ve arkadaşları "cami duvarını kirlettiklerini anladılar" panik içinde Fikret Ünlü'ye sığınmaya çalışıyorlar! Eeee! Ünlü, "yıllardır böyle bir açığı bekliyordu", Ulusoy kendisine çok çektirmişti, şimdiki "kuzu görüntüsüne kanıp" affeder mi? Hiç sanmam! Yandı gülüm, keten helva!. Hiç yoktan bir çuval inciri berbat ettiler; bedelini ödeyecekler!. İyi oldu!.. RTÜK Yasası'nda değişiklik yapan kanunun bir çok maddesine karşıyım! O maddeleri "şiddetle, öfkeyle ve nefretle" reddediyorum; bir Türk vatandaşı ve bir gazeteci olarak!. Ama bir madde var ki, işte o mükemmel!. "Cevap hakkı!." Yani, sevgili Şansal Büyüka ile Faruk Süren karşı karşıya oturacaklar, Faruk Süren "olayları" kendi bildiği ya da istediği gibi anlatacak ve de mesela Emre gibi "hakkında konuşulan ve Galatasaray camiası önünde küçük düşürülen" bir oyuncu telefonla proğrama katılıp, "kendi yönünden gerçekleri anlatmaya çalışacak" proğrama dahil edilmeyecek"; işte bunun önüne geçiliyor! Şansal Büyüka, bundan sonra Emre'nin cevap hakkına saygı gösterecek, yoksa "ağır cezalar gelecek!" Hapse kadar yolu var! Emre yayına bağlansa ne diyecekti? "Kendisiyle görüşmeleri yapan" zamanın meneceri Cüneyt Tanman'ın dediklerini! Yani; Süren'in gerçekleri söylemediğini! Açın dünkü Sabah'ı, Emre konusunda Tanman'ın açıklamasını okuyun! Sevgili Şansal da okusun! Sonra da "Dün Akşam'da Emre için yazdıklarıyla ilgili olarak" yeniden bir değerlendirme yapsın bakalım, ne olacak? RTÜK Yasası'nın "cevap hakkı ile ilgili" yeni maddesi var ya, işte o, çok şeyi değiştirecek! Artık "ekranlarda masal devri" kapanıyor! Herkes "hakkını arayacak" ve "doğruları açıklayacak!" Koruma, kollama, yağlama, yıkama devri bitiyor; herkesin haberi ola! Neredesin Bilgili? Koca Beşiktaş'ın ne duruma düşürüldüğünü, her gün TV'lerde görüyor, gazetelerde okuyoruz! "İsmini bile duymadığımız", Avrupa, Dünya futbolu için "sıradan futbolcular bile", Beşiktaş için İstanbul'a gelip, "dudak bükerek" ayrılıyorlar! İlân edilen imza törenleri yapılamıyor! Ve de "Başarısız olursam, beni İnönü Stadı'nda iple assınlar" diyen bir Başkan, hâlâ koltuğunda oturmaya devam ediyor! Herhalde kendisini "çok başarılı" sanıyor! Biz gerçekleri yazarak, camiaya, Beşiktaşlılar'a "uyanın" dedikçe belirli merkezlerden küfürler, tehditler yağıyor! Almanya'da hakkında dava açılan ve "En az 63 defa kokain aldığı aldığı resmen açıklanan" bir hoca hâlâ korunmaya ve kollanmaya devam ediliyor! Yarın mahkûm olursa ve "teknik adamlık belgesi iptal edilirse" Beşiktaş Teknik Direktörü için Dünya basınında nelerin yazılacağı hiç düşünülmüyor! Mevsim ortasında, "hocasız kalacak" Beşiktaş'ın başına nelerin gelebileceği tahmin edilmiyor! "İnadım inat" üslûbu ile kulüp yönetmek, Bilgili'nin yönetim zihniyetinin temelini oluşturuyor! Kendi de kaybediyor, Beşiktaş'a da kaybettiriyor! Çok yazık!. Mehmet Cansun!.. Sevgili kardeşim Hıncal Uluç'un bile "Kafam karıştı" itirafında bulunduğu "Mehmet Cansun'un Fatih Terim'le ilişkileri ve adaylığı" konusu, aslında çok kolay anlaşılacak bazı hedefleri içeriyor! Ana hedef belli: "Süren yönetiminden sonra, Cansun'la ikinci Süren yönetimini devam ettirmek!" Gelebilecek, hesap sorabilecek, "Devr-i sabık oluşturacak" bir yönetimin önünü kesmek! Bunun için de "Makyavel'i bile mezarından çıkartacak" her türlü usülü denemek! Anlaşıldı ki, "Süren'le işler yürümeyecek!" Süren'in "kendi işleri yüzünden de büyük sıkıntıları var!" Öyleyse, "Görev Cansun'a! Cansun'a da seçimi kazandırmak için Fatih Terim'e müracaat!" "En mutlu ve şaşaalı günlerde, kupalı haftalarda Terim'i hatta telefonla arayıp halini hatırını sormayan", üstelik de "aile dostu" Cansun, bayram değil, seyran değil Fatih Terim'i birdenbire neden öptü? Sevgili Hıncal gibi "bir kurt gazeteci", bunları bilmez mi, bunları tahmin etmez mi? Bilmesine bilir, anlamasına anlar da, "hınzırlığına" bilmemezlikten, anlamamazlıktan gelir! Gitti Süren, geldi Cansun; ne olacak? Düne kadar ne olmuşsa, bundan sonra da o olacak! Taze para yok; büyüklere masallar çok! Kredi bitti; güler yüz bol! "10 bin üyeli" Galatasaray'da "tek gazetede çıkan ilânla", ikisi tatil gününe rastlamak suretiyle "7 günde aidatlarınızı yatırın, yoksa genel kurula gelemezsiniz" emrivakisi ve "gene 1000 - 1500 üye ile yapılacak ve kazanılacak bir genel kurula" hazırlık! Sabah'ta Cüneyt Tanman'ın Süren'in ve Cansun'un "Emre - Okan konusunda bile doğruları söylemediklerini" anlatan açıklamalarına bilmem ki ne demeli? Ben Tanman'a inanıyorum! Galatasaray'da "hâlâ büyüklere masallara inanan kaldı mı", onu da çok merak ediyorum! "Süren'siz, İkinci Süren dönemini" Galatasaray'a lâyık görenler varsa, onlara da "sizlere hayırlı uğurlu olsun" diyorum!. Çok çirkin!. Sevgili Naci Arkan'ın dün Türkiye'nin spor sayfasında çıkan yazısını tüylerim diken diken olarak okudum! Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın "doğruları yazan" bir gazeteciye, sevgili kuzenim Gürcan Bilgiç'e yaptıkları en hafif tabiri ile "çok ama çok çirkindi!" Ne bir kulüp başkanına, ne de Aziz Yıldırım'a yakışıyordu! Camianın "geriye dönmesi için yaptığı baskıları" sempati ile karşılıyor ve "Kararını değiştirirse, hem futbolumuz, hem de Fenerbahçe için iyi olur" diyordum! Şimdi tam tersini düşünüyorum! "Doğruları yazan bir gazeteciye bu hakaretleri yağdıran bir kişinin, spor camiasında işi ne?" diyorum!.. Olay sırasında yanında olan "dört kişiye, haberi sızdıran hangisiyse ona kızacağına", o kişiye bile söylenmeyecek sözleri "gazeteciye söyleyen" bir başkan, Fenerbahçe gibi bir kulübe başkanlık yapmamalı! Bu arada üzüldüğüm bir şey var! "Bu hakaretin hesabı" neden sorulmadı? O gazeteci neden sustu? O gazetecinin mensup olduğu gazete neden sustu? O gazetecinin spor sorumluları neden sustu? O gazetecinin yöneticiliğini yaptığı Türkiye Spor Yazarları Derneği neden sustu? Bir bilen varsa, açıklasın öğrenelim! Meslek, "böyle hakaretler yağdıracak insanların vesayetine mi verildi" de, bizim haberimiz yok! Neden, bu olay biliniyordu da, spor medyamızın anlı - şanlı yazar - çizerlerinden bir tanesi çıkıp "Olmadı başkan, bu yaptığın ayıptır" diye yazmadı? Türkiye'de demokrasi varsa, Türkiye bir hukuk devleti ise ve bu ülkede basın hürriyeti varsa, ifade hürriyeti bir hak kabul ediliyorsa, hiç olmazsa "birilerinin çıkıp da, birşeyler yapması, yazması" gerekmiyor muydu? Bu kadar mı korkak olduk? Ya da bu kadar mı satıldık?