Çarşamba günkü yazım şöyle başlıyordu: "Bugün, bu gece ve yarın gece 'Avrupa Kupaları'nda oynayacağımız maçları yazmam' gerekirdi!.. Üç büyüklerin haftalardır oynadığı, daha doğrusu 'oynamadığı, oynayamadığı futbol' yüzünden bu fikrimden vazgeçtim!.. 'İnanmadığımı yazmam' bana yakışmazdı; 'böylesine önemli maçlardan hemen önce inandıklarımı yazmak' ise hem 'moral bozucu' olurdu, hem de gereksiz!.. Galatasaray'a da, Beşiktaş'a da, Fenerbahçe'ye de 'başarılar' dileyerek, 'yazmak istediğim' konuya döneyim!.." Yorumlara, görüşlere "akıl ve mantık" hakim olunca, "gerçek" açık açık görünüyor; belliydi "3 Büyükler'in 3 maçta sıfır çekeceği!.." Maç öncesi çoğumuzun yaptığı ya da yazdığı, "Galatasaray bu maçları bir başka oynar" ya da "Fenerbahçe, sıkıntılı, problemlerle boğuşan ve durumu çok kötü olan rakibinden puan alabilir" ya da "Beşiktaş, kendi sahasında UEFA Kupası'na 3 puanla başlayabilir" yorumları, aslında "futbol çıtamız ve takımlarımız" için açıkça "ümitsiz olunması gerektiğini" anlatmıyor muydu?.. Neden kulağımızı "tersten göstermeyi tercih ederek" spor kamuoyumuzu yanıltmak için yarışıyorduk?.. Takımlarımızsın haftalardır sahalara getirebildiği futbolun, Avrupa Kupaları 'nda ne kadar yetersiz kalacağını bilebilmek, görebilmek için "futbol ûleması" olmaya gerek yoktu!.. "Atina yolu" tişörtlerini yaptıran Galatasaray'ın, "UEFA finali ve hatta kupası" iddialarıyla yola çıkan Fenerbahçe'nin ve Beşiktaş'ın yöneticilerinin ve "onlara kanıp" TV ekranlarında "nutuklar atanların", gazete sayfalarında "yorumlar yazanların" taraftarı nasıl kandırdığı "daha işin başında" ortaya çıkmadı mı?.. "Yalancının mumu" yatsıya kadar bile yanmadı!.. Hâlimize bakın: Tek tesellimiz, "PSV maçında oynadığımız 25 dakikalık futbol" ve de "İngiliz Ligi'nde 15'inci sırada yer alan, hocası, takımı yerden yere vurulan bir ekiple başa baş oynamış olabilmek!.." Şampiyonlar Ligi'nde, UEFA Kupası'nda "finalden söz eden" yönetici ve başkanların takımlarına bakın siz!.. Teknik direktörleri, "başkanların lûtfu ile" koltuklarında "eğreti tutunabilen" takımlarla "Avrupa Kupaları'nda final oynamak???.." Güldürmeyin insanı!.. Sevgili Gürcan Bilgiç, "gerçeği" hem söyledi, hem yazdı: "Fenerbahçe böyle oynarsa Türkiye'de onu kimse yenemez!.." İşte bütün mesele: "İngiliz Ligi'nin dağılmış 15'incisine yeniliyoruz" ama övünüyoruz; "Bu oyunu oynarsa, Türkiye'de Fenerbahçe'yi kimse yenemez"; bravooo!.. Ne yazık ki, "çok uzun yıllardır" kafamız bu; "Benim takımım senin takımına yenilmesin de. Benim takımım senin takımını yensin de. O bana yeter!.." Yeterse, "alın" Galatasaray'ınızı da, Beşiktaş'ınızı da, Fenerbahçe'nizi de sizin olsun!.. Tepe tepe kullanın!.. 3 Avrupa maçının hem de ikisini kendi sahamızda oynuyoruz; "tek" puan alamıyoruz, o da ite kaka ve rakip defans oyuncusunun yardımı ile atabildiğimiz "tek gol" var; o da olmasa "sıfıra sıfır elde var sıfır" tam olacak!.. 3 Büyüklermiş; hadi canım siz de!.. > Şımardın, hem de çok!.. Gazetelerde haber: "PSV maçının ardından röportaj tekliflerini geri çeviren Arda, 'şımardı' şeklindeki yorumlara tepki gösterdi. Eskiye oranla hareketlerine daha çok dikkat ettiğini belirten genç yıldız, 'Konuştuğum zaman şımardım oluyor. En iyisi konuşmamak. Her maç çok iyi oynayamam. Ben şımaracak ne yaptım, ya da insanlar ne şımarıklığımı görmüş bilmiyorum' diye konuştu." Sevgili Arda, "çok iyi oynadı" denilen PSV maçının kasetini al ve iyice izle!.. İlk 25 dakikadaki "etkili" oyunundan sonra "ne yaptığına" bak!.. Yenilen "ikinci golde" "bütün Galatasaray defansı" rakip kale önüne yığılmışken "attığın korneri" gör ve haklı olarak "İnamoto ile Mondragon'a yüklenen" sorumluluğun "başlangıcını" tespit et!.. Yakınındaki arkadaşların "bomboş" pas vermeni beklerken, senin "ipe dizme merakının sonunda kaptırdığın topların" Galatasaray takımını nasıl zora soktuğunu, bilmem ki, hocan da, "tecrübeli" ağabeylerin de sana anlatmıyorlar mı?.. "Göklere çıkarıldığın" bu maçta (Ah sevgili Ferdi Leflef nerdesin), "lüzumsuz kaç çalım attığını" ve "bu yüzden kaç top kaptırdığını" say!.. "Faul" diye kaç kere yere düştüğünü ve "hakemi yanıltmaya çalıştığını" da sayarsan iyi olur; "hakemi yanılmadan, düşmeden" devam ettiğinde, ilk goldeki büyük payının nasıl ortaya çıktığını da gör!.. Daha sahaya çıkarken, "formanı şortunun üstüne çıkarman", senin ne kadar "kural, hakem ve saygı tanımaz olduğunu ve küçük dağları senin meydana getirdiğini" belki bütün dünyaya göstermeni sağlıyor ama, bilesin ki, bu yaptığın seni büyültmüyor, "şımardığını gösteriyor" ve küçültüyor!.. Diyorsun ki; "Şımarmadım!" İyi ki şımarmamışsın ya bir de şımarsaydın?.. > Göz yaşartıcı bir örnek!.. Sevgili Ömer Faruk'un yazısını okurken, çok duygulandım!.. Serdar Çakır'ın üniversitede okuyan ve Cüneyt Çakır'ın da kardeşi olan kızı Fatma'nın geçirdiği "beyin ameliyatı" sırasında, eski ve yeni hakemlerin "aralarındaki kırgınlıkları ve küskünlükleri" unutarak nasıl bir araya geldiklerini, başta Osman Avcı olmak üzere, Ahmet Çakar'ların, Bülent Yavuz'ların, Muhittin Boşat'ların Serdar ve Cüneyt Çakır'lara nasıl moral ve destek verdiklerini öğrenmek, gözlerimi nemlendirdi!.. Keşke spor camiamızda "böyle" örnekler çoğalsa!.. "Rekabetler, kırgınlıklar, küskünlükler" sahalarda, salonlarda, pistlerde, ringlerde kalabilse!.. Büyük geçmiş olsun, sevgili Serdar ve sevgili Cüneyt!.. Kızımız Fatma'ya da tabii; hep beraber "onun gelinliğini ve anneliğini de göreceğiz"; bugünler gelip geçici!.. Kalıcı olan inanç, sevgi ve dostluk!.. > Koca G.Saray'a bakın!.. Gerets'i gönderecekler ama gönderemiyorlar; neden?.. "Bu yılın kalan parasını ödeyemiyorlarmış" da ondan!.. "1 milyon 300 bin doların, bugüne kadar olan payını zaten almış ya da hak etmiş olan" Gerets'e "bundan sonrasının parasını ödeyebilmek çok zormuş!.." Yani, "futbolcularla her türlü sevgi ve saygı bağını koparmış" taraftarın da, yönetimin de güvenini kaybetmiş ve istenmeyen bir hoca durumuna düşmüş olan Gerets ile "sezon sonuna kadar alacağı para ödenemeyecek" diye devam etmek, Galatasaray'ın alın yazısı hâline getiriliyor; olacak şey mi?.. Böyle bir hoca ile yola devam etmenin, Galatasaray'a "neler kaybettireceği" hiç mi düşünülmüyor?.. Gelecek sezonda "Avrupa Kupaları'na katılamama" ya da "Galatasaray'ın borsaya açık şirketlerinin kağıtlarındaki erozyon" daha da kötüsü, "bundan sonra" tribünlerde olabilecekler, "Gerets'e verilecek birkaç yüz bin dolardan" daha mı değersiz?.. İki yıldır Galatasaray'ın asıl sorununun orta sahada olduğunu göremeyen, "takıma bir gerçek 10 numara aldıramayan", aylarca ve aylarca "ön libero" diye tutturan, her maça "ayrı tertip ve ayrı taktikle çıkmayı" adet edinerek Galatasaray takımını çorbaya çeviren, her kötü sonuçtan sonra "antipatik bulduğu" bazı futbolcuları suçlayarak taraftara hedef gösteren, "sempatisi olduğu" futbolcuları ise "çok büyük hatalar yapsalar bile" koruyan ve kollayan, böylece takımı içinden bölen, Şampiyonlar Ligi'nde "Türkiye'deki maçlarda" Hakan Şükür'ü takıma koymayan, dışarıdaki maçlarda sahaya sürerek, "İşte görün Hakanınızı" demeye getiren, kadrodaki futbolculara "forma verirken" adil davranmayan ve bunu futbolculara da hissettiren bir hocayı "bile bile" takımın başında tutmanın, "taammüden cinayet işlemek" ile ne farkı var?.. "Tromsö'ye elenen" bir hoca ile "Şampiyonlar Ligi finalini hayal etmek" ve "o hocadan hâlâ başarı beklemek?.." Kuzum, söyler misiniz bana; "sizler" gerçekten "başarılı" birer iş adamı mısınız?.. > Soru!.. Avrupa Kupaları'nda üç maç oynadık; bir tanecik gol atabildik; Galatasaraylı İliç'in PSV'li Alex'in ayaklarına çarparak yön değiştiren ve kaleciyi kontrpiyede bırakan topuyla!.. Gerisi; sıfır!.. Nerede "benim" milyonlarca doları ceplerine indiren, "göklere çıkarılan" golcülerim, santrforlarım?.. Ümit'ler, Kezman'lar, Deivid'ler, Nobre'ler, Bobo'lar?!.. Neden Ümit yanından geçen topa hamlede gecikip golü kaçırırken "görülmez ve yazılmaz" da, "benzer" pozisyonda topa dokunamayan Hakan Şükür olunca, maç analizleri bir yana bırakılıp, yorumlar ve yazılar baştan sona, "Tabii, çok yaşlandı, taymingini kaybetti, futbolu bırakmalı" çığlıkları ile doldurulur?.. Tam bir "haçlı seferi" gibi, varsa yoksa "Vurun Hakan'a!.." Hocası dahil, santrada kaptırdığı bir top için "mağlûbiyeti Hakan'a fatura edenler", PSV'nin ilk golünde Song'un topu "hem de ceza alanı içinde rakibe nasıl ikram ettiğini" neden görmezler ve yazmazlar?.. Trabzonspor'a, Liverpool'a mağlûp olunurken, Konyaspor'la berabere kalınırken, yenilen "kafa gollerinde" yerden "bir santim bile yükselemeyenler" Tomas'lar, Song'lar yazılmaz da, neden yazılar ve yorumlar hep "Hakan'la başlar, Hakan'la biter?.." Hakan'ın suçu "Hakan" olmak ve Türk Futbolu'na "hiçbir futbolcunun yanına yaklaşamayacağı kadar" büyük hizmetler vermek midir?.. Söyleyin nedir?..