Futbol ulemamızın bir bölümü haftalardır kafayı Rapaiç'e taktılar! Hagi ve Popescu gittikten sonra, Türkiye'de kalan "en iyi ve en kaliteli yabancıdır" Rapaiç!.. Bugün "Galatasaray'da olsa", Şampiyonlar Ligi'nde "kendisinden en çok söz ettiren futbolcuların başında gelirdi!.." Daha açık yazayım; Hagi'den sonra, Galatasaray'a "en çok yakışacak futbolcu" Rapaiç olurdu!.. "Futboldan çok iyi anladıklarını" iddia eden ulemaya, "Rapaiç'in oynadığı futbolun ne olduğunu anlayabilmeleri için", futboldan çok iyi anlayan bir üstad ile beraber "onun kasetlerini izlemelerini öneririm!.." Rapaiç "bugün Dünya Futbolu'nda sayıları çok ama çok azalan futbol cambazı yıldızlardan biridir" ve "onu anlayacak, onu oynatacak ve onun oynatacağı bir takımı beklemektedir!.." "Bu takım Fenerbahçe de olabilir" ama, "Fenerbahçe yorumcularının bugünküler gibi sabit fikirli kişiler olmamaları" şartı ile!.. Denizli'nin "Rapaiç'ten vazgeçmeme ısrarı" son derece doğru!.. Tabii, "futbolu dürbünün tersi ile seyretmeyenler" için!. Daum'un dramı!... "Kokain olayının ortaya çıkmasıyla başladı", ünlü teknik direktör Daum'un sonunun başlangıcı... Ama Daum "asıl büyük hatasını", yalan söylemekle ve "bunda ısrar etmekle" yaptı; "Ben hayatımda kokain kullanmadım, bana iftira atıyorlar!" Almanya, "yalanı da, kokain kullandığı da ortaya çıkan" Daum'u affetmedi; kulübünden kovuldu, Alman Milli Takım Hocalığı "kesinleşmiş iken" hayal oluverdi, önce ABD'ye gitti, sonra da Türkiye'ye geldi! Beşiktaş, onun için "kurtuluş olmasa bile", bir çıkış yolu olarak görünüyordu! Ne var ki, "Türkiye'deki krizin Beşiktaş yönetimini de vurması", büyük vaatlerle seçimi kazanan Başkan Bilgili'nin "beklenen ve istenen transferleri yapamaması", sonunda Daum'un "çıkış yolu olarak gördüğü" Beşiktaş'ta da "teknik adam olarak" kariyerini erozyona uğratacak gerçeklerle karşı karşıya kalmasına yol açtı! "Yabancı transferlerindeki hüsran", hele hele "Fevzi'yi harcayarak getirdiği 36'lık Kjaer'in performansı" kafalarda sorular doğurur ve "fısıltı gazetesinde giderek büyüyen iddialar" hızla yayılırken, Ankara'daki Samsunspor mağlubiyeti her şeyin üzerine tuz biber ekti. Beşiktaş yönetiminin zor duruma düşmesinin, Daum'un köşeye sıkışmasının, Beşiktaş takımının "takviyeye muhtaç durumda olduğunun anlaşılmasının", ama "takviyeleri yapacak maddi imkan ve kaynakların bulunmamasının" sonucunda "birilerinin bir şeyler yapması gerekiyordu!." Ve "o birilerinden biri", bu jesti yaptı!. Daum'un istifa haberi benim için sürpriz olmadı! Tıpkı, "istifasının kabul edilmediği ve görevinin başında olduğu" haberini TV'lerden duyduğumda "benim için hiç sürpriz olmadığı" gibi... Bu defa "istifa" bir jest olarak hatıralarda kaldı, ama bilinmelidir ki, "tüpten çıkan macun,bir daha o tüpe doğru dürüst girmez, giremez!." "Karşılıklı bir güven bunalımı" oluştu, Daum artık "her an" çıkıp "Allahaısmarladık" diyebilir! Türk mentalitesini de çok iyi bildiği için "Ben Scala değilim, tazminat falan da istemem" jestini de yaparak bir gün "Almanya'daki gölgeli geleceğine dönecektir!." Böyle bir çizgiyi kıracak tek şey; "Beşiktaş Futbol Takımı'nın inanılmaz bir performans ortaya koyarak", ligde kısa zamanda "zirve yarışına katılabileceği" bir sıçramayı yapması olacaktır!. Beşiktaşlı futbolcular "bunu başaramazsa", Daum'un dramının "Türkiye'deki sonunu", hem de "hazin sonunu" üzülerek yaşayacağız!.. Daum gibi bir spor adamının "bu günleri yaşamasını" elbette temenni etmezdik; ama çeşitli versiyonları ile Dünya'nın dört bir yanında bilinen bir söz vardır: "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar!" Alman Hoca'ya bu sözü "bizzat yaşayarak" öğrenmek,çok pahalıya mal oldu! Anlaşılıyor ki, "bedel ödenmeye devam edecek!.." Yazık, hem de çok yazık!.. Bu nasıl bilmek? Fenerbahçe-Barcelona maçının 0-3 devam ettiği sıralarda "elektriklerin kesilmesi" olayının yorumları sırasında kafalarda bir soru belirmişti: "Ya elektrikler yanmasa ve hakem maçı tatil etse, ne olacaktı?" Bu soruya cevap arayanlar, maç sonrası spor proğramlarında "uzmanlara" sordular.. Bu uzmanlardan biri de "uluslararası eski hakemlerimizden" Ahmet Çakar idi; "Benim başıma geldi" diyerek "ne olacağını" son derece "kesin bir dille" anlattı: "UEFA'nın tesbit edeceği bir tarihte maç 0-0'dan başlayarak tekrarlanır!" Herkes şaşkınlık içinde "Nasıl olur ama durum 3-0'dı" filan demeye çalışırken "uzman" eski hakemimiz "Bu böyledir, başka türlü olamaz, maç 0-0'dan ve yeniden başlayıp, bitirilir!." Ne var ki, "Çakar'ın bu sözlerinden sonra, hem de uzatmada elektriklerin kesilmesiyle yarıda kalan bir maçta", ev sahibi takım UEFA tarafından "hükmen mağlup ilan edildi!." Ardından, Türkiye'de "Samsun sahasının futbol oynamaya müsait olmadığı anlaşıldığı için" maçın 11' inci dakikasında,durum 0-0 iken, oyun hakem tarafından tatil edilince, yenilenen karşılaşma bile, "baştan başlatılmadı"; taç atışıyla "kaldığı yerden devam ettirildi!.." Yani "iki maçta da", Ahmet Çakar'ın "dediği ve ısrar ettiği şey" olmadı!. Bir kişi de çıkıp, Ahmet Çakar'a "Zat-ı aliniz bu işleri böyle mi biliyorsunuz?" diye sormadı!.. Hakem iken "Ahmet Çakar'a hem sevgim, hem de saygım vardı!." Yorumculuğa başladı; "son derece agresif, antipatik bir kişi ile karşı karşıya kaldık!.." "Koca bir maziyi" peynir ekmek gibi yemesine gönlümüz razı değil!. Erman Toroğlu'na yakışan "efelik, agresiflik", Ahmet Çakar'ın üzerinde çok eğreti duruyor ve ona hiç yakışmıyor!.. "Spor yazarlığında geçen bir ömrün verdiği tecrübe ile", onu uyarmak görevim!.. İster dinler, ister "karizmasını yemeğe devam eder!." "O temiz hatlı yüzün gereğini yapmak", onu birdenbire "spor proğramlarının en sempatik ve sevilen hakem yorumcusu yapacakken", bilmem ki neden "sevimsiz olmak için" bunca gayret sarf ediyor? Biz onun "Erman Toroğlu'nun benzeri olmasını" değil, "kendisi olmasını" istiyoruz!. Bilmem ki "bunu istemek" ve "beklemek" bir sporsever olarak hakkımız değil mi? Arif!... "Sonradan oyuna girip" Gençlerbirliği'ne iki gol attı ya, İspanya'dan döndüğünden beri, teknik direktörü dahil, herkesin sahada arayıp da bulamadığı Arif bir coştu, bir coştu ki,sormayın!... Kendisini eleştirenlerin "geri zekalı olduğunu" söyleyecek kadar "kendini kaybetti!." Tabii, gene de "mülazahat hanesini boş bırakıyorum.." Ülkemin en ciddi gazetelerinden birinde okumuş olsam dahi, gene diyorum ki "bu sözleri Arif gerçekten söylemiş" ise: Milli maç gösterdi ki, Arif'e yapılan eleştiriler az bile... Ataryemezspor'da oynayan bir oyuncu dahi, milli formayı giyince Moldova karşısındaki Arif'ten daha iyi oynar ve daha da önemlisi "giydiği formanın hakkını vermeye" daha bir içtenlikle savaşırdı!.. Souness, Galatasaray teknik direktörü iken derdi ki: "Arif benim jokerim. Onu ancak gerekli olduğu anlarda oyuna sokarım, yoksa kulübede oturur!." Souness çok haklı idi; Arif,Galatasaray gibi bir takımda "ilk onbirde oynayacak bir oyuncu değil!.." Zira, "onun hangi maçta, ne zaman, ne yapacağı belli değil!.." Ayrıca, "takımda ilk onbirde oynamak için", özellikle "yeni gelenlere karşı" takım içinde neler yaptığı, hangi organizasyonlara girdiği de, herkesin malumu!.. Geçen yıl İspanya'ya gittiğinde "Galatasaray kurtuldu" diye düşünmüş ve yazmıştım. Döndü, geldi, Galatasaray'ı İspanya'daki kulübüne "3.5 milyon dolar ödemeye mecbur etti.." Bu borç yüzünden "Galatasaray'ın dünya aleme nasıl rezil olduğunu" hepimiz görüyoruz. En sonunda UEFA bile "Galatasaray'ın yabancı transferlerine ve UEFA gelirlerine ambargo koydu!.." Sadece "İspanyol kulübüne verilecek para miktarı kadar bir ödeme yüzünden" mesela Popescu'yu gözden çıkaran bir yönetime soruyorum: "Arif için bunca zillete katlanmaya değer mi?" Lucescu'nun nihayet aklı başına geliyor; kendisini sinirlendiren Arif'e demiş ki: "Böyle gidersen Siirt'e gidersin!.." Ne diyelim; "Allahı, Siirt'i korusun!.." Ya bizim hatalarımız? Bayern Leverkusen maçında "baştan sona" hakemleri suçladık. Yanlış kalkan bayrakları, bu yüzden kesilen gollük akınlarımızı, verilmeyen golümüzü ön plana çıkardık; tamam, bütün bunlar oldu... Amma... Ya, "aynı hakemlerin, Leverkusen aleyhine çaldıkları ya da çalmadıkları düdükler?" Aynı şekilde "yanlış kalkan bayraklar" sebebiyle kesilen Alman akınları? Ya, defalarca Alman televizyonlarının gösterdiği "Rapaiç'in kalenin içinden kolu ile çıkardığı" ve "penaltı-kırmızı kart gerçeğini" ortaya koyan pozisyon? Ya, Mirkoviç'in Kirsten'e yaptığı ve hakemlerin "pas geçtiği" kırmızı kartlık pozisyon? Ya, maçı anlatan, yazan ve yorumlayan arkadaşlarımızın "hakemleri tek gözle seyretmeleri" sonucu, "hakem hatalarının sadece Fenerbahçe aleyhine yapıldığı" şeklindeki beyin yıkamalarına inanışımız? Biz, "bu kafayla devam ettiğimiz sürece", hatta Ahmet Çakar gibi "en inanılır ağızlardan" hakemin "Lüksemburg gibi üçüncü sınıf bir ligde maç yönettiğine" inandırıldığımız, ne var ki aslında "Fransa Birinci Ligi'nde maç yönetmekte olduğunu öğrendiğimiz" bir ortamda, daha çoook ama çok hüsrana uğrayacağımız muhakkak!.. Şimdi eğri otursak da doğru konuşalım, "hakeme bakmaktan", kendi oyuncularımızın yaptıkları "futbol aptallıklarını" hiç ama hiç görmedik!. Johnson'ın, Ogün'ün, Ümit'in, Mirkoviç'in, hatta Rapaiç'in "oyundan atılmak için" özel gayret sarf etmelerini göz ardı ettik!.. Avrupa Kupaları'nda, "kendi yarı sahalarından fırlayan oyunculara", en ufak tereddüt göstermeden "ofsayt bayrakları kaldıran" yan hakemleri de gördüğümüz için, "hakemlerle uğraşmaktansa", kendi oyuncularımızın ve takımlarımızın yaptıkları hataları analiz etmenin ve "onların üzerinde durmanın", Avrupa sahalarında maç kazanamama problemimizin çözümünde çok daha yararlı olacağı görüşündeyiz!. Türk TV'lerinde "tekrarlarla seyrettiğim" maçta hakemin "kasıtlı olarak" Fenerbahçe aleyhine davrandığına inandım ve ilk gün yazımı da ona göre yazdım. Ama "Avrupa TV'lerinde seyrettiğim görüntüler" ve "tekrarlar", hakemin "kötü bir yönetim gösterdiğini" ama "hatalarının iki takım arasında paylaştırıldığını" gösterdi! Sevgili meslekdaşlarıma "Avrupa TV'lerinden naklettiğim" görüntüleri tekrar tekrar incelemelerini öneririm. Bilmem ki,o zaman "yazdıklarının hiç olmazsa bir bölümünü değiştirebilecekler mi?"