Çok açık bir gerçek var; Galatasaray futbol olarak Avrupa'da "profesyonel ve zirvede" ama, onun dışında tam bir amatör!.. Yöneticileriyle amatör, teknik adamlarıyla amatör, futbolcularıyla amatör, taraftarlarıyla amatör, spor yazarlarıyla amatör!.. İşte onun için "gladyatörlerin aslanlara kurduğu tuzağa düştü" ve "olaylara sebep olanlar, Batistuta'ları, Lima'ları, Capello'ları ile fitili ateşleyenler, 10-15 saniyede ortadan yok olurken", Galatasaraylılar, "kameraların karşısında yumruk - tekme - kavga - dövüş görüntüleri ile" kalıverdiler!. Ders 1: Avrupa'da "sahada futbol oynamakla iş bitmiyor", çok yönlü "profesyonel olmak gerek!." "Sahada yenemiyorsan, tuzağı kur, düşsünler" ilkesi her zaman ve her yerde işliyor; Galatasaray kaçıncı defa bu tuzağa düştü? Futbolcusuyla, yöneticisiyle, teknik adamı ile, taraftarı ile, gazetecisi ile düştü!. Ders 2: Elin oğlu Avrupa'da, "kendi ülkesini, takımını zor duruma düşürecek görüntüleri ve fotoğrafları" en aza indirmek için elinden geleni yapıyor, saklıyor; bizde ise "günlerce, haftalarca" vurulan insanlardan, bulunan silahlardan, kavga görüntülerine, sürüklenen ve coplanan insan manzaralarına kadar her şey ama her şey, ekranlarda, spor sayfalarının manşetlerinde, hatta birinci sayfalarda tutularak, rakiplere her türlü koz ve malzeme veriliyor; iftihar edebiliriz!. Ders 3: Elin oğlunun yöneticileri, böyle olaylarda, futbolcularını sahanın göbeğinde toplayıp, "olacak varsa da herkesin gözünün önünde olsun" diyecek kadar cingöz ve tecrübeli iken, "bizimkiler", tıpkı Roma'da olduğu gibi, futbolcularını "her şeyin yapılabileceği,üstelik ne yapılırsa yapılsın, olanların gizli kalacağı loş koridora gönderecek kadar" amatörler ve tecrübesizler!. Orada ve ortada "panik ve şaşkınlık içinde ve de canından olacağını sık sık tekrarlayan" bir Abdürrahim Albayrak var; o kadar!.. Olacak şey mi? Ders 4: Saha içinde fazla gerginlik olmamasına rağmen, "ikili çekişmelerin devamlı olduğu" ve daha da önemlisi "Roma'nın Şampiyonlar Ligi'nden elenmesi tehlikesini doğuran bir sonuçla biten" bir maçtan sonra, ancak "çok acemiler" futbolcularının, "öfkeli ve stresli rakipleriyle beraber soyunma odaları koridorlarına gitmelerine göz yumar"; maalesef Galatasaray teknik adamları ve yöneticileri bu saflığı göstermişlerdir!. Ders 5: İtalyan basının, maçı germek için attıkları manşetlerle ilgili girişim, sadece Lucescu'ya bırakılmış ve maalesef, Galatasaray yönetimi UEFA'yı, İtalyan Federasyonu'nu ve hatta Roma Büyükelçiliğimizi uyarmadığından, statta "çok sıradan bir maçtaki kadar" güvenlik önlemi alınmıştı; bu nasıl gaflet? Ders 6: Yıllardan beri yazıp geliyoruz; milyonlarca ve milyonlarca dolar transfer paraları ödenerek kurulan ve "Dünya takımı" denilen Galatasaray'da "kırık-çıkık için" uzman doktorlar bulunurken "neden bir psikolog bulunmaz?" Durmadan "gereksiz kart gören", kart görmek için adeta çırpınan ve "Roma'da kurulan tuzağa ve benzerlerine balıklama atlayacak kadar" sinirlerine hakim olamayan sporculara, teknik adamlara neden "bir ruh bilimci devamlı olarak yardımcı olmaz?" Bu nasıl bir "büyük kulüptür" ki, Dünya'nın "bütün büyük kulüplerinin eksik etmediği böyle bir uzmanı" lüzumsuz sayar ve ancak "böyle kötü tuzaklara düşülünce", çıkıp denir ki; "Hiç merak etmeyin, böyle bir uzmanı iş başına getireceğiz!." Bu kaçıncı defadır ki, Galatasaraylılar aldatılıyor; "Getireceğiz" imiş!.. Yeter artık, bırakın bu "getireceğiz"palavrasını da, "getirin" görelim!.. Ders 7: İşi "İtalyan barbarlığı" ve benzeri manşetlerle ve yazılarla kurtaracağımızı sanıyorsak, her defasında aldandığımız gibi, bu defa da aldandığımızı göreceğiz!. Perşembe sabahı ben "büyüklerden birkaçını aldım" ve baktım; Türk gazetelerinin maçtan bir gün sonra koydukları büyük büyük resimlerde, Ümit'in bir adamın saçına yapıştığını, Emre'nin İtalyan polisine uzandığını ve bağırdığını gördüm!. Dikkat buyurun; bunlar, ancak İtalyan gazetelerinin koyduğu ve koyacağı resimler olabilir; ama biz koyuyoruz!. Bu resimlerin altında da "İtalyanları suçlu ilân ediyoruz!." Söyler misiniz bana; ne yapıyoruz, nasıl yapıyoruz, niçin yapıyoruz? Bir bilen çıksın da bana anlatsın ve beni ikna etsin; "bu medya gerçekten samimidir ve ne yaptığını bilmektedir" diye!.. Bülent Yavuz utansın!.. Sevgili kardeşim Hıncal Uluç, Perşembe günü sütununda, Beşiktaş taraftarlarının "son derece çirkin bir tezahürat şeklini" tribünlere getirdiğini yazıyordu!. "Şarabı da içeriz... Esrarı da çekeriz... Sahaya da ineriz... Ananızı..." diye bir maç boyu tempo tutulan ve bağırılan bir tezahürat biçimini!.. Kimselerin kılının kıpırdamadığından yakınarak, İçişleri Bakanından başlayıp, valiye, emniyet müdürüne, federasyona, kulüp yöneticilerine kadar herkesten hesap soruyordu! Aslında "bu sözlerle bir maç boyu tezahüratı", hem de "Ramazan Ayı'nda" İzmir Atatürk Stadı'nda Göztepeli taraftarlardan dinlemiştik!. Ertesi gün de, yazmıştım; "Bu ne rezalet" diye!.. Elbette, bir başka "rezalet" de, bütün bir maç boyu "binlerce kişinin bağırdığı bu çirkef sözleri", maçın hakeminin duymaması ve "maçı durdurup, seyirciyi ikaz etmemesi" idi!. O gün, "Bülent Yavuz'un hakemi", yapması gerekeni yapabilse idi, belki de Beşiktaş seyircisi "bu bulaşıcı hastalığa yakalanmayacaktı!." Ama, Bülent Yavuz'un "bir başka hakemi" de Beşiktaş taraftarlarının yaptığına da seyirci kalınca, bakalım "hastalık" bundan sonra hangi stada sıçrayacak? Ey, "gündemde olan şike olayıyla ilgili olarak, hakkında gazetelere akseden ve ciddiye alınması gereken iddialar bulunmasına rağmen" hiçbir şey yapmayan Bülent Yavuz bey, hakemler, çirkin tezahürat "sadece hakemler ve federasyon aleyhine olunca" mı, maçı durdurulacak ve hoparlörlerden anons yaptıracaktır? Çıkardığınız yönetmelikte, "Hakemler, kendileri ve federasyon aleyhine olanların dışındaki çirkin tezahüratı duymayacaktır" mı yazıyor? "Ramazan ayında, şaraplı, esrarlı ve anaya sinkaflı tezahürata sesini sedasını çıkarmayan, çıkaramayan hakemler" acaba kimden ve ne sebeple korkuyor? Hastalığın önüne geçmek yerine, ses çıkarmayarak yayılmasını tahrik etmek, hakemlerimizin hangi görevleri arasına giriyor? Hadi "saha içindeki hata ve yanlışlar için" hakemlerini korumanızı bir yere kadar "makul karşılayabiliriz" ama, "iğrenç tezahüratlarla tribünleri ve sporu kirletenlere yeşil ışık yakılmasına" sessiz kalmamız mümkün mü? Merkez hakem Komitesi Başkanı Bülent Yavuz "artık" kafasını kumdan çıkarmalı ve "olayların arkasına saklanmamalıdır!." Çirkin tezahürata karşı "ilk görev hakemlere düşmektedir!." "Onlar görevlerini yapmaz" ise, biz kimden ne bekleyebiliriz? "Önce onlar görevlerini yapacak", sonra biz "diğer sorumlulardan" hesap soracağız; bu kadar basit!. Bilmem anlayabiliyor musunuz, Bülent Yavuz bey? Söyler misiniz bana, siz nasıl "bülent" ve nasıl "yavuz" sunuz? Nereden nereye? Bir zamanlar hatırlarım; "Galatasaray'ın genel kurullarında" Galatasaraylı teknik adamların ve ünlü futbolcuların "eşleri", hatta "korkunç yengeler" yakıştırmaları arasında kulise girerlerdi!. O zamanlar futbolumuz "amatör" ve daha sonra da "yarı profesyonel" idi!.. Bugün ise, profesyonellik var ve hatta borsaya açılan "büyük kulüplerimizde", genel kurul kulisine "paralı personel", hem de boğazına kadar giriyor; yönetimler de seyrediyor, bu nasıl iş? Teknik adamlar... Menecerler... Hem kulüpten "maaş alacaksınız", hem de "o seçilmesin, bu seçilsin" kulisine gireceksiniz, hatta bir taraf lehine, genel kurul üyelerini tehdit de edeceksiniz; "Falan gelirse ben yokum!." Söyler misiniz bana, "böyle tavır koyanlar" kime hizmet etmekte, kimden maaş almaktadırlar? Mesela, Daum ve Sinan Engin'in maaşını Serdar Bilgili cebinden mi ödemektedir, yoksa para Beşiktaş'ın kasasından mı çıkmaktadır? Elbette, Serdar Bilgili seçilemez ve Hasan Arat yönetimi iş başına gelirse, bu iki "paralı personelin" yeni yönetimi "teknik heyet ve menecer konularında serbest bırakmak için" istifalarını vermeleri normaldir ama bugünden, üstelik "genel kurul üyelerine dönük bir baskı unsuru" olarak "biz yokuz" demek başka şeydir! İlkinde "yeni yönetime istifaları kabul etmemek ve beraber çalışmak imkanı tanınmaktadır", ikincisinde mesaj açıktır; "Biz sizinle çalışmayız, biz Serdar Bilgili'yi tanırız!." Yani; "Bizim için Beşiktaş Serdar Bilgili demektir, biz Beşiktaş'ın değil, Serdar Bilgili'nin adamıyız!." Bu nasıl bir zihniyettir, bu nasıl Beşiktaş'a hizmettir? Yazık!.. Roma'dan arta kalanlar!.. Roma-Galatasaray maçından sonra "en az konuşulan" futboldu!.. Her taraf "maç sonrası olayları" ile doluydu!. Aradan "makul bir süre geçti", şimdi 1-1 biten maçın "futboluna dönelim!." Maç sabahı yazdığım yazıda "iki takımın da kontrollü oynayacağını, rakibin yapacağı hatayı bekleyeceğini" bu bakımdan karşılaşmanın "gol atılana kadar Galatasaray-Beşiktaş maçına benzeyeceğini", golden sonra olacakları ile tahmin etmenin "müneccimlik olacağını" yazmıştım!. "Aynen" dediğim gibi oldu!. "İlk hatayı yapan" Roma oldu ve golü yedi, sonra "hata sırası" Galatasaray'a geldi ve maç berabere bitti!. "İki taraf da birbirinden korkuyordu" ve korkunun bedelini "daha çok" Roma ve Capello ödedi; Gruptan çıkmalarına "garanti gözü ile bakılırken", hatta "Real Madrid ile final hayal ederlerken", şampiyona dışı kalma tehlikesiyle burun buruna geldiler; şimdi Liverpool'a, Liverpool'da "yenilmemek zorundalar!." Galatasaray'a ise, "şansını sürdürmesi için" puan gerekti; gruptan çıkması için "kalan iki maçından 4 puan çıkarmalıydı", puanlardan birini Roma'da Roma'dan almak "büyük işti", başardı!. Şimdi ihtiyacı olan diğer üç puanı İstanbul'da Barcelona'dan almak zorunda!.. İstanbul'da alınacak 3 puan, Roma'da alınan tek puandan daha kolay görünüyor; ama futbol bu, Salı gecesini bekleyeceğiz!. Aslında, Galatasaray'ın yediği golde, "Vittoria ve Mondragon kadar" Lucescu da kabahatli!.. İlk yarıda Vittoria'nın tarafına Hasan Şaş dahil "yardıma gelen" ve Cafu'nun önünü kesen adamlar vardı!. İkinci yarıda, Vittora "orada" yapayalnız bırakıldı!. "Tehlikeli akınlar" ve sonrasında gol "geliyorum" diyordu!. Capello, "madeni keşfetmiş", Cafu'nun yanına Totti'yi, Delvecchio'yu gönderip, Vittoria'yı dağıtır olmuştu, ama Lucescu "bu manevra karşısında takımının zaafını görememişti"; taa ki golü yiyene kadar!. "Bunu Lucescu hep yapıyordu" ve aklı başına "gol yiyince geliyordu!." Gruptaki bütün maçları kasetlerinden bir bir ve dikkatle seyredin; ne dediğimi çok iyi anlayacaksınız!. Galatasaray'ın bir zaafı da, "kornerlerde" görüldü; onca kornerde, her maçta olduğu gibi, Roma maçında da rakip kaleye "tehlike taşınamadı" ve "gollük bir vuruş yapılamadı!." "Hagi gittiğinden beri", Galatasaray'ın "duran toplardaki eksikliği", Sergen de olmayınca, iyice ortaya çıkıyor; idmanlarda Lucescu ne yapıyor acaba? Sahanın en tehlikesiz yerlerinde hatta "rakip topu ayağından çıkarmışken" yapılan sert ve lüzumsuz faullerle kart görmek zafiyeti gene devam ediyor!. Her zaman İsveçli hakem gibi "tarafsız ve iyi niyetli bir hakem" bulunmaz! Frisk, biraz "İtalyanları kollasa" idi, Ayhan ve Fleurquin başta, "bir-iki Galatasaraylı'nın iki sarıdan kırmızıya dönecek kartlarla oyun dışı kalması" ve "bir penaltı golünün sonucu tayin etmesi" işten bile değildi!. Hasan "futbolunu maskaralaştırmazsa" neler yapabileceğini bir defa daha ortaya koydu!.. Ayhan, Ümit Karan ve Bülent büyük futbol oynadılar!. Yenilen golde, Mondragon lüzumsuz şekilde öne çıkmasa, kaptan Bülent, Cafu'nun önündeki topa basmak üzere idi; Galatasaray kalecisini ileride gören Romalı futbolcu, beklemeden topu aşırıverdi; yazık oldu!. 60 metrelik bir pası "havada süzülürken seyreden" ve Vittoria'nın arkasını doldurmayan Galatasaray defansı da, en az ıska geçen Vittoria ve ileri çıkan Mondragon kadar golde sorumluydu!. Neyse, olan oldu; şimdi dananın kuyruğu Barcelona maçında kopacak!. Galatasaray'ın "bu grupta ve İstanbul'da en rahat yenebileceği takım" Barcelona!.. Ağır ve yumuşak bir futbol oynuyor!. "Beraberliği düşünerek oynayacakları" da ortada!. Bütün bunlar, Galatasaray'ın çeyrek finale yakın olduğunu gösteriyor!. Hayırlısı!.. Yakışmıyor!.. Bir maçtan önce "İstiklal Marşı" sırasında, ekrana gelen görüntüler sırasında, Beşiktaş Teknik Direktörü Daum'un "İstiklal Marşı'nı ezberlediğini" ve marş söylenirken "koroya katıldığını" gördüm!. Aslında "başka bir yabancı teknik direktör bunu yapsaydı" çok hoşuma giderdi!. Ama Daum'un, "kokain davası sürerken" yaptığı bu goygoyculuk, bana hiçbir şey ifade etmedi!. Hoşlanmadım!. Aklanıp gelmeden, her zaman diyeceğim ki; "Öyle bir adamın ağzında İstiklal Marşımızın işi ne?"