Galatasaray'da "manevi değerlere önem vermeme" ve "sadece para ve başarı peşinde koşma dönemi" Faruk Süren ile başlamıştı!.. Mehmet Cansun döneminde "bu süreç" hızlandı!.. Özhan Canaydın döneminde "sürece sportif başarısızlık da eklenince", kısa sürede acı bir gerçek ortaya çıktı; koca camiada ve taraftarlar arasında "Galatasaray'ı Galatasaray yapan ruh ve heyecan" kaybolmuştu!.. Sebatspor maçında "tribünlerde Galatasaray taraftarının olmaması", Trabzonspor ile oynanan kupa yarı finalinde "Ali Sami Yen Stadı'ndaki taraftar fakirliği" gerçeği son derece net olarak ortaya koyan görüntülerdi!.. Bu acı ve yalın gerçek ortada iken, "bu gerçekleri yazan" ve "yanlışlardan, hatalardan derhal dönülmelidir" diyenlere, hiç sıkılmadan, iz'andan ve insaftan yoksun bir şekilde "provokatörler" diyen yöneticilerin elinde, Galatasaray'ın hangi noktaya geldiği, getirildiği ortadaydı!.. "En acılı günde de, en sevinçli günde de, yüzünde bir mimik kırıntısı kadar fark olmayan", adeta "teybe kaydedilmiş" hissini veren "kalıplaşmış 2-3 cümleden fazlasını etmeyen" bir Başkan'ın "Galatasaray'a ve Galatasaraylılar'a heyecan ve ruh vermesi" mümkün müydü? Bir zat-ı muhterem çıkıyor, "sadece Galatasaray tarihinin değil, Türk spor tarihinin en büyük başarılarından birine", hiç sıkılmadan "Tesadüftür" çamurunu atıyor, Galatasaray Başkanı'ndan "tık" yok!.. Ya "Galatasaray'a zarar verenlere ben yapacağımı bilirim, elimden geleni ardıma koymam" diyen "Karadeniz delikanlısı" İkinci Başkan bu çamura karşılık ne diyordu? "Buna cevap vermek Başkanıma düşer!.." Bugüne kadar "her söze, hem de birkaç söz yetiştiren" Karadeniz Delikanlısı'na bakın siz!.. İş, "Aziz Yıldırım'a gelince" yelkenler suya!.. Bakınız açık açık yazıyorum: "Seyrantepe ihalesine biz de gireriz" sözü ile Aziz Yıldırım, Galatasaray Başkanı'nı da, yönetimini de "Aziz Başkan Galatasaray'a karşı ne söylerse söylesin" suskunluğa mecbur ve mahkûm etmiş görünüyor!. Vah koca Galatasaray vah, seni ne hâllere düşürdüler!.. Bir Galatasaraylı telefonda feryat ediyor; "Öcal Abi doğru yazmışsın; artık futbol meydanının baş pehlivan bile değiliz, tam bir başaltı pehlivanı olduk; Aziz Yıldırım başkanımızla bir masaya oturmaya tenezzül etmiyor, İkinci Başkanı'nı gönderiyor, bizim başkan da o masada oturmaya devam ediyor, Galatasaraylılar bunu nasıl hazmeder?" Bir başka Galatasaraylı'nın maili var: "Öcal bey, bu nasıl başkan? 'Basketbolde 5'inci, 6'ıncı olacağımıza düşelim daha iyi' diyen bir başkan olur mu? Bir Galatasaray Başkanı'nın 'Galatasaray'a beşincilik, altıncılık yakışmıyor, şampiyonluk yakışır' demesi ve ona göre hareket etmesi gerekirken, bu nasıl söz, bu nasıl zihniyet? Fenerbahçe, Beşiktaş Avrupa'larda şu veya bu kupada dörtlü final oynuyorlar, lig maçlarında seyircileri tribünleri dolduruyor, biz küme düşüyoruz, Başkan 'daha iyi' diyor. Bu durum, 'oğlum iyi veya orta ile sınıf geçeceğine, sınıfta kalsın' diyen bir babaya benzemiyor mu? Canaydın'ın çocukları sınıfları hep pek iyi ile mi geçtiler, hiç orta almadılar mı, ikmale kalmadılar mı? Böyle olunca 'Sınıfta kalsınlar daha iyi' mi dedi? Yaz Öcal bey yaz... İçimiz kan ağlıyor. Fenerbahçeliler'in karşısında başımız yerden kalkmıyor, resmen alay ediyorlar!.." Böylesine telefonlar, fakslar, mailler onlarca. Taaa Almanya'lardan, Hollanda'lardan gelenler var!.. Ruhu kaybolmuş, heyecanı bitmiş, yöneticisi, futbolcusu, teknik direktörü birbirini yiyen, başkanı, yöneticisi basketbolde küme düşme faciasına "Ne kadar iyi oldu" diyebilecek kadar duyarsız bir Galatasaray'la karşı karşıyayız!. Ve asıl korkuncu; "Galatasaray'ı bu duruma düşürenleri" alkışlamıyoruz, eleştiriyoruz diye bize "provokatör" diyorlar!.. Hadi canım!.. Evet, ortada "provokatörler" var!.. "Kim olduklarını" da Galatasaraylılar "çok iyi biliyor!." Biz de biliyoruz ve yazmaya da devam edeceğiz!.. Yüzümüze, gözümüze bulaştırdık!.. Süreyya Ayhan olayı, yeni bir döneme giriyor; Uluslararası Atletizm Federasyonu "ültimatom" verdi; "Yetkiniz olmadığı hâlde bir yıla indirdiğiniz cezayı iki yıla çıkarın, yoksa mahkemeye." Avrupa'da nice şampiyonlar, "sporun en büyük suçu olan şike ve doping" yüzünden ne cezalar almışken ve almaya devam ediyorken, "inatlaşır gibi" Süreyya olayını "oraya buraya çekerek", geciktirerek, neden sonra sonuçlandırarak, onunla da yetinmeyip bu defa zorlaya zorlaya "cezayı indirerek" Avrupa'da "alay konusu olduk!." Yücel Kop'un başrolünü oynadığı olaylar zinciri, Süreyya için "en az iki yıl pistlerden uzak kalınacak" bir rotayı gösteriyor; bunun "affı falan yok!.." Biz "her zamanki gibi" kendi kendimizi aldatıyoruz; elin oğlu öyle yapmıyor ve yaptırmıyor!.. Ekranlarda, gazetelerde hâlâ "Süreyya bir an önce koşsun" diye elinden geleni yapan spor teşkilâtını "suçlamaya devam eden" Yücel Kop'u gördükçe haykırasım geliyor: "Yeter artık, cezaların en ağırını bu zata verin de, susturun, yoksa bu gidişle ve bu hoca ile Süreyya Ayhan dünya pistlerinden tamamen silinecek!.." Türk atletizmine de, Süreyya Ayhan gibi bir şampiyona da yazık!. Bu dosya bir an önce kapanmalı ve Süreyya "bütün plânlarını 2006 sonuna göre" yapmalıdır!.. Hem kafaca dinlenir; hem de belki "Yücel Kop'un yerine, kendisini rekorlara ve şampiyonluklara taşıyacak bir hocaya olan ihtiyacını anlayarak, gereğini yerine getirir!." Bülent ne yapmış? Dedim ya, anlaşılıyor ki, "bizde gazetecilik ölmüş!.." Çıkıyor Hagi, kazanılmış bir maçtan sonra "çok enteresan şeyler söylüyor, yarın görevi bırakabilirim" diyor... Soyunma odalarında "bugüne kadar koruduğu takım arkadaşları için, yüzlerine karşı önemli suçlamalar yapıyor!.." "Neden?" "Kimler?" "Neler oluyor?" Sadece Galatasaraylılar değil, "futbolla ilgili" herkes, bu soruların cevaplarını bekliyor; ama koca spor, pardon futbol medyamızda "bu soruların doğru dürüst, tatmin edici cevabı olacak" tek haber yok!.. Hep "karından konuşmalar gibi", satır arası imalar var; işte o kadar!.. "Gerçekleri yazmak" neden bu kadar zor; acaba "korku mu var?" Kulaktan kulağa "Kaptan Bülent'in yaptıkları, Hagi'yi çileden çıkardı" diye fısıltılar dolaşıyor; ne yapmış, neden yapmış, Hagi "neden" çileden çıkmış? Dünkü Akşam Gazetesi'nde sevgili Ömer Kükner, bütün Galatasaray muhabirlerinin ve yazarlarının kulaklarını çınlatarak, "Trabzon maçındaki uzatma arasında Galatasaray takımının adeta fotoğrafını çekmiş" ve "Kaptan Bülent'in o sırada nerede olduğunu" soruyor!. Hadi, Fenerbahçe'de Aziz Başkan'ın "istemediğini yazmak" yasak, yoksa Galatasaray'da da mı "aynı yasak var?" Vah vah!.. Hem de, ne vah vah!.. Püf noktası!.. Akçaabat Sebatspor - Kayserispor maçından önce ortaya çıkan "şike teklifi" olayında son derece önemli ve enteresan gelişmeler oluyor!.. "Şike teklifi alan" kaleci hakan Olgun'un açıklamaları tüyler ürpertici!.. Bu açıklamalarda "isimler" var, "isimsiz" ama "unvanlı" insanlar var!.. Olay konusunda "yazı yazdığım için", spor teşkilâtının içinden bir "uyarı" geldi: "Olayın önemli bir püf noktası var, siz onu inceleyin; olayda şike olduğunu düşünerek düğmeye ilk önce kim ya da kimler bastı; Spor Toto Teşkilâtı ile Spor Teşkilâtı mı, yoksa şike teklifi alan kulübün yöneticileri ve futbolcuları mı? Bu zamanlama tespiti çok önemli, yumağın çözülmesi buraya bağlı; gazeteci olarak araştırın ve ipin ucunu bulun bakalım!.." Hımmm!.. Anlaşılıyor ki, "gene" böylesine "önemli" bir olayda "eksik gazetecilik yapmışız!.." Trabzon'daki, Ankara'daki ve İstanbul'daki arkadaşlarımız başta, resmen ve alenen "iki seksen atlamışız!." Hâlâ da atlamaya devam ediyoruz!. Oh, ne âlâ!.. Kupadan kalanlar!.. Hagi, Trabzonspor maçında "kolay bir golü kaçıran Ribery'yi oyundan almakla büyük hata yaptı"; ama "penaltılar" onu kurtardı; Ribery'nin yerine oyuna sürdüğü Sabri'nin penaltı kaçırmasına rağmen!.. Hagi, gibi "bir duran top" büyücüsünün, Galatasaray'a "duran toplardan gol kazandıramamasındaki çelişki", çözüşmesi mümkün olamayan bir denkleme benziyor ve insan inanamıyor!. Maç boyu Galatasaraylılar'ın yaptığı "40 ve belki daha fazla yan orta var"; biri beraberlik golünün başlangıcı olan iki pozisyon hariç "gol fırsatı" bile yok; Trabzon defansı ve kalecisi "bunları armut gibi toplamış". Hagi, meselâ bu ortaların çoğunu yapan ve adeta maç boyu kaleci çalıştıran Ergün'e "Ne yapıyorsun arkadaş"diyeceğine, "Ersun Yanal, Ergün'ü niye milli takıma almıyor" diye soruyor; enteresan!.. Şenol Güneş'in yapacağı pek fazla bir şey yoktu; "Gökdeniz ve Erdinç'in olmaması", kulübesi fakir bir takım için, "elin kolun bağlanması" demek!.. Gene de "iyi savaştılar", "kalecilerinin Galatasaray'a ikramı olmasa", hatta "pek hak etmedikleri hâlde" finale de çıkacaklardı; olmadı!. Hakem "İsmet Arzuman'ın yönetimi ile, ertesi günkü Selçuk Dereli'nin yönetimi", oyuna, pozisyonlara ve takımlara bakış açısı itibariyle "birebirine çok benziyordu!." İsmet Arzuman göklere çıkarılırken, Selçuk Dereli yerden yere vuruldu!. Demek ki; "Galatasaray'a büyük muamelesi yapmayan hakem" çok başarılı, "Fenerbahçe'ye büyük muamelesi yapmayan hakem" ise çok başarısız!.. "Tarafsız" spor medyamızın "çifte standardı" müthiş görüntülerle devam ediyor!. Ben gözlemci değilim ama "iki hakemi" de, zaman zaman "yaptıkları hatalara ve faul ve kart taktirlerindeki yanlış birkaç yoruma rağmen", iyi buldum, cesur buldum, notlarını da "yüksek" tuttum!.. Daum, "17. dakikada 10 kişi kalan" bir takımın teknik direktörü olarak, hem de "iyi oynayan, savaşan, tur atlamak için her şeyi yapan" bir rakip önünde, "soğukkanlılığını bozmadı, paniklemedi"; yıldızlarına güvendi ve zor da olsa kazandı!. Ümit'in ve Luciano'nun "böyle telafisi olmayan bir maçta yaptıkları yanlış" affedilir cinsten değildi!. Bakalım, "Levent Bıçakçı Federasyonu'nun anlı şanlı kurulları" ne yapacaklar; zira işin içinde "küfür" var, "hakemlere söylenen sözler" var!.. Asıl önemlisi; bakalım "aynı federasyon, aynı kurullar", Denizli maçında olanlardan sonra Fenerbahçe'yi gene "para cezası ile" kurtaracaklar mı? Bir çift sözüm de Giray Bulak'a: "Ömer Rıza" adlı futbolcuya "sakatlanıp çıkana kadar" tahammül etmek için "herhalde" teknik adam olmamak gerekirdi!. Rakip 10 kişi, sen de 10 kişi oynamak için ısrar ettin; hatta "10'dan da eksik"; zira arkadaşları "o oynuyor" diye ona verdikleri her pasın "heba olmasını, Fenerbahçe'ye ikram edilmesini" göre göre "moral kaybettiler", sinirlendiler; bir ara sen bile çileden çıktın; ama oyundan almadın, alamadın, sakatlanmasa oynamaya devam edecekti; bu nasıl iş?.. Onun "affedilmez" hatalarını seyrederken, hep şunu düşündüm: "Denizli'deki lig maçının müthiş oyuncusu", acaba "o maçtan sonra Fenerbahçe'den transfer teklifi aldı" da mı, "psikolojik olarak baskı altına girip", böylesine kötü bir futbolla takımını 10 kişi oynamaya mahkûm etti?