Sabır; işte bütün mesele!..

A -
A +

"Hagi bu işi yapamaz!." Neden? "Bursaspor... Rumen Milli Takımı... hık... mık... Yapamaz işte..." Ah şu acûlluğumuz... Ah şu takıntılarımız... "Biraz" sabretmek, "biraz" beklemek her şeyi gösterecek... Yapacak mı, yapamayacak mı? "Biraz" beklenmedi; bugün bakıyorum "Ooo... Yapıyor" diyenler çoğunlukta... Dün "olumsuz" görüş açıklarken de "acûldular", bugün "olumlu" yazar ve söylerken de "acûllar!.." Ben ise "hâlâ" baştaki noktadayım: "Elbette yapacaktır... Onun futbol bilgisi, görgüsü, tecrübesi kimde var? Öyle büyük hocalarla çalıştı ki, her birinden bir parça bir şeyler almış olsa, kursa falan gitmesine gerek yok, başaracaktır" dediğim noktada!.. Evet "Galatasaray bugün, futbolunun üstüne koya koya iyi oynamaya başladı"; ama ben Hagi için "Evet işte görüyorsunuz başardı" demiyorum, diyemiyorum. "Bunu diyebilmem için" henüz çok erken!.. Yola çıktı ve epey de mesafe aldı ama, "başardı" diyebilmem için daha önünde "kat etmesi gereken" çok uzun bir yol var!. Bu yolu "zor da olsa geçeceğine" ve "yapamaz" diyenleri mahcup edeceğine inanıyorum!. Hagi'nin "en büyük şansı" ne yazık ki Fatih Terim'in bıraktığı "çok kötü mirastı!." "Birkaç akıllı ve mantıklı fırça darbesi" ile o mirasın "kötü görüntüleri" silinince, altından "aslında kötü olmayan" ama "kötü kullanılan" mirasın gerçek yüzü ortaya çıktı!. Ve Hagi'nin "asıl görevi" şimdi başladı; "Bu mirası zirveye taşımak!." Ben Hagi'yi ancak "bu şartı yerine getirirse" başarılı olmuş sayarım!. Yoksa, "iyi hem de çok iyi bir teknik direktör olacağından" hiç ama hiç şüphem yok!. Hele hele Galatasaray'ın ve Türk futbolunun yarınlarında olacak "gençleri" zamanında ve zemininde sahaya süreceğine de inancım tam!. O, "fetret devrinden normal düzene geçiş döneminin çalkantıları içinde" gençleri harcamak istemiyor, ezdirmek istemiyor!. "Galatasaray, gerçek Galatasaray olduğunda" onların birer-ikişer sahaya sürüleceğinden kimsenin şüphesi olmasın!. Hagi, "kendisinin geldiği dikenli yolları" çok iyi biliyor; "genç fidanların nasıl kolayca harcanıp", yok olacaklarını da biliyor!. Futbol acımasız bir spor... Tribünler de öyle... Hagi, "bu gençleri arenada aslanların önüne atmayacak!." Taa ki; "aslanlarla baş edeceklerine inandığı güne kadar!." Sonrası... O günler yakın!.. Bu nasıl bir adalet? Bıraktım diğerlerini "sadece" evet sadece "Ortega artı Alex" bu ülkenin kaç milyon dolarına mâl oldu? Beşiktaş ve Galatasaray "sadece" evet sadece son 2-3 yılda "onlarca milyon doları kimlere ödedi" ve bunlardan "ne fayda sağladı" ve "nasıl geriye yolladı?" Sonra da "bu devlet" bu kulüplerin yüzlerce trilyonluk vergi borçlarını indirme yarışında... Bir defa... İki defa... Kaç defa?.. Bitmedi... Bir de "mükâfaten", nerede ise "nohut çekirdek" parasına arsa ve stat tahsisleri... Sonuç... Sonuç ortada... Türk futbolu gün be gün geriliyor!.. "Maç naklen yayınlarından da aslan payını alan" Üç Büyüklere karşı, "TRT'nin Stadyum'una bile alınmayan, ancak yan sahada oynamalarına izin verilen" Anadolu Kulüpleri gün be gün kan kaybediyor; "ara açılıyor"; son seçimle "Federasyona da el koyan" İstanbul Dükâlığı har vurup harman savurmaya daha rahat devam ederken, "hesap verecek yerde" bir de "devlet tarafından" ödüllendiriliyor!. Bu nasıl bir adalettir? Bu nasıl bir "Hep bana, Rabbena" sistemidir? Şeref tribünlerine "mafya babalarının tahsis ettiği korumalarla gelen" kulüp başkan ve yöneticilerine bile "dönüp bakamayan" bir sistemde "böyle işletilen" bir adalete "aslında" şaşmamak gerek ama... Biz nedense hâlâ "ümit içinde" ve saf saf şaşıyoruz!.. Şaşmaya da devam edeceğiz!. Trabzon'a yakışmıyor!.. İstanbul'un 3 Büyükleri'nden "yeniden şampiyonluğu alacağına inanılan" ve bu sebeple bütün Anadolu'nun üzerine titrediği Trabzonspor'un yöneticisi de, teknik direktörü de, futbolcusu da, taraftarı da "bu sevgiye ve desteğe" lâyık olmalı!.. Değil "çirkin hareketler", ağızlardan çıkacak sözler bile dikkat ve hassasiyet süzgeçinden geçirilmeli... Trabzonspor'un basın sözcüsü "Hakemler, Galatasaray'ın yüzüncü yıl kutlamalarından etkilenmemeli" derken, "tribünlere bomba koyduğunu" anlayabilmeli!. Haftanın en kritik maçında, Trabzon'daki tribünleri "hakem aleyhine germek için" bilmem ki, "başka ne yapılabilirdi?" Bu nasıl yöneticiliktir, bu nasıl basın sözcülüğüdür? Yoksa Trabzonspor'un basın sözcüsü, "Trabzonspor'un sözcülüğüne değil de, fanatik futbol medyasının fanatik yorumcularına benzemeye mi soyunmuştur?" Trabzonspor'un ve milli takımın göz bebeği Gökdeniz de "1-1 berabere biten" maçtan sonra, "Ankarasporlular 5 hafta sonra bakalım bize oynadıklarını futbolu Fenerbahçe'ye oynayacaklar mı" diye sorarken, lâfın nerelere kadar gidebileceğini hesaplamalıydı!. Ankaraspor'da oynayan bütün futbolcuların "en az kendisi kadar onurlu ve dürüst olduğunu" hiç ama hiç unutmamalı ve "profesyonel bir futbolcu" olarak kendisinin de yarınlarda "Ankaraspor forması ile Trabzonspor'a karşı oynayabileceğini" düşünmeliydi!.. Bu sözler "Trabzonspor'a yakışmıyor!." Temenni edelim ki, tekrarlanmasın! Aynı günlerde teknik direktör Ziya Doğan'ın söylediği sözler de ortada!.. Sportmenliğin anıt adamı" olmaya devam ediyor, Ziya Hoca!.. Kutluyorum!.. Atletizme başkan aranıyor! Mehmet Yurdadön "bu işi beceremedi!." Her şeyi ama her şeyi yüzüne gözüne bulaştırdı!. Sadece "lâf üretti"; perişan oldu!. Hâlâ ne yaptığını bilmez bir hâlde "Süreyya olayı peşinde koşturuyor"; bir söylediği bir söylediğini tutmuyor!. Spor teşkilâtının en tepelerinden tutun da, atletizm camiasının her tarafında "Mehmet Yurdadön'e nasıl inandık, güvendik" tartışmaları yapılıyor ve "kaybedilen zamana, madalyalara üzülünüyor!." Ve... Yaklaşan federasyon seçimlerinde "Atletizm Federasyonu Başkanlığı koltuğunu dolduracak" bir isim aranıyor!. Ben de açık açık yazıyorum: Ey atletizm severler... Ey atletizmin sevdalıları... Ey Cüneyt Koryürek'ler... Hıncal Uluç'lar... Nejat Kök'ler... Kenan Onuk'lar... Ve diğerleri... Ve hepimiz... Eğer "yarınlardan şikâyet etmek istemiyorsak"; bugünden "o koltuğu hakkı ile dolduracak" ve Türk atletizmini düştüğü perişanlık çukurundan çıkarak "bir adayı ortaya çıkarmamız" ve seçilmesine yardım etmemiz gerek!. Haydi göreve!.. Ankara'dan özür, ya İzmir? "İzmir'e ve Ege'ye her yıl milyonlarca dolar ve on binlerce turist çekecek olan" Formula 1'in yerinin "İstanbul - İzmir - Antalya arasında yapılacak seçimle belirlenmesi yarışında" kılını kıpırdatmayan, zamanın İzmir Valisi Alaaddin Yüksel ve Ege Sanayicileri ve İşadamları Derneği ile İzmir medyası çırpınırken dönüp bakmayan bir Büyükşehir Belediye Başkanı vardı. "Hiçbir sportif ve medyatik önemi kalmayan" ve "gelir getirmeyecek, buna karşılık çok büyük paralar götürecek" ve "bir defa yapılacak" bir Üniversite Oyunları'nı, hem de "Ben aldım, oldu" emrivakisi ile İzmir'e taşıyan ve belediyesi yüzlerce trilyon lira borç içinde olan bir Belediye Başkanı idi o!.. "Beklenmedik" bir zamanda aramızdan ayrıldı ve yerine, "Bornova Belediye Başkanı olan" Aziz Kocaoğlu, CHP İzmir İl Başkanı Alaaddin Yüksel'in adayı olarak ve onun büyük desteği ile seçildi. (Bu Alaaddin Yüksel'in, Vali Alaaddin Yüksel ile hiçbir ilgisi yok.) İşte bu "yeni" başkan, "Selefinin cenazesinin başında" bütün İzmirliler'e "Onun izinden ayrılmayacağım, bütün projelerine sahip çıkacağım" sözünü verdiği halde, daha "dün bir bugün iki" bu sözünden caydı ve "Üniversite Oyunları'nı hükümetin ve onun atadığı bir siyasi kayyumun emrine verdi; hem de yalvar yakar!." Geçen hafta bu sütunlarda "Üniversite Oyunları'nda skandal" başlığı ile yazdığım yazıda, "Ankara'nın günahını almışım!." Birkaç telefon konuşmasından sonra, öğrendim ki... Meğer Ankara, yani konunun hükümet ve spor teşkilatı kanadı, hem de "en üst seviyede" İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı'na "Bu konu hükümet işi değildir, bu İzmir'in işidir. Hiç korkmayın, biz her türlü desteği vereceğiz, para ise para, mevzuatsa mevzuat... Salonu da yetiştiririz, diğer eksikleri de... Bu işin patronluğunu devretmeyin!... Merkezi yönetimin yetki ve sorumluluklarını mahalli idarelere devretmek için reform mahiyetinde ve radikal tasarılar hazırlayan bir iktidar döneminde, böyle bir sportif organizasyonun yönetimi Ankara'ya devredilirse yanlış olur. Büyük eleştiriler alırsınız, başınız ağrır, onun için siz devam edin" demiş... "Israrla" organizasyonun İzmir Büyükşehir Belediyesi'nde kalmasını istemiş... Ama Aziz Kocaoğlu "adeta yalvar yakar" bu sorumluluğu bir an önce "Ankara'ya devretmek için" ricacı olmuş ve olayı bağlamış... Olaya "siyaseti katan ve bir siyasinin kayyum gibi atanmasını rica minnet ve ısrarla isteyen" meğer İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı imiş.. Hatta "Böyle bir tayinin İzmir'de çok olumsuz tepkiler ortaya çıkarabileceği" uyarısı yapılırken, Başkan "Kimse bir şey söyleyemez, bu işin başına Taha Aksoy gelsin" demiş... CHP'den gelebilecek tepkilerden de çekinilmiş ama onu da "eski spor bakanımız" sevgili dost Fikret Ünlü halletmiş... Ve işlem tamam!.. İzmir'de yaşayan bir vatandaş ve bir spor yazarı olarak, "kayyum atamasında" günahlarını aldığım için "Ankara'dan ve işe adeta havuza zorla itilerek çar naçar katılan Ankaralı yetkililerden özür diliyorum!." Ve geliyorum İzmir'e... Vah benim, İzmir'im.. Seni kimler yönetiyor? Ve daha ne kadar yönetecek? Merak ettiğim bir konu kaldı: "Kayyumluğa atanan kişiyi kim buldu?" Yoksa, onu da mı, Aziz Kocaoğlu buldu?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.