Hiç kimsenin beklemediği, aklına bile getirmediği "dramatik" bir olayla karşı karşıyayız!.. Letonya'yı yenemedik ve Portekiz yolculuğundan düştük!.. Maçın bittiği andan itibaren bakıyorum, spor medyamızda "idam sehpaları kuruldu" ve "isim isim infazlar yapılıyor!.." Üstelik "seçerek" yapılıyor!.. Bir "üstelik" daha; "bu dramatik olayda", araştırması, soruşturması yapılmadan, savunmaları bile alınmadan sadece ve sadece bazıları için "suçlu", bazıları için de "suçsuz" denilerek, "belirli isimlerin kelleleri alınıyor!.." Kim bunlar? Futbol Milli Takım tarihimizin "en başarılı" teknik adamı ile, "Milli Takım'ı başarıdan başarıya koşturan" kadronun iskeletini teşkil eden futbolcular!.. Bazılarımızın "Avrupa'nın, hatta dünyanın en güçlü takımı" olarak ilân ettiğimiz ay-yıldızlı ekibin yıldızları!.. Elbette, "takımın gençleştirilmesi" tezini savunmak isteyebilirsiniz!.. Elbette, "bu ekip başarıya doydu, heyecanını kaybetti" diye düşünebilirsiniz!.. Elbette ve hatta "tepeden tırnağa bir değişimin yapılmasını" da önerebilirsiniz!.. Ama... Bunun da bir söyleniş şekli, bir üslûbu olmalı, seviyeli olmalı, kırıcı olmamalı, "insanın en güzel vasıflarından biri" olan "vefa" duygusuna saygı gösterildiğini göstermeli ve bu güzel hasletin gereği yapılmalı!.. Her şeylerini vererek oynayan bir Bülent'in hatasını ön plâna çıkarıp, Deniz'inkini saklamak, "gol atan ve bir enfes şutu da direkten dönen" Hakan için "ne yaptı, bunlar dışında sahada yoktu" derken, İlhan'ın ondan farkının ne olduğunu ortaya koyamamak ve hatta "ondan daha kötü olduğunu" görememek, Letonya'da "Takımında oynayan Ümit Davala'yı takıma koymuyorsun, takımında oynamayan Okan'ı oynatıyorsun" diye sert ve yaygın şekilde eleştirdikten sonra bu defa da "Neden Ümit Davala'yı oynattın?" diyerek Şenol Hoca'yı yerden yere vurmak, bilmem ki hangi üslûbun, mantığın, aklın gereğidir ve kime ne kazandırır? Bu çelişkileri, bu "komik ama üzücü" sözde analizleri bir yana bırakarak şunu söylemek istiyorum: Bu dramatik sonda, "buzlu sahadan, milli maçta Beşiktaş - Fenerbahçe kavgası yapan" seyircimize, gereksiz yere kart cezalısı durumuna düşen Rüştü'den oyuna girdikten sonra beş-on dakika parlayıp sönen Gökdeniz'e kadar asıl ve yedek bütün futbolcularımızın, teknik adamlarımızın payı var, rolü var; kiminin az, kiminin çok!.. Ama "çok payı olan" bir kesim daha var; bizler, yani spor medyası!.. Bu takımı gere gere, bu takımda oynayan bir çok futbolcunun moralini boza boza, "hocalarımızı hocalıktan çıkara çıkara" ve nihayet "ilk maçtan sonra" 4 gün bile sabredemeyip, maçtan bir gece önce bile Şenol Güneş'ten Hakan Şükür'e kadar ipe çekilmedik, "hain" denilmedik kimse bırakmaya bırakmaya, sonunda yıllardır istediğimiz ve beklediğimiz sona ulaştık; "Go home Güneş... Go home Hakan!... Go home bunca başarıya imza atmış 'ihtiyar' futbolcular... Go home!.." "Türkçesini yazmaktan utandığım için" İngilizcesi ile yetiniyorum, sevgili okurlarım, beni mazur görün ve affedin!. Şimdi sakin olmak zamanı!.. Bu yaygara, bu toz duman içinde "sağlıklı ve doğru kararlar alınamaz!.." Yangına körükle giden, yangının çıkmasını istediği gibi, sönmemesi için de elinden geleni ardına koymayan bir spor medyasının karanlığından kurtulunabilmesi için zaman gerek; akıllı ve mantıklı kararların alınabilmesi için de!.. Bu sebeple, "herkes" soğukkanlı bir şekilde "oturduğu yerde oturmalı"; alınacak bir karar varsa, bugünler geçtikten, sular durulduktan sonra alınmalıdır!.. Elbette, her başarısızlık gibi "bu başarısızlığın da bir faturası olacak" ve bu fatura "birilerine kesilecektir!.." Teknik adam olarak da, futbolcu olarak da, hatta federasyon olarak da!.. Bu fatura "ne kadarlık olabilir"; onu bekleyip göreceğiz!.. Ama önce beklemeyi ve sabretmeyi bilmemiz gerek; aceleye lüzûm yok!.. Zira gelecek sezona kadar, "resmi milli maç yok!.."