Bazıları, hâlâ "Şenol Güneş, Dünya Kupası Finalleri'nde Türk Milli Takımı'nın yükünü kaldıramaz" demeye ve "teknik kadronun değiştirilmesini", bu olmazsa "teknik kadronun başına karizmatik bir teknik adamın şu veya bu ad adı altında getirilmesini" istemeye devam ediyorlar. Bunların başında da sevgili kardeşim Hıncal Uluç geliyor!.. Her fikre saygılı olduğum gibi, onun da düşüncesine saygılıyım!.. Ama "şu cümleleri kabul etmem" mümkün değil: "Şenol Güneş - Ünal Karaman ekibi sizce Dünya Kupasını taşıyacak deneyime, bilgiye sahip mi? Kamuoyu ve futbolcular bu ikiliye yürekten inanıyor ve 'Bizi zafere taşırlar' diyorlar mı? Hayır kimse demiyor... Diyenlerin ya başka hesapları var ya da iki yüzlüler... ... Şimdi bu tarihi fırsatı, aptalca bir duygusallık yüzünden kaçıracak mıyız? Ya da inançsızlık...'Şenol'la gidelim' diyenlerin yüzde 90'ının gerekçesi bu... 'Nasılsa bir şey yapamayız, o zaman Şenol gitsin, fark etmez.." Ve... Sevgili kardeşim, "bu düşüncelerle" Almanya için "Beckenbauer örneğini" verip, Brezilya'da yapılan iki uygulamayı da hatırlatarak "Şenol Güneş teknik direktör - Ünal Karaman antrenör ve Fatih Terim ekip şefi olsun" teklifini yapıyor!.. Teklifini tartışacağım ama "önce" Şenol Güneş'e inanan bir spor yazarı olarak "beni de içine alan" iddialarına karşı bir çift sözüm var: "Kamuoyunun ne düşünüp düşünmediğini" şu anda "tam olarak" ne sevgili Hıncal bilebilir, ne de ben, ne de bir başkası... Ama "bazı gazetelerin" internette yaptıkları kamuoyu anketlerinde "Şenol Güneş'in Fatih Terim'den fazla oy aldığını ve Güneş'e güven duyan çok sayıda insan olduğunu biliyorum!.." Futbolcuların ise hocalarına güven ve inançlarının tam olduğunu da biliyorum. Ayrıca, Şenol Güneş'e inanan benim, "başka bir hesabım" yok!.. "İki yüzlü" hiç değilim!.. Ve... Açıkça ilân ettim, yazıp geldim, devam ediyorum; Şenol Güneş'in Dünya Kupası Finalleri'nde başarılı olacağına "yürekten inanıyorum!." Duygusal hiç değilim: Güneş'in, Türk Milli Takımı'nı "Avrupa Kupası Finalleri'ne götürüp" tek gol atamadan ve tek puan alamadan dönen bir teknik direktörden "daha başarılı olacağına inancım" tam!.. Onun bilgisine de, hocalığına da güveniyorum!.. Sevgili Hıncal'ın "Şenol Hoca için kullandığı üslubu kullansam" pek alâ şöyle diyebilirdim: "Fiorentina'da ve Milan'da dikiş tutturamamış bir teknik adamın, Türk Milli Takımı'nın başında işi ne?" Ya da şöyle yazabilirdim; "eleştiriye tahammülsüz, imparator olduğuna inanacak kadar narsizm histerisi içinde, 'ben... ben... ben...' diyen, geçinilmesi çok zor" bir teknik adamın, "kendi yardımcılarını bile ne hale düşürdüğü ortada iken", Milli Takımın Teknik Direktörü ve o teknik direktörün ekibi ile "uyumlu çalışacağına inanmak" hayal gücünü zorlayan bir "romantiklik olmaz mı?" Ama ben, bunların yerine "başka şey" üzerinde duracağım, asıl konu şu: Ne Türkiye Almanya'dır, ne Türk insanı Alman!.. Hele hele Fatih Terim, "bir Beckenbauer hiç değildir!.." Onun için "Beckenbauer formülü", Türkiye'de ve Türk Milli Takımı'nda ne işler, ne de denenebilir!.. Bu sebeple "bu formülü" Terim de kabul etmez, Şenol Güneş de!.. Brezilya örneğindeki "Danışmanlık" formülü ise, Türkiye'de "danışmanlığın aslında danışmama üzerine kurulduğu" yaşayıp gelerek çok iyi öğrendiğimiz için, bize göre, "uygulanabilirlik ihtimali çok az olan" bir öneri olarak kalacaktır. Ayrıca, "danışmanlık konusunda" Şenol Hoca'nın "fikir alış verişi yapabileceği" çok bilgili hocalar, Federasyon kurullarında vardır; Metin Türel hoca gibi... Gündüz Tekin Onay hoca gibi... Ve "tabii", Şenol Hoca'nın "gerekli gördüğü zaman ve zeminlerde" Terim'e de, Denizli'ye de ve diğer hocalarımıza da "futbolcularımız ve rakiplerimiz konusunda danışma hakkı vardır" ve "bu düzenlemeyi Hocamız yapabilir!." Sanıyorum, zaman zaman yapacaktır da!.. Ve gene sanıyorum ki, "bu tip toplantıları ya da baş başa görüşmeleri", futbolu bilen, rakiplerimizi, milli takımımızı ve futbolcularımızı yakından tanıyan ve izleyen "spor yazarları" ile de yapacak, onların da fikirlerini alacaktır!. Bu arada "altını çizmem" gerek; ben "Nasılsa başarılı olamayız, kim gitse fark etmez" diye hiç düşünmedim!.. Aksine, Şenol Güneş ile, Terim'den de, Denizli'den de öteye gidecektir, milli takım; buna inanıyorum!.. Ama, Şenol Güneş'i ve ekibini "böyle hırpalamaya devam edersek", ondan da öteye futbolcuların beynini "Hocanıza güvenmeyin ha... O bir hiçtir" düşüncesiyle yıkamayı sürdürürsek, üzülerek ifade edeyim ki; "Milli Takımız, grubunda sonuncu olursa hiç şaşmam!.." Sevgili kardeşim Hıncal Uluç başta olmak üzere "Güneş'e inanmayanlar", bu inançsızlıklarını bir kampanya halinde sürdürmeye devam ederlerse, biline ki biz de "bir başarısızlık halinde", kendilerini "bu başarısızlığın baş sorumluları olarak" ilân edeceğiz!. Olmayacak dualara "amin" demeye devam edenler, lütfen "artık hocamızı ve milli takımımızı rahat bırakınlar" da, onların kafaları salim olsun!. "Başarı için her yol mübahtır" gibi bir düşünceyi hatırlatan görüşler, aklıma "Makyavelli'yi getirmeye başladı!.." Siyasette olabilir ama, sporda Makyavelli'nin işi ne? Teklif!.. Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, kulübü müesseseleştirmek ve modernleştirmek için büyük işler yapıyor... Tesisler... Güzel bir stat... Paraysa para... Pulsa pul... Koşturmaksa... Koşturmak... Fenerbahçe için yok, yok!.. Hatta, "vergi rekortmenleri listesinde adı görülmemesine rağmen", çok rekortmenin elini cebine atamadığı zamanlarda ve dönemlerde "onlarca milyon doları gözünü kırpmadan" Fenerbahçe'nin emrine veriyor, verebiliyor!.. Amma... "Böyle bir başkan", iş sporun yönetimine gelince, gaf üstüne gaf yapıyor... Spor yazarlarına karşı aldığı tavırdan, söylediği sözlere, rakiplerle ilgili "sorumsuz beyanlarına kadar" ağzını her açışta çam deviriyor!. Bunu önlemek için bir teklifim var; Fenerbahçeliler tüzüklerini değiştirerek "iki başkanlı bir sistem getirsinler!.." Yıldırım "idari ve mali başkan" olarak devam etsin, "sportif başkanlığına" ise, mesela "Ali Şen gibi" gafı ve çam devirmesi zaman zaman olan, ama "az olan" bir Fenerbahçeli'yi getirsinler!.. İşte o zaman Fenerbahçe, hedeflenen "Dünya Kulübü olma" yolunda "şart gibi görünen" bir adımı atmış olur!.. Yoksa, Aziz Yıldırım, Fenerbahçe'yi "gaflarla ve çamlarla" Dünya Kulübü yapamaz!.. Bizden hatırlatması!.. Büyük iş!.. Aldığı Fatih Akyel'den ne derece yararlanabilir, bilmem.. Ama, Fenerbahçe Okan ve Nouma'yı "alabilirse", iyi iş, ne iyi işi, "büyük iş yapmış olur!.." Nouma da, Okan da Fenerbahçe'nın "en büyük eksiğini kapatacak" iki oyuncudur!. "Problemlidirler" ama, Denizli "bu tip oyunculara bayılır ve onları oynatmayı çok iyi bilir, onlardan azami verimi alır!.." Hakan Şükür olayına gelince; "Gelebilirim" demesine rağmen, "son kapı olarak ortaya çıkmadan" O'nun Fenerbahçe'ye getirilebileceğine inanmam pek mümkün değil!. Bu sözleriyle Galatasaraylılar'a göz dağı veriyor, hem de "ne olur ne olmaz" diye "son çareye açık bir kapı bırakıyor!.." Fenerbahçe, O'nun için İnter'in istediği parayı veremez bir, Hakan'ın gönlü Avrupa'da kalmaktan yana; Türkiye'ye bu yıllarda "çaresiz kalmazsa gelmez", bu iki!.. Hakan Şükür, Dünya Kupası Finalleri'ni bekleyecek ve "orada yapacağı sükse ile" İnter'den "bir başka büyük Avrupa takımına gidecektir!.." Asgarisinden "böyle" düşünerek, "bir Avrupa kulübüne gitmezse", İnter'i terk etmeyecektir!. Hıımmm; geriye kalıyor "Hakan'ın kiralanması!.." Bu ihtimal var; ama "devamlılık arz etmeyecek" bir transfer döneminde "kiralanarak oynayacağı bir devrelik lig için" Hakan'ın "Avrupa'dan ayrılacağına ve Galatasaraylılık kariyerine gölge düşüreceğine" pek ihtimal vermiyorum. O, bunu düşünecek kadar akıllıdır!. Komedi!.. Nihat olayı, "büyük kulüplerimiz dahil" futbolumuzun "nasıl amatörler elinde kaldığını" çok iyi gösteriyor!.. Koca Beşiktaş'ın "iddialı yönetimi", aylardan beri Nihat'ı satarak, "ondan alacağı para ile" hem futbolcuların alacaklarını ödemek, hem de "takımda eksikliği hissedilen bir-iki futbolcuyu transfer etmek" istiyordu!. Nihat'ın gönlü olmadığından, "onu ikna etmek için" haftalarca dil döküldü, adeta yalvarıldı!. Üstelik "işin acil olduğunu" da ortada; zira yönetim kıvranıyordu!. Neyse tam "iş oldu" denirken, bir de bakıldı ki; "Nihat'ın dizinde meniskus yırtığı var!." "Sakat" diye Fenerbahçe maçında oynatılmayan, hem de "hafta içinde atacağı imza ile Beşiktaş'ın kasasına 6 milyon dolar sokacak olan" bir futbolcuya dönüp de "neyin var" diye sormayan ve "onu doktorlara muayene ettirmeyen" bir yönetime, bilmem ki ne denir? Aksi halde, koca Beşiktaş'ın, Nihat'ın "menisküs olduğu biline biline, İspanya'ya gönderilip, sakatlığın orada meydana çıkmayacağını düşünecek kadar saf insanların elinde olduğunu" düşünmemiz gerekir ki; böyle bir şeyi düşünmek bile istemiyoruz!. Şimdi bekle bakalım bekle; Nihat iyileşecek de, gidecek de, imza atacak da, para gelecek de, Beşiktaşlı futbolcuların alacakları ödenecek de, yeni oyuncular alınacak da, onlar takımla tanışıp alışacak da, form tutacak da, oynayacak da... Beşiktaş şampiyon olacak!.. Ne yönetim ama?.. Yazık bu takıma!.. Çok açık yazayım; "yağlama-yıkama takımı", Galatasaray'ı "övme yarışında öylesine ileriye gitti" ki, bize, Barcelona'da, Barcelona ile "berabere kalan" takım için "övme bakımından" yazacak bir şey kalmadı!. Bu "yıkama-yağlama ameliyesi sırasında, öyle bir pasta-cila da yaptılar" ki, pastanın, cilanın altında kalan "çürümeye yüz tutmuş" yara-bereleri de gözlerden kaçırdılar! Bizim görevimiz, "yıkama-yağlama değil!.." Pasta-cila ile de işimiz yok!. Biz spor yazarıyız ve onun için görevimizi, "çok kişi kızsa" da yapmaya devam edeceğiz:!. Nou Camp'tan "puan çıkaran ilk Türk takımı olması", Galatasaray'ın eksiklerini, yanlışlarını, hatalarını gözlerden kaçırmamalı!.. "Profesyonel futbol aptallığı" sayılacak hareket ve tavırlarla "art arda kart gören" futbolcuların ve "bunları seyretmeye devam eden" bir teknik adamın, Galatasaray'a bugüne kadar "nelere mal olduğunun ve bundan sonra da olacağının" hesapları yapılmalı ve ortaya konmalı!. "Dünya takımı ya da Dünya Kulübü olmanın gerekleri" yerine getirilmezse, "Abdürrahim Albayrak amatörlüğü içinde", her yapanın yanına "yaptığı kâr olarak bırakılıp", gereken cezalar verilmezse, yarın ne olacaktır? "3 sarı kart 6'ya, 2 kırmızı kart 4'e çıkabilecek" ve "en kritik maçlarda takım 7-8 kişi kalabileceği gibi", çok maçta da "kilit oyuncular" tribünlerde oturacaktır!.. Ne diyor, "yerinde oturamayan" Albayrak? "Onlara ceza meza vermeyeceğiz!.." Galatasaray gibi bir kulüpte de yöneticiler, ilkeleri unutur, duygusallık içinde, "kulübü babalarının çiftliği zannederek, öyle davranırlarsa", elbette Lucescu da "böylesine bir memur zihniyetiyle futbolculara taviz üstüne taviz verecek" ve futbolcular da "kendilerini yozlaşmış yeniçeri ocağında farz ederek, kafalarına eseni yapmayı sürdüreceklerdir!." İşte bu yüzden, Barcelona maçında "büyük işler yapabilecek" Hasan cezalı olarak oynayamamıştır. (Hoş cezalı olmasa da kendini oynayamayacak duruma düşürmüştü ya!..) Şimdi, Capone ve K.Hakan Liverpool maçında oynayamayacaklar, Ümit gibiler "lüzumsuz gördükleri kartlar" yüzünden bir başka önemli maçta kenarda oturacaklar!.. Neden? Yönetimdeki "amatör kafalar" yüzünden!. Bir takımda disiplinin ve disiplin sağlamanın "taktikten de, tertipten de önce geldiğini" ve Galatasaray'daki "en büyük eksikliğin de bu olduğunu", Barcelona karşılaşması, "en kalın kafalara dank edecek şekilde" ortaya koymuştur!. Ama "iki yıldır" Lucescu adlı ve namlı "dahi teknik direktör", bir türlü takımda "disiplinin d'sini kuramamış" ve Galatasaray "futbolcuya dayalı bir düzenin esiri olmuştur!" O Lucescu, bir Overmars'a tedbir alamamış, Roma maçında da, Barcelona maçında da "takımın yorulan ve dağılan oyuncularını değiştirmekte geç kalmış", Bülent Akın'ın "zavallı futboluna kendini ve takımı teslim etmiş", ama asıl "çok başka bir konuda" sarı-kırmızılı ekibi "dibe vurdurmanın yolunu açmıştır!.." Durmadan "hakemler Galatasaray'ı küçük takım görüyorlar" diyerek futbolcuları "hakemler aleyhine doldurmuş" ve "hakeme tavır koymak ve itirazlar sebebiyle görülen kartların bir numaralı sorumlusu haline gelmiştir!." Sanki, "UEFA'nın hakemleriyle UEFA Kupası'nı ve Süper Kupa'yı bu takım almamış, aynı hakemlerle Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finallere çıkmamış" gibi!.. Takıma verdiği taktik ve kurduğu tertip itibariyle "Biz küçük takımız, rakiplerimiz çok güçlü... Önce yenilmeyelim, sonrası Allah Kerim" zihniyetinde olduğunu defalarca göstermiş, Galatasaraylı futbolcuların çoğunu da bu havaya sokmuştur!. "2-0 galip durumda bitirilen ilk devreden sonra", futbolcularına "bir büyük takım hocası gibi" korkusuz oynamayı öğütleyeceğine, "Onlar gol atmak için üzerimize gelip, defans tedbirlerini bırakarak oyunu riske edecekler. Akıllı oynarsak, onların bu zaafından istifade ederek 3 üncü, 4 üncü golleri atabiliriz" diyeceğine, "o gollerin yollarını göstereceğine", tam tersine "Aman çocuklar ilk 10 dakika gol yemeyelim, yoksa her şey tehlikeye girer" ikazını yaparak, "küçük takımın korkak hocası olduğunu gösterme gayretine düşmüş", Galatasaray sonunda beraberliğe bile razı olacak hale gelmiştir!.. İkinci yarının başında yenen gol, "bu yüzden" takımı paniğe ve strese sokmuş, bunun sonucu "kartlar" ve beraberlik golü "hemen" gelmiştir!.. Dua edelim ki, "çok formsuz Barcelona", 10 kişilik Galatasaray önünde "daha öteye gidecek" gayreti ve başarıyı gösterememiştir!.. "Birileri" hâlâ bu hocayı göklere çıkarıyorlar!.. "Birileri" de "sorumsuz futbolcuları" korumaya devam ediyorlar!.. Yazık bu takıma... Yazık "UEFA Kupası'nı ve Süper Kupa'yı almış bu kulübe!.." Nasıl bir zihniyetin elinde kaldığı ortada!.. Vah ki, ne vah!.. Artık öğrenmemiz gerek!.. Hâlâ "saf saf" Barcelona maçında hakemin Capone'u neden attığını tartışıyoruz!. Hocaları Lucescu da, Galatasaraylı futbolcular da, bunca "Avrupa tecrübelerine rağmen" öğrenememişler!.. Yıllar önce "İngiltere'deki 2-2'lik Leeds maçını" bile hatırlayan yok!.. Popescu'ya karşı "sakatlayacak şekilde bir hareket yapan" Leedsli futbolcu da, hemen sonra sert bir harekete "teşebbüs eden" Emre de "doğrudan kırmızı kartla ihraç edilmişti!" TV'de defalarca izlemiştik ki, "iki olayda da sakatlanma ve hatta temas yoktu!.." Avrupa'da hakem uygulamaları hep bu yönde!.. İşte "bizim hakem yorumcularımız" bir türlü bu gerçeği anlamak istemiyorlar: FIFA ve UEFA hakem uygulama ve yorumlarında "temas olup, sakatlık geldikten sonra ne ceza verirsen ver, sakatlanan futbolcunun sağlığını, futbol oynamasını ve ekmek parasını sağlayabiliyor musun? Hayır... Onun için hakemin görevi ve saha içi yorumu, futbolcuların rakibi sakatlayacak hareketlerini önlemek, önleyemiyorsa en aza indirmek olmalıdır; bunu sağlamak için de gereken kararları vermek zorundadır" demektedir!. Van Basten sakatlanıp, futbolu bıraktıktan, Ronaldo yıllarca futbol oynayamadıktan sonra, "bunu yapan ve adları sanları unutulan futbolculara 2 maç, 4 maç, 10 maç ceza verilmiş neye yarar?" Ama "rakibi sakatlayacak harekete girişen futbolcunun kafasına", hareketi "teşebbüs halinde kalsa bile, topa dokunsa bile" oyundan ihraç edileceği sokulabilse, "hakem standardımızda ve yorumlarımızda bu birliktelik olsa", bakın bakalım sahalardaki "gaddar hareketlerin sayısı kaça inecektir?" Bu bir... İkincisi ve daha önemlisi, "Erman Hoca'nın bir türlü kabul etmediği bir uygulama oldu" Barcelona maçında!.. Capone'un oyundan atılması için "genel kanaat", düdük çaldıktan sonra "sert hareketi yaptığı için kırmızı kart gördü" şeklinde!.. Hayır... Hakem, FIFA'nın "yıldız futbolcuları koruyun" talimatını uyguladı: Capone'un şanssızlığı "biraz" da, biçtiği oyuncunun "Rivaldo olmasıydı!.." Bir saniye önce "Emre'nin top oyunda iken biçtiği futbolcunun adı Rivaldo değildi"; o atılmadı!. O futbolcu "Rivaldo olsa", büyük ihtimalle "Emre atılacaktı!." FIFA doğru düşünüyor, UEFA doğru düşünüyor; "Dünya futbolunda bugün kaç Rivaldo var? Ey hakem, onu sakatlandıktan sonra değil, sakatlanmadan koruyacaksın!." Yıllar yılı "Hakemlerin sahadaki yorumlarında, Hagi ve benzeri oyuncularla futbolcu Mehmet arasındaki farkı fark ettirmeleri gerektiği" yönündeki söz ve yazılarımız, "hakem yorumcularımızın FIFA'ya, UEFA'ya karşı çıkan" görüş, yazı ve sözleri sebebiyle hep ortada kaldı!. Barcelona maçında olanlar, "kimin haklı olduğunu" bir defa daha ortaya koydu!. Galatasaraylı futbolcular ve Lucescu "bu önemli farkı öğrenmemek için direnir ve bugünkü kafalarında giderlerse" başlarını daha çoook taşa vururlar!. Hakem, Capone'u atmakta "haksız değil, haklıdır!." Gösterdiği "diğer kartlar" da doğrudur!.. Aslında "idare edip göstermediği kartlara sevinmemiz gerek!.." Yoksa, "sarıdan başlayıp kırmızıya dönen bir-iki kartımız daha olabilirdi!.."