Spor, sadece "yarışma" değildir, "rekabet" değildir, "kazanmak" değildir!. Spor, ayni zamanda, "heyecandır, coşkudur, sevgidir, saygıdır, dostluktur, barıştır, kardeşliktir, dürüstlüktür, ahlâktır,temizliktir!.." Şu hâlimize bakın!.. Hem de, "eski" de değil, şu "birkaç aylık döneme" bir bakın!.. Şu, "3 - 5 günlük döneme" bir bakın!.. Halterimizde, "Olimpiyat ve Dünya Şampiyonlarımızın adlarının karıştığı", yeni "doping" iddialarına, "Dünya Antidoping Ajansı (WADA)'nın doping kontrolünden kaçtıklarına, yerlerine dublör soktuklarına" kadar varan iddialara bakın!. Bin türlü skandal ve doping rezaleti olduğu halde "yerinden kalkmayan" Kenan Nuhut'a ve "ona benzeyen" diğer bazı federasyon başkanlarına da, herkese "örnek olacak" bir hareketle, "Bunlar benim zamanımda oldu, sporcularımın doping kontrolüne girmesini bile sağlayamadım" diyerek istifa eden Halter Federasyonu Başkanı Hasan Akkuş'a ve O'nun "haklı istifasını kabul etmeyen" yetkililerimize bakın!.. "Fatih Terim neden oynatmadı, oynatsa Danimarka'yı yenerdik" diye eleştiriler yapılan, ama Ukrayna maçında oynatılan (Keşke oynatılmasaydı, Terim'in bence en büyük yanlışı buydu ve durumu en iyi bilenlerden biriydi), sahada, "haftalardır" olduğu şekilde, "Leyla gibi dolaştığı" için "ikinci yarıya çıkarılmayan" Gökdeniz'in etrafında dönen iddiaların ve ortaya çıkan skandalın ulaştığı, ulaşabileceği noktalara bakın!.. Trabzon'da "sokaktaki çocukların bile konuştuğu" bu konuda "ilgili herkes her şeyi bilirken", Gökdeniz'i "savunanların ve takıma koyanların" düştüğü duruma bakın!.. İnönü Stadı'nda Diyarbakırspor maçında cereyan eden "onca rezalete", üstüne üstlük binlerce kişinin "rakip" takıma "PKK dışarı" diye bağırmasına rağmen, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu'nun verdiği "en hafif" cezayı bile kabul etmeyen, eleştiren, hatta "tehdit" edenlere bakın!. Bakın... Bakın... Bakın da, "Sporumuz neden bu hâlde" kolaylıkla anlayın!.. "Aman savunalım... Aman kapatalım... Aman kapanmayacak hâlde ise iyice küçültelim. Önemsiz hâle getirelim... En az zararla kurtaralım. Çok çok bir - iki kişiyi feda edelim. Bu büyük kulüp. Bu büyük sporcu. Bu büyük teknik adam. Aman haaa..." diye diye bugünlere geldik!.. Sporun "önce ahlâk" olduğunu kabul etmedik!.. Şimdi şimdi "biraz uyanıyoruz!.." Uyanalım!.. Olayların üzerine "örtbas etmek için, küçültmek için" değil, "ne ise onu ortaya koymak ve yapanları en ağır şekilde cezalandırmak için" gidelim!.. Ucu nereye ve kime kadar varırsa varsın!.. Slogan; "Seyretme; üzerine git!. Koruma; cezalandır!.. Kiri temizle; sporu kurtar!." olmalı; başkaca yol yoktur!.. Etme, bulma!.. Hülya Avşar'ın "eşi tarafından aldatılması" ve başına gelenleri , "Ben şimdi kızım Zehra'ya bu durumu nasıl anlatacağım" feryatlarını her gün gazetelerde okuyor ve "doğrusu" ya üzülüyoruz!.. Ama, "ilâhi adalete de inanıyoruz!.." Bilmem ki, bir zamanlar "Tanju'nun eşi ve çocuğu" ne hâldeydi; Hülya Hanım "o zaman" hiç düşünmüş müydü acaba?. Haklı değil mi? Vay efendim, "Tümer, Danimarka maçında nasıl olur da 'Beni çıkar' dermiş ve Fatih Terim de, onu çıkarırmış!.." İşte bizde "anlı şanlı" ve de "Her şeyi en iyi bilirim" diyen, her yazısı "Ben. Ben. Ben..." ile dolu olan yazar - çizer takımımızın diline doladığı olay!.. "Sakatlıklar" sebebiyle "doğru dürüst hazırlık dönemi" geçiremeyen ve bu yüzden kendi takımında bile "sadece birkaç maç ancak birer devre oynayabilen" Tümer, "bu eleştirilere karşı" bakın ne diyor: "Danimarka maçında göbekte başladım, ön libero dediğimiz görevde. Ve ilk yarı çok iyi oynadım. Hayatımda kazanmadığım kadar da top kazandım. Danimarka maçındaki kadar hayatım boyunca koş madım. Ama öyle tuhaf medyamız var ki, bizim 85. dakikada artık nefes veremediğim anda değiştirilmemi istedim diye beni yerden yere vurdular. Çıkmak istedim çünkü 2-1 öndeydik. Belki rakibi kovalayamayacaktım. Yani tek kelimeyle artık bitmişim. İlk maçımı oynuyorum, hazırlık dönemi geçirmemişim. Bu kadar ağır tempo, yüksek tempolu bir maçta 'Lütfen beni değiştir' derken bile beni kötü eleştiren ve başka türlü düşünen yazarlarımız var. Artık ne olur herkes bundan sonra kalemine kağıdına, herşeyine dikkat etsin." "Masa başında ya da tribünde ahkâm kesen" bizler için, bilmem ki "saha içinden gelen bu ses" bir şey ifade ediyor mu? Gerets ve Hakan!.. Gazetelerde haberler; "Gerets'in kafası karışık; elinde Hakan var, Ümit var, Necati var, Hasan Kabze var; kimi oynatacak?. Kral'ın yeri bile garanti değil ve Kral sıkıntıda!.." Bakın ne diyor Gerets: "Hakan, çok büyük bir futbolcu. Onu eleştirmek için vicdan sahibi olmak lâzım. İşine son derece saygılı. Ben de ona saygı duyuyorum. Dünyanın en büyük futbolcuları bile gol kaçırır. Hakan gibi bir futbolcuya sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum!." Hakan "Milli Takım'a çağrılmadığı zaman" Türk Futbolu'nu yakından tanıyan Feldkamp da, Piontek de, hatta "rakiplerimizin hocaları" da "aynı şeyleri" söylemişlerdi!. Terim de "aynı" şeyleri söylüyor!.. Ama, bizim "takıntılara göre" Hakan Şükür yok olmalı!.. Püfff!.. "Gerçek" ortada!.. Gülüyorum!.. "En aklı başında" diye bildiğim "bazı" arkadaşlarım, meslektaşlarım bile tutturmuşlar; "Terim, Milli Takımı gençleştirmeli!.. Bu iş Hakan'larla, Alpay'larla, Tümer'lerle, Ergün'lerle, Hasan Şaş'larla yürümez, yürümemeli!.." "Bunları" yazanlar ve savunanlar "genç" ya da "orta yaş" kuşağının insanları olsa, neyse!.. "Ben yaştakiler", hatta "Benden de yaşlı olanlar" var aralarında!.. Bir gün bile, "Yahu, ben yaşlandım, artık evimde oturayım, torunlara bakayım, gül yetiştirip hatıralarımı yazayım da, şu Basın Tribünü'ndeki yerimi, genç kuşaktan birine bırakayım" diye düşünmeyenler bunlar!.. Ama, Dünya futbolunda, "tecrübe ve olgunluk yaşı" sayılan yaşlardaki futbolculara kolaylıkla "Bırak artık" ya da hocalarına "Bunlardan vazgeç" diyorlar, diyebiliyorlar!.. "Peyder pey. Yavaş yavaş..." deseler, belki onlara "hak vermem mümkün olacak" amma. Nerede, "bu bırakacaklar ve bıraktırılacakların yerlerini alacak" olanlar?.. İşte, art arda "A2 Milli Takımı'nı da, Ümit Milli Takımı'nı da seyrettik!.." Söyleyin bakalım; Hakan'ın, Alpay'ın, Hasan'ın, Tümer'in "yerini alabilecek" futbolcu görebildiniz mi?. Elinde "Volkan" gibi bir kaleci varken, yönetimin "Bana ille de bir kaleci alın" diye başını yiyen ve "dediğini yaptıran" teknik adamlarla, "Mondragon gibi bir transfer cambazının eline esir düşüp" Aykut'ları, Fevzi'leri harcayan, "6 yabancı nın üzerine 'AB'li' statüsünde birkaç yabancı futbolcu daha eklemek" için Federasyona "olmadık baskıyı yapan" yönetimler ve bunlara "Ne yapıyorsunuz" demeyen, diyemeyen, aksine "onların davulunu çalan" bir spor medyası ile, Türkiye'de Milli Takım'a "Artık bıraksınlar" denilen futbolcuların "yerini dolduracak" oyuncular "nasıl ve ne kadar" yetiştirilebilecek; söyler misiniz bana?.. Elbette, "zaman" her şeyin hocasıdır; değiştirir!.. Ama, "zaman gerçekten değiştirene kadar", milli takım hocalarının "İlle de genç olacak" diye, "Milli Takım'a faydalı olacak oyuncuları bir kenara atma lüksü" yoktur!. Terim, "Bunu çok iyi biliyor"; tıpkı, Dünya'nın "en büyük" hocalarının da bildiği gibi!. Demokrasiye bakın!.. "Fenerbahçe Cumhuriyeti'ndeki demokrasi anlayışı" doğrusu çok hoş!.. Aziz Başkan'ın "arasının bozulduğu" ve "istifasını istediği" Hakan Bilal Kutlualp, "Beni genel kurul seçti, ancak o istemezse bırakırım, istifa etmeyeceğim" dedi diye topa tutuluyor!. İkinci Başkan Nihat Özdemir, "O koltuğa kendisini Başkan oturttuysa, istenmediği zaman da bırakabilmeli. Kulübe bir an önce istifasını yollamalı" diyor, diyebiliyor!.. Ve asıl komedi, "medyadaki" kalemşorların, "Onu Başkan seçtirdi, 'İstifa et' diyorsa etmelidir; demokrasinin gereği budur" diye yazıp çizmeleri!. Ortada, "Koca Fenerbahçe'nin oy veren onca genel kurul üyesi yok" sanki!.. Varsa yoksa, "Fenerbahçe Cumhuriyeti'nin Padişahı'nın istekleri!.." "Demokrasi gereğidir", herkes, "Emriniz olur, sen çok yaşa Padişahım" demeli; öyle değil mi?