Seyrettiğim Milli Takım!..

A -
A +

Norveç ve Bosna önünde seyrettiğim milli takımla ilgili görüşlerim açık: 1 - "Sonuç olarak" büyük iş yaptılar; "küllerinden kendini yeniden var eden" bir "Phoeniks Kuşu" gibi; neredeyse "bütün ümitlerin bittiği" bir zamanda hayata döndüler ve final biletlerini ceplerine koydular!.. 2 - Norveç maçında "biraz daha" iyiydiler ama Bosna maçında "oynadıkları" futbola çıkıp da "futbol" demek mümkün değildi!.. 3 - Maçlardan önce düşünülenin ve tahmin edilenin aksine, "takımın en sağlam tarafı" defansı olarak gözüktü; ama "bu defans ile" finallerde "ne yapabileceğimizi" tahmin zor değil; sağlam, hem de çok sağlam takviyeler gerek. Orta sahada da problemler yaşandı; "sadece" Yıldıray'ın girmesiyle "problemler biter" mi; kim bilir?!.. "Ofansta ise" iki maçta da "gerçek anlamı" ile hemen hemen "sahada yoktuk." "İki maçta üç gol attık" ama bunun "ikisi" uzaktan çekilen şutlarla ve rakip takımın kalecisinin de desteği ile gelen gollerdi!.. Nitekim o golleri yiyen kaleci, daha sonra "Norveçliler bana bu golleri yediğim için 'kova kaleci' diyebilirler, derlerse de haklılar" diye açıklama yaptı. Avrupa'da üçüncü - dördüncü sınıf bir takım olan Norveç önünde "böyle" alınmış bir galibiyetten sonra, "Tarih yazdık" diye manşetler atanlara da söylenecek tek söz var; "Bari tarihe hakaret etmeyin!.." Yarın, çok zor ya, finallerde gruptan çıkarsak ve mesela final oynarsak ve mesela finali de kazanırsak, "ne yazmış" olacağız; "Norveç maçında tarih yazmış" isek?.. Evet, sadece "bir golü", o da Bosna maçında "iyi bir organizasyon" ile yapabildik!.. Bunun dışında iki maçta "girebildiğimiz gol pozisyonu sayısı", üstelik "iyimser" bile davransak, "Bosna'ya attığımız gol de dahil" üç taneydi; evet üç tane!.. 4 - Bunun sebebi açıktı; iki maçı da "santrforsuz" ve "golcüsüz" oynadık!.. Sonuç; finallerde "komik" duruma düşmememiz için, milli takıma eksiklerine göre "önemli takviyeler" gerek!.. Ve de, "güçlü takımlar" ile hazırlık maçları yapılmalı ve eksikler görülmeli; üstelik hemen!.. "Daha yedi ay var" sözleri, "rehavet getirebilir"; 7 ay çabuk geçer!.. > Amigoluk - Holiganlık!.. Selçuk Yula buyurmuşlar; "Amigo yazarlık bir kulübü tutmanın yolundan geçer ve şu anda medyamızda herkes rengini belli etmiş, kulüp yazarlığı görevini sürdürmektedir. Holigan yazarlık ise başkadır ve tehlikelidir. Anlamı da sadece ve her daim bir kulüp hakkında düşmanca duygular beslemektir. Bunlar için başka kulüplerin önemi yoktur. Varsa yoksa o kulübün taraftarı, başkanı, yönetimi, teknik heyeti ve futbolcularıdır. Başarılar asla konuşulmaz, alkışlanmaz." Madde bir; Yula, hâlâ "kulüp yazarlığı" ile "kulüpçü yazarlık" arasındaki farkı anlayamamış!.. Her "kulüp yazan" yazarı, "kulüpçü yazar" sanıyor!.. Bilinçaltı itiraf ediyor; "Falancayı nasıl bilirim; kendim gibi!.." Madde iki; kulüp yazarlarını "amigo yazar - holigan yazar" olarak ayırıyor!.. Eh, TSYD başkanlıkları ve yöneticilikleri de yapmış ve hâlâ da yapmakta olan bir çok spor yazarı, artık kendisine "Ben amigo yazar mıyım yoksa holigan yazar mıyım" diye sorsun , sonra da bu tasnifte "yerini" bulsun!.. "Lâfın gelişinden" anlaşılıyor ki, Yula, "kendini" bu tasnifte "amigo yazar" olarak görüyor!.. Madde üç; aslında Selçuk Yula, kendisinin tam da "holigan yazar" olarak tarif ettiği cinsten bir yorumcu olduğunu göremiyor!.. Zira, "futbolculuk döneminde", bu yazısı ile bugün "amigoluğunu yaptığını" itiraf ettiği kulübünden resmen ve alenen kovulduğu zaman, "elinden tutan", ona "iade - i itibar sağlayan" bir başka kulüp için yıllardır insaftan uzak, "kin ve iğbirar dolu" yazılar yazmaktan hiç ama hiç kaçınmamıştır; gazete arşivleri bu yazılarla doludur!.. Sevgili Nilây Yılmaz kardeş, üzme canını, okuyucular da, medya da "seni de, Selçuk Yula'yı da iyi tanıyor"; herkes biliyor ki; Selçuk Yula ve "Yula" gibi yorumcular varken, "amigo yazarlık da, holigan yazarlık da başka kimselere kalmaz!.." Milliyet'teki yazında "yüzde 99 değil, yüzde yüz haklısın!.." "İnsan" olarak da haklısın, "spor insanı" olarak da haklısın!.. "Gencecik" ve "pırıl pırıl" bir futbolcunun, üstelik "hata yapmadan oynadığı" bir sırada, "rakip tarafından, tam da kırmızı kartlık bir pozisyonda sakatlanması" için "İyi oldu, Gökhan girdi" demeye getirecek kadar açıkça ve zalimce "yazılar yazan, yorumlar yapan, başlıklar atan" insanlar için "yazdıkların" az bile!.. "Bu kafa", takımlarımızın "Avrupa maçlarından önce", sayfalarına "Falan takımımıza müjde, rakibinde filanca oyuncu sakatlandı, oynayamayacak" diye haberler yapıp, "başlıklar" atan kafadır ve "bir sporcunun, bir futbolcunun sakatlanmasını" insaf ve izan sınırlarını da aşarak "müjde" diye verebilen kafadır!.. Elbette "haberdir" verilecektir, ama "müjde" diye vermek, "amigoluktan öte, holiganlık" değil midir?.. Zira "amigo" sakatlamaz, holigan "sakatlar!.." Eli kalem tutan holiganların, mesleği sakatladığı gibi!.. > Hadi canım siz de!.. Zaten "Türk hakemleri ile ilgili yorum ve eleştirilerinize" artık inanmıyordum ya, bundan böyle "hiç" inanmayacağım!.. Aranızda, Norveç - Türkiye maçını yöneten "UEFA'nın gözbebeklerinden" Marcus Merk için "Maçı çok güzel yönetti" diye destanlar yazanlarınız var; hem de en anlı ve de şanlılarınız var!.. Eğer bir Fenerbahçe'nin, bir Galatasaray'ın, bir Beşiktaş'ın maçında hakem, "Marcus Merk'in yaptığı hataları" bu "büyük takımlarımız aleyhine yapsa" idi, değil günlerce, haftalarca "o hakemi" çarmıha gererdiniz!.. Maçın başında, İbrahim Kaş'ı sakatlayan "kırmızı kartlık" harekette, "o kartı" çıkaramayarak işe başladı, Merk!.. Aurelio'nun "çizgiden çıkarttığı" ve "maçın kırılma anı" olan (Gol olsa, 2 - 0 geriye düşüyorduk) o pozisyonun başlangıcında, ortalanan topa havalanan Servet'e faul yapılıyor ve o da kalecimiz Volkan'ı bozarak topa vuramamasına sebep oluyordu; Marcus Merk bu bariz faulü çalmadı, golü yiyorduk; Aurelio kurtardı!.. Ardından Türkiye'nin penaltısını da çalamadı!.. Bize golü atan Hagen, sahada nerede ise yumruklamadık, dövmedik futbolcumuzu bırakmadı; Merk'in gözleri hep havalardaydı!.. 2 - 1 mağlûp duruma düşünceye kadar "taç atışları dahil" devamlı "maç dakikalarından çalan" Norveçlilere ve özellikle "taçları atan" Riise (14 taç atışı) ile Norveç kalecisine "sözlü bir ihtar" bile yapmayan Merk, kalecimiz Volkan'a "hemen sarı kartını çıkardı" ve Bosna maçında cezalı duruma düşürdü!.. Maç sırasında Riise "yavaş hareketlerle zaman çalarken", sinirlenerek "Takdiri ilâhi, bu çaldığı zamanlar inşallah maç sonunda kendilerine lazım olacak" diye bağırdım; gerçekten de öyle oldu ve "bittiler!.." İşte "böyle" bir hakeme övgüler yağdıranların, Türk hakemleri için her hafta sonu "idam sehpaları kurmak" bir yana, ağızlarını açma hakkı bile olmamalı!. Yüzleri kızarmalı!. > Sus bari!.. Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, "Galatasaray'ın stadyum projesi de dahil herhangi bir projeden haksız rant elde edilmesine her zaman karşı çıktım ve bu konudaki düşüncelerimi ilgili mercilere açık ve net bir şekilde ilettim. Benim, ülkemizde futbolun daha çok seyirci toplaması ve kalkınması adına yapılacak hiçbir stadyum ya da tesise itirazım yoktur. İsteğimiz bu konuda her kulübe eşit mesafede durulması" diyor. Aziz Başkan, "haksız ranta karşı çıkıyor" öyle mi?.. Söyler mi bizlere, "Fenerbahçe Stadı bu hâle hangi izinlerle, hangi ruhsatlarla geldi, getirildi?.. Kalamış tesislerinin izin belgeleri ve ruhsatlarının fotokopilerini dağıtabilir mi?.." Bir örnek verebilir mi, "yasaların geçerli olduğu" uygar hangi ülkede "otoyola 'izinsiz' giriş - çıkış geçidi yapılmıştır", Fenerbahçe Stadı'ndan başka?.. "Haksız rant" deyimini bu ülkede "en son ağzına alacak" kişilerden biridir Aziz Başkan, ne var ki, Galatasaray'da, Beşiktaş'ta "yürekli yönetici yok"; hep "o konuşuyor" ve konuştuğu da yanına kâr kalıyor!.. > İşte o!.. Hani "Gaziantepliler bile sevmiyor, ondan şikâyet ediyor" teraneleri içinde "TSYD yönetimince" disiplin kuruluna verilen, "Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin Gaziantep eski temsilcisi" Oktay Özekşi vardı ya!.. İşte ondan "son" haber: Gaziantep Kent Konseyi Genel Kurulu'nda, "9 kişilik yönetim kuruluna en çok oyu alan dördüncü üye" olarak seçildi; hem de aralarında bir çok meslek ve sivil toplum kuruluşunun başkanlarının ve yöneticilerinin de bulunduğu "17 aday" arasından!.. Onu dernekten attırmak isteyenlere soruyorum; "sevilmeyen(!) ve şikâyet edilen(!)" Özekşi bu ise, ya "maazallah" bir de "sevilse ve şikâyet edilmese" ne olurdu?..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.