Durup dinlenmeden konuşuyor, konuştukça da batıyor... Kendisiyle beraber Türk Sporu'nun yetiştirdiği "çok büyük bir şampiyonu" da batırıyor!.. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün en tepesinde oturan Genel Müdür ve yardımcılarından, Atletizm Federasyonu Başkanı'na kadar "herkese söylenmedik söz bırakmadı"; hakaret üstüne hakaret yağdırıp duruyor; Genel Müdürlük Ceza Kurulu da, bu çirkinliği "adeta" seyrediyor; bu nasıl iş?. Yücel Kop, "ağzından çıkanı" hiç sakınmıyor; gazetecilere konuşuyor, TV'lere konuşuyor; "hakaretler" spor sayfalarında da var, TV ekranlarında da!.. "Bu hakaretlerin karşılığı" olan cezalar ise, talimatların bir yığın maddesinde "alt alta duruyor"; duruyor da, "bitmek bilmeyen" bir soruşturmadan, "karara bir türlü geçilemiyor"; neden? "Böyle bir zatın elinde", Süreyya Ayhan gibi bir şampiyonun "tamamen yok olması" mı bekleniyor?. Verin hak ettiği cezayı, "antrenörlük hakkını alın elinden"; bitsin bu iş!. Yeter artık; koca teşkilatla, sporumuzla ve atletizmimizle kimsenin "böyle" oynamaya hakkı yoktur; olamaz da!.. Türk sporu kaosa, kargaşaya, disiplinsizliğe, kavgaya, işte "böyle" disiplin kurulları yüzünden düşüyor; "iş yapar görünen, ama hiç bir şey yapmayan" disiplin kurulları yüzünden; yazık!.. Seyretmediğim maç!.. Merkez Hakem Komitesi'nin "yeni" Başkanı'nı protesto etmek için, "yeni başkanın ve komitenin ilk hakem tayinini yaptığı" Galatasaray - Fenerbahçe Türkiye Kupası Final Maçı'nı "seyretmeyeceğimi" açıklamıştım; nitekim seyretmedim, daha sonra "özetlere, gollere baktım"; o kadar!.. Ama, hemen hemen kalbur üstü gazetelerdeki "yorumların" hemen hemen hepsini okudum!. Bu maçın bıraktığı tortudan aldığım intiba, "Hocaların Hocası" sevgili ağabeyimiz Coşkun Özarı'nın şu satırlarında gizliydi: "Futbol bir takım oyunu, birlikte oynanan bir spor dalıdır. Nitekim dün de görüldü ki Galatasaray takım oyunu olarak, yardımlaşma olarak Fenerbahçe takımından çok daha fazla özelliklere sahipti. Galatasaray takımında hangi futbolcu iyiydi hangi futbolcu kötüydü diye bir ayırım yapmak zor. Ama iki kişi vardı ki biri atıyor diğeri kurtarıyordu. Atanın adı Hakan Şükür, kurtaranın adı da Mondragon idi. ...Fenerbahçe'de kişisel becerisi çok oyuncu var deniliyor ama gerçekleri görmek gerekir. Fenerbahçe takımında savunmada ne Song ne de Tomas gibi iki oyuncu var ne de orta alanda Ergün ve Conceiçao gibi iki oyuncu. Galatasaray'da hücumda da Ribery, Necati, Hakan Şükür ve Ayhan gibi futbolcular da Fenerbahçe'de yok. Demek ki Galatasaray hem tak ım oyununu iyi uyguluyor hem de rakibine oranla futbola daha yatkın oyunculara sahip." Hakan'ı da, Modragon'u da, maçın sonucuna etki eden futbolcuları da Galatasaray'ı da, Fenerbahçe'yi de "abartmadan, edebiyat yapmadan" öyle "sade ve açık anlatmış" ki; her şey ortada!.. Buyurun, "Fenerbahçe 10 yılın takımı kurdu, ona kimseler yetişemez" diyenler okusunlar!.. Her şey "para" ile olmuyor, "tesadüfen" de olmuyor!.. Hele "palavra" ile "şişirme" ile hiç!.. Vurun abalıya; "suç Daum'un!.." Acaba, "onun" mu, hiç olmazsa "sadece" onun mu? Özerten ve Ulueren üzerine!.. "Sayın Uluç, Yeni MHK Başkanı ile ilgili görüşlerinize katılıyorum. Böylesine önemli bir maçı seyretmeyerek yaptığınız bence çok büyük bir protestoyu da destekliyorum. Ancak, her ne sebeple olursa olsun, güdümlü ve .. (burada hakaret sayılabilecek 5 kelimelik bir bölümü çıkarıyorum)... bir medya mensubunu tebrik etmenizi de kınıyorum. MHK Başkanı'ndan önce, tribün terörünün en önde giden destekçilerinden olan S.Ulueren gibi kişilerin de medya dünyasından silinip, sizin de şikâyetçi olduğunuz medyamızın kalitesinin yükselmesi ve saygınlığını yeniden kazanabilmesi adına tebrik değil protesto edilmesini beklerdim sizden. Bahsettiğiniz program tam olarak; dinsizin hakkından imansızın geldiği, S.Ulueren'in güdümlü, yalan, araştırmaya dayanmadığı belgelenen ve bence bir yapımcı olarak rezil olduğu, canlı yayında patronundan fırça yediği, programın sonunu getiremediği, sinirinden konuklarına fırça çektiği, MHK Başkanı adına olduğu kadar kendi adına da seviyesinin ortaya çıktığı, günümüz medyasının seviyesizliğinin ortaya konulduğu, üstüne tez yapılacak kadar önemli bir program oldu. Olaylara mümkün olduğu kadar objektif yaklaşma çabasında olan sizin bu olaya sadece MHK Başkanı tarafından bakıp, bence MHK Başkanı'ndan daha kötü duruma düşen S.Ulueren'e teşekkür etmenizi ve böyle bir medya mensubunu tebrik etmenizi bu nedenle kınadım. Saygılar sunar, başarılar dilerim. Mehmet İmeci." Galatasaray ile Fenerbahçe'nin çarşamba günü oynadığı Türkiye Kupası Finali'nin sabahında yayınlanan Türkiye Gazetesi'nde çıkan "Bu maçı seyretmeyeceğim" yazısı ve sonuna eklediğim bir not üzerine, okuyucularımdan mailler, fakslar, telefonlar aldım; kimi "olumlu", kimi "olumsuz" görüşler belirtiyordu!. "Hem olumlu, hem olumsuz görüş bildiren" bir okuyucumun, sayın Mehmet İmeci'nin mailini "diğerlerinin görüşlerini de birleştirdiği için" sütunuma aldım!.. Yazımda, yeni Merkez Hakem Komitesi Başkanı Ufuk Özerten'in TV ekranlarındaki "son derece çirkin" bir üslûp ile yaptığı açıklamalara dikkat çekiyor ve "Türk hakemliğini böyle bir seviyedeki zihniyet yönetemez, onu protesto için, onun başında bulunduğu komitenin ilk hakem tayininin yapıldığı bu maçı seyretmeyeceğim" diyordum. Yazımın sonuna da şu notu eklemiştim: "Öcal Uluç'un notu: Serhat Ulueren'e bir sporsever ve bir spor yazarı olarak şükranlarımı sunarım; 'bu zihniyeti' teşhir ettiği ve bizleri 'gerçekle' karşı karşıya getirdiği için!.." Sayın okuyucularımın görüşlerine saygılıyım, sayın Mehmet İmeci'nin de!.. Amma. Bir defa "Benim Serhat Ulueren'i tebrik ettiğime dair" yazımda "tek kelime yok!." Ne var; "Merkez Hakem Komitesi'nin yeni başkanının nasıl bir kişi olduğunu ortaya çıkardığı için" şükranlarımı sunduğum bir not var; "Bir sporsever ve bir spor yazarı olarak şükran sunduğum" bir not!. Eğer, Serhat Ulueren "o programı yapmasa idi", bizler, "tıpkı benim cumartesi günkü yazımda yazdığım şekilde", yeni MHK Başkanı konusunda yanılmaya ve "onu tanımamaya, ona inanmaya, ona ümit bağlamaya" devam edecektik!. Ulueren'e, "kafamızı duvara çarpıp bizi uyandırdığı" ve notumda belirttiğim gibi "gerçeği ortaya çıkardığı" için, şükran sundum ve şu anda da "bu sözümün arkasındayım!." Bakınız, eğer yeni MHK Başkanı, Serhat Ulueren'in "güdümlü ve kasıtlı" denilen sorularına "Ben bu seviyedeki sorulara cevap vermem, bunların hesabını adalet önünde vereceksiniz" deyip "gönüllü olarak katıldığı" TV canlı yayınından çekilse idi, bizler "o zaman" dönüp Serhat Ulueren'e "Bu ne biçim gazetecilik arkadaş" diyecektik, derdik!. Serhat Ulueren'in "söylendiği gibi varsa bir problemi", o da , ya hakim önünde ya da patronları nezdinde çözülürdü!.. "Bu problem" Star TV'nin ve Serhat Ulueren'in problemi idi!.. Ama, Ufuk Özerten, "öyle bir üslûp ile ortaya çıktı" ki, "Türk Sporu'nun, Türk Futbolu'nun, kimlerin elinde, nasıl yönetildiğini ve yönetileceğini" bütün çıplaklığı ve acılığıyla ortaya koydu!. Bir yazıda, Türk Futbolu'nu, Türk Hakemliği'ni "yönetecek" insanların "bu seviyede bir üslûp sergilemesindeki" çirkinlikten öteye "yazılacak" hiçbir şey olamaz!. Serhat Ulueren'in "gazetecilik yaparken geldiği nokta" ne olursa olsun, MHK Başkanı'nın "bulunduğunu gösterdiği noktanın yanında", tam tabiri ile "cim karnında bir nokta kadar kalır"ve "beraber tartılamaz!.." "Eğer, kasıt ve hakaret varsa, art niyet varsa, kötü gazetecilik varsa", bunun hesabını "hakim ya da patron görür"; ama MHK Başkanı'nın hesabını kim görecek? Bakınız, hiçbir şey olmamış gibi "o komitenin başında oturmaya devam ediyor"; yazık değil mi, Türk hakemlerine ve Türk futboluna?. TSYD nereye koşuyor? Türkiye Spor Yazarları Derneği Başkanı Onur Belge, "tribün olayları ve taraftarların tahriki" konusunda TSYD'nin "eski" genel başkanları ile ortak bir toplantı düzenliyor. Bu toplantıda, hem TSYD Başkanı, hem de "eski" başkanlar "spor medyasına da, kulüp başkan ve yöneticilerine" de, spor dünyamızdaki şiddet, disiplinsizlik ve kargaşaya prim tanıma konularında önemli uyarılarda bulunuyorlar, açıklamalar yapıyorlar!. Ardından da "ortak bir bildiri" yayınlıyorlar!.. Bir - iki gazetede "üç - beş satırlık" haber dışında hiçbir şey yok!.. Hele hele TV'lerde hiç yok!. TSYD Genel Başkanı'nın davet edilmediği, ama "bir spor müdürünün öncülüğünde yapılan" ve "TV - gazete spor sorumlularının katıldığı toplantı" ile ilgili TV'lerde ve gazetelerde çıkan haberlerin yanında, "TSYD Başkanları'nın yaptığı toplantı" haberi, adeta "devede kulak!.." Ne hazin bir tablo!.. Meslek kuruluşumuzun durumu ve spor (!) medyamızın "meslek kuruluşumuza verdiği önem (!)" ortada; çok yazık!. Peki ama, habercilerin durumu "böyle" iken, neden TSYD yönetimi, mesela Basın Konseyi'nin ya da en azından "kendisine bağlı" TSYD Ankara Şubesi'nin "tuttuğu yolu" denemez? Yani, "bu tip haberleri ve açıklamaları", faks ve mail yolu ile üyelerine ulaştırmaz? "Habercilerin değer vermediği" TSYD haber ve açıklamalarına, belki "mesela benim gibi" bir çok spor yazarı, "yazılarında, köşelerinde" yer verebilirler ve "böylece" kamuoyu da "TSYD'nin çalışma ve açıklamalarından" haberdar olur!. "Üyelerini bilgilendirmeyen", açıklamalarını "üyelerine bile duyuramayan" bir dernek, hem de "uluslar arası spor yazarları birliğinin en önemli üyelerinden biri olan" bir dernek, 21'inci asırda, hâlâ "internet gibi" bir iletişim ağından haberdar değil; haberdarsa da "istifade edemiyor"; olacak şey mi? Dernek genel merkezi "böyle olunca", spor sayfalarının ve spor ekranlarının "bu derneği ciddiye almaları" mümkün mü? Milli Takım Hocası'na bakın!.. Resmen, alenen ve "gerçekten" korkuyor; "Hakan" adından, "Hakan" kelimesinden, Hakan Şükür'den korkuyor!.. Bilmem ki, geceleri de "Hakan kâbusu" görüyor mu? Yooo. Bir çocuktan, bir kaleciden söz etmiyorum; "Ben Türk Futbolu'nun çağdaş gladyatörüyüm" diyen Türk Milli Takımı'nın hocası Ersun Yanal'dan bahsediyorum!.. Galatasaray - Fenerbahçe Kupa Finali'ni yorumlamak için Kanal D ile anlaşmış, ama Kanal D'nin spor müdürü İlker Yasin'in "Ahmet Çakar'ı stüdyodan dışarıya yollayan" sözlerine bakarsak, "Hakan Şükür ile ilgili soru sorulmayacak" şartını koşmuş!.. Pes doğrusu; şu skandala bakın!.. Ya "Bu şartın kabul edilmesine" ne demeli? Bu yüzden, çok haklı olarak "Maçta iki gol atan, birini attıran, harika oynayan Hakan Şükür ile ilgili soruyu sorarım arkadaş" diyen Ahmet Çakar'ın Kanal D'den "kavgalı, tartışmalı bir kapışmadan sonra" istifasına kadar varan olayın "basın hürriyeti" açısından vehametini düşünebiliyor musunuz?. Milli Takım yönünden de, Türk antrenörlüğü yönünden de, spor medyamız yönünden de "acıklı ve hazin bir durum!.." Söyleyin Allah aşkına; "böyle" bir teknik adamla "finallere nasıl gideceğiz?"