Spor medyasına bakın!..

A -
A +

Zaman zaman oturup saf saf tartışıyoruz; "Spor yazarlığı nedir, ne değildir? Spor yazarı kimliğinde ne vardır, ne yoktur? Spor yazarlığının bugünü ve yarını nedir, ne olacaktır?" Püüüf!. "Olmayan bir şeyi tartışmakla vakit geçirmek" açıkça ifade edeyim ki, tam bir aptallık!. Bugün, Türkiye'de spor yazarlığı yoktuuur!. Bugün, Türkiye'de "spor yazarlığı olmayınca", elbette ki, spor yazarı da yoktur! Kimse kendini aldatmasın; "Belki ismen vardır ama, cismen, hele hele rûhen hiç ama hiç yoktur!." İşte size son örnek: Türkiye'de Millet Meclisi'nden sporla ilgili 10 yılda 15 yılda bir yasa ya geçer ya geçmez! Çünkü, Türkiye'de siyasetçiler "sporu bir oy aracı ve kulüp tutma meselesi" olarak görürler ve orada da kalırlar! "Her nasılsa" geçen hafta Meclis'ten geçen bir yasa, ülkemiz sporu için "çok önemli ve çok çağdaş bir yeniliği" de beraberinde getirdi! ..... mi acaba? Bu yasa ile artık sporumuzda resmen "sponsorluk olayı" var!. Yıllardır sözü edilen, sporumuza büyük destek ve kaynak sağlaması beklenen "sponsorluk olayının gerçekleşmesi" üzerinde, söyleyin bana sevgili okurlarım, spor medyamızda kaç satır okudunuz, kaç yorum dinlediniz? Ondan da öte, "haberiniz oldu mu?" Amma... Bu "spor (!) medyası dün de dahil hâlâ Hagi'nin aldığı ceza, Emre'nin attığı dirsek, Denizli'nin söylediği sözler üzerine" yığınla yorum ve makaleyle, haber ve manşetle dolu!. Yazılı basınımızdaki tek tük haberlerden "sponsorluk olayının gerçekleştiğini" okuyunca, "Bravo Fikret Ünlü'ye... Bugüne kadar hiç bir bakanın başaramadığı işi yaptı! Maliye barajını yıktı ve yasayı çıkardı" dedim! Konu ile ilgili olarak "yazı yazan" bir - iki kişiden, belki de tek kişiden okuduklarım ise, "sevincimi yarıda bıraktı!" Sevgili Cüneyt Koryürek Ağabey'in yazılarından anladığım kadarı ile "sponsorluk" sadece "Uluslararası müsabakaların organizasyonu ile Genel Müdürlükçe uygun görülecek spor tesisleri için" yapılabilecek! Yani? Yani; "Sponsorluğun sporcu ayağı eksik!." Yani; yasa "topal!." Devletin spora ayırabildiği maddi imkân, Dünya standartlarına bakıldığında komik!. "En büyükler dahil" kulüplerimiz tamamen "futbol kulübü olma" yolunda!. Hatta oldular bile!. Peki, "bu ülkede sporcu nasıl yetişecek, kim destek verecek?" Spor medyası da "futbol ve üç büyüklerin futbol medyası olduğuna göre", manevi teşvik de göremeyen sporcular "uluslararası başarılara imza atacak seviyeye nasıl gelecek?" Dünya "sporcu bazında" sponsorluklar yüzünden "çok büyük şampiyonlar yetiştirirken", biz neden yasamızı "topal" çıkardık? Çünkü... Ülkemizde "spor basını" yok da ondan! Emre'nin dirseği, "sponsorluk olayından çok daha önemli olarak görülüyor" da ondan! Spor medyamızı (!) parsellemiş "anlı - şanlı spor yazarlarımızın gözü" Emre'nin dirseğine çevrilmiş, ondan ayrılmıyor da ondan!. Neymiş sponsorluk? Bir ayağı topal çıkmış yasanın, iki ayağı da topal olsa ne ne yazar? Ve de kimin umurunda? Biz bakalım, Fenerbahçe mi şampiyon olacak, Galatasaray mı? Nemize yetmiyor? Sinan Erdem'e sorun!.. Tam yazımı bitirmiştim ki, İstanbul'dan bir telefon!.. Sözüne güvendiğim bir dostum dedi ki; "sponsorluk yasası ile ilgili bir yazı yazacaksan, Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı Sinan Erdem ile de bir konuş!.. Dost sohbetlerinde çok enteresan şeylerden söz ediyor!.." - Nasıl söz ediyor? O, önemli konularda gazetecilere "resmi" açıklama yapmaz! Hele böyle netameli konularda hiç! Hep sütre gerisine saklanır!.. - Diyor ki; "Bu yasanın amacı başka!.. Gerçek bir sponsorluk yasası olsa, böyle çıkarmazlardı!.. Bunun içinde iş var. Şu şu tesisler var, şu şu organizasyonlar var, işte o kadar! Devamlılığı olmayan ve olmayacak bir yasa!.." Hımmm!.. Diyor mu, demiyor mu, bilmem!.. Zaten dese de "dediğini söylemez", sayın Erdem!.. Ben yasa konusunda "düşünmeyen ve yazmayan" spor (!) medyamızı meraklandırmak için satırbaşı açtım; gerisi anlı-şanlı yazar çizerlerimize kalmış!.. Herşey ortada!.. Herkes ve özellikle Galatasaraylılar bilmelidirler ki; "Galatasaray futbol takımı bitti!." Şartlar onu bu yıl da "Lig şampiyonu yapsa bile", yukarıda yazdığım cümlenin arkasında duruyorum, duracağım! "Misyonunu tamamlamış" ve "dağılmış" olan takım, mevsim sonunda büyük ölçüde "harç bitti, yapı paydos" diyecek! Faruk Süren yönetimi de, "borç batağına soktuğu kulübe", taze para ve "kredibilite" yönünden ümit vermediğine, vermesine de imkân olmadığına göre, gelecek sezonda nasıl bir Galatasaray ile karşı karşıya kalacağımızı anlamak zor değil! Tabii, "o günleri, bugünlerden görmek" de hiç zor değil! Amma... Sürenofiller, gerçekleri Galatasaraylılar'ın gözünden saklamak için son hünerlerini de ortaya koyduklarından, "işin fecaatini görebilenlerin sayısı çok az!" Futbolu bırakacak olanlar, gidecekler, gitmeye can atanlar, takım içindeki gruplaşmalar, sürtüşmeler, "disiplin ve otorite yönünden" sıfırın da altında seyreden bir teknik direktör ve idari menecerle, "bomboş kasalı", kredi bulma imkânlarını tamamen yitirmiş, taze para bulma imkânı kalmamış bir yönetimin, Galatasaray'ı getireceği nokta "Annemizin liginde bile hüsran olacaktır!" Amma... Ne Galatasaray'ın anlı şanlı Divan Kurulu, ne de Genel Kurul üyeleri gerçekleri görüyor! Düşüş çoktan başladı da, takımın Şampiyonlar Ligi'ndeki çizgisi çok şeyi örtüyordu! Düşüş hızla devam edecek ve gelecek sezonun daha başında "dibe vurulduğu ortaya çıkacak!" Bilinmelidir ki, Galatasaray, bu yönetimin elinde "en az 5 yıl kendine gelemez!" Yeni gelecek bir yönetim de "herşeye sıfırın gerisinden başlayacaktır!" "Büyüklere masallarla çok kıymetli bir dönem geride bırakılmış", Galatasaray Futbol Takımı'nın büyük başarıları "hakettiği ölçüde paraya dönüştürülememiş", iş bilmeyen bir yönetim "gelen milyonlarca ve de milyonlarca doları çar çur etmiş", ciddi hiç bir proje gerçekleştirilememiştir! Ne stad!.. Ne şirketleşme!.. Ne Borsa'ya girebilme!.. Ne şu... Ne bu!.. Sadece, "karma karışık bir borçlanma listesi!.." Sadece, "batak bir kulübü gösteren" bilanço!.. Sadece, teknik direktörüne bile 6-7 aydır para ödeyemeyen bir büyük kulüp!.. Karşılığında Fatih Terim ve talebelerinin "inanılması güç bir mücadele ile" getirdikleri kupalar!.. Terim gitti, mirası da yendi bitti!.. "Masal" sona erdi!.. Hadi bakalım Sürenofiller, bundan sonra ne yazacak, ne söyleyecek, gerçeklerin üzerini nasıl örteceksiniz? Görelim!.. Dışişleri ne yapar? İşte gene "benzer ve çirkin bir olay", ama açıkça ve hunharca uğradığımız tacize karşılık "ilgili bakanlık" taş - duvar!. Madrit'te Galatasaray'ın maçını izlemek isteyen Türkler'e havaalanında, şehirde ve stadda reva görülen çirkin muamelenin hesabını, hem de "sert şekilde sormayan" Dışişleri Bakanlığı'na bilmem ki ne demeli? Hem de "başında" Galatasaraylı bir "bakan" varken!. Tabii, "işin bu tarafı kara mizah sayılacak kadar" acı bir espri! Yoksa, Dışişleri'nde "Bakan'a duyulan antipati yüzünden" mi, Galatasaray taraftarlarına yapılanlanları "görmezlikten, duymazlıktan" geliniyor? Kimbilir, belki de Dışişleri Bakanlığımız "spor ve futbol işlerini ciddiye almıyor!." Zira, "bu ilgisizlik ne ilk defa görülüyor, ne de son olacak!." Sonra da, yazarlarımız - çizerlerimiz çok haklı olarak eleştirdiklerinde, "Monşerler" dediklerinde, alınan alınana ve mahkemeye koşan koşana!. Söyler misiniz bana, "Bunca olandan, bunca itibarlı Türk insanına reva görülecek muamele yapıldıktan sonra", İspanya'daki Büyükelçimiz ne yapmıştır? Kimbilir, belki de yapılanları "pandispanya yemek" sanmıştır! Peki, ya Dışişleri Bakanlığı ne yapmıştır, ne yapmaktadır? Peki, ya "Papandreu ile muhabbetinden öteye" bakanlıkta "ne yaptığını pek bilmediğimiz" anlı - şanlı Bakanımız, "Galatasaraylı" İsmail Cem ne yapmıştır? Bizim Dışişlerimiz "yabancılara karşı böylesine nazik ve kompleksli oldukça", dış politikayı da "Aman aman, başımıza iş çıkarmayalım" havasında götürmeye gayret ettikçe, biz Avrupa havaalanlarında, stadlarında daha çooook dayak yeriz! Kimbilir belki, aradan bunca gün geçtikten, tepkiler ortaya çıktıktan, medya tavır koyduktan sonra "usulen" birşeyler yapacaklardır ama, söyler misiniz bana bunun "Geçti Bor'un Pazarı" diye başlayan deyimin sonundan farkı var mıdır? Pandispanya'daki pardon İspanya'daki elçiliğimiz olayları yerinde ve anında izlese, işe el koysa, "havaalanındaki rezalet, şehirde ve stadda sürer miydi?" Pandispanya, pardon İspanya Büyükelçimiz kim bilemiyorum; ama buraya "mim koyun!" Yakında "mükâfaten" ABD'ye ya da Birleşmiş Milletler'e büyükelçi olarak tayin edilirse şaşmayın! Daha önce örneklerini çok gördük! Yakında "Dışişleri Bakanımızı da Başbakan yapabiliriz"; haberiniz ola!. Eee! Pandispanya'da pardon İspanya'da yenilen dayakların bir bedeli olmalı!. İşte, "bizdeki bedeller" böyle oluyor!. İnanmıyorum!.. Taaaa "uzaklardan bir haber!.." Trabzon'dan!.. "Öcal Abi, hani takımın içine giren bazı eller vardı ya!.. Bu defa da başka eller, Trabzonspor'un oynayacağı takımların futbolcularına uzanmaya başlamış!.. Yenin Trabzonspor'u alın teşvik primlerini diyorlarmış!.. Duydun mu?" Yooo!.. Bu kadarı da olmaz! İnanmam mümkün değil! Peki, "inanmadığım şeyi" neden yazdım? Trabzonspor camiasının ne hale düşürüldüğünü, cümle alem iyice anlasın, diye!.. Trabzonlu futbolculara "yenilin" diyebilen, Trabzonspor'un rakiplerine de "Trabzonspor'u yenmeleri için prim vaad eden" Trabzonsporlu olabilir mi? Elbette "olmaz!.." Olamaz!.. Yazık... Koca Trabzon... Koca Trabzonspor, bu hallere nasıl düşersin? Rekabet Kurulu göreve!.. Sabah Gazetesi'nin spor sayfasının manşetinde "sevgili kuzenim" Gürcan Bilgiç'in atlatma bir haberi vardı: "Üç büyükler arasında kutsal ittifak!" Habere göre, Galatasaray - Fenerbahçe - Beşiktaş aralarında "gizli bir protokol yapmışlardı!." Protokole göre, "transferde anlaşmalı hareket edecekler, birbirlerinin oyuncularına talip olmayacaklar, başka takımların oyuncularını da paylaşarak transfer yapacaklar, birinin talip olduğuna öteki takılıp fiat yükseltmeyecek, birbirlerinin satış listesine koyduğu futbolculara teklif yapılmayacak" gibi "transferde ateş düşürücü" bir çok konuda anlaşmaya varılmıştı. Hatta "Anadolu Kulüpleri'nin oyuncuları için paylaşım ve talip olma listelerinin yapıldığından ya da yapılacağından bile söz ediliyordu!." Elbette, "her kulübün kendi menfaatlerini koruması ve kollaması en tabii hakkı" idi!. Ama, ortada bir Rekabet Kurulu, onun yasası ve mevzuatı varken, acaba "böyle bir protokol yapmak" suç muydu, değil miydi? Sabah'ın manşetindeki gelişme için Rekabet Kurulu ne düşünecek ne diyecekti? Şimdi sevgili Gürcan Bilgiç'e bir gazetecilik görevi daha düşüyor; bu gelişme konusunda Rekabet Kurulu'nun ne diyeceğini, bir soruşturma açıp açmayacağını öğrenmek ve yazmak! Protokoldeki ikinci husus da, üç büyüklerin, havuzu bozmak, havuzda "Anadolu Kulüpleri'nin aleyhine olmak üzere" daha fazla pay almak ve naklen yayınlarında "günlük kur üzerinden" israr etmek şeklindeki görüş ve kararları idi! Madde 1: Anadolu Kulüpleri'nin haklarının tek kuruşunu bile "Üç Büyükler har vurup harman savursun" diye yedirmeyecek çok güçlü bir cephe var, ki biz de bu cephenin içindeyiz! Madde 2: Dolar kuru konusunda "adil" Türk Mahkemeleri'nin verdiği kararlar ortada! Kriz fırsatçılığı yapmak, üç büyüklere düşmez! Akıllarını başlarına alsınlar "transfer ücretlerini" hiç olmazsa iç transferde "dolar yerine Türk Lirasına bağlasınlar!" "İşe yaramayacak" yabancılara da kova dolusu dolar vermesinler! Yağma yok! "Dolar kuru" bahanesi ile, Havuz'u kimse delemez! Bu böyle biline!.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.