Wimbledon'u, "tenis kalitesi" eskileri çok aratırken dahi, izlemek, Federer'in "rakip yokken bile" hem de "zorlanarak" şampiyon olup, "Grand Şlem" rekorunu ele geçirdiğini görmek, Williams kardeşlerin "yoklar arasında" "kadınlar" finalinde kapışmalarındaki "heyecansızlığı" yaşamak, insana gene de "sporun, spor olduğunu" anlatıyordu!.. Dahası, araya "Golden League" atletizm yarışmalarını seyredebilmeyi sokmak ve sporun ana dalındaki heyecanı "yudum yudum içmek", bambaşka bir şeydi!.. Daha da dahası, Alberto Contador'lu, Andreas Klöden'li, Levi Leipheimer'li, Haimar Zubeldia'lı,Yaroslav Popoviç'li Astana takımıyla Fransa Bisiklet Turu'nda "yeniden sahne alan" efsane Lance Armstrong'u doya doya seyretmek için TV ekranının karşısına çivilenmek; acaba "sporla büyülenmek" bu muydu?.. Ve "o" yaşta, Armstrong'un hâlâ "aynı azim, aynı şevk, aynı kazanma heyecanı" ve "tüm mütevazılığı" ile pedal bastığını görmek, sporun "spor olarak yapılırsa", yarışana da, seyredene de nasıl "büyük bir keyif ve coşku verdiğini" anlamanın anahtarı değil de neydi?!.. Spor, Wimbledon'daydı!.. Spor, Avrupa'nın atletizm pistlerindeydi!.. Spor, Fransa'nın dağ-bayır-bahçe-kent-köy yollarındaydı!.. Spor buydu!.. "Oralarda" bunlar olurken, bizler nerelerdeydik?.. Spor sayfalarımızda, TV spor ekranlarımızda ne vardı?.. Acaba, "o sayfaları ve o ekranları dolduran haber ve yazıların ne kadarcığı" gerçek bir sporun parçalarıydı?.. İşte, o ekranları ve o sayfaları "hemen hemen tamamı ile dolduran" sözüm ona "bir spor branşı" ve o branşın "acı" gerçeği, çok acı gerçeği: Bu sezon "Süper Lig'de oynayacak" bir takımımızın başına "daha dün gelen" bir teknik direktör, "bugün işi bırakıp gidiyor" ve yerine "bir başka teknik direktör" geliveriyordu!.. Ve de "Süper Lig'de oynayacak" bu takımın geçen yılki kadrosundan "bu sezona, serbest kalmayan sadece bir futbolcu" evet "bir futbolcu" devrediyor ve "yeni" hoca, rakipleri "harıl harıl çalışırken", resmi olarak elinde kalan bu "bir futbolcu" ile baş başa sezonu açıyor, pardon açamıyordu!.. "Neden" bu hocanın elinde "tek oyuncu" kalmıştı?.. Çünkü, bu kulüp, geçen yıl "futbolcularına para ödemesi yapamadığı için", kadrodaki futbolcuların "biri hariç" tamamı Futbol Federasyonu'na müracaat ederek, "talimatlarda yazılı haklarını kullanmış ve serbest" kalmışlardı!.. Türk Futbolu'nun "bu çok acı ve temel sorunu" ortada dururken, Futbol Federasyonu'nun "idare-i maslahatçılıktan başka bir şey yapmaması" da, "asıl sorunun ne olduğunu" çok iyi ortaya koyuyordu!.. Ve daha da acısı, bizlerin gözü, "böyle bir tablonun pençesine düşmüş" futbolumuzdan başka hiçbir şeyi görmüyor; "spor" deyince "sadece futbolu hatırlıyor"; spor programlarında (!), futbolla başlayıp, futbolla devam edip, futbolla işi bitiriyorduk!.. Kavganın, küfrün, silâhın, kanın, gerilimin bitmediği, aksine "her sezon daha da arttığı" futbolla yatıp, futbolla kalkıyorduk!.. Sporu unutmak, futbolun, futboldan da ötesi "Üç Büyükler'in futbolunun" esiri olmak; işte uzun yıllardan beri "spor zannettiğimiz şey" buydu!.. Birkaç kulüp başkanının "oyuncağı hâline gelmiş", dahası "kirlenmiş", düşmanlık uçurumu hâline gelmiş "o spor zannettiğimiz" şeyin de, sporla ilgisi "elbette" yoktu; hem de hiç yoktu!..