Sporsever her şeyi biliyor ve gözlüyor!.

A -
A +

"Spor medyası maalesef Spor'un ne olduğunu bilmiyor. Sadece taraftarlık yapmakla ve birkaç sene top oynamakla bu işler olmuyor. Sporcu hem kendisine, hem de karşısındakine saygı duyan insandır. Karşı tarafı yok saymak ve küçümsemekle maalesef seyircileri de kışkırtıp saldırgan hâle getiriyorlar. Eskiden bunlar yoktu." Bu satırlar, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Üniversite'nin Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Selami Özsoy ve Yrd. Doç. Dr. Birol Yalçın tarafından internet üzerinden yapılan "Sporseverlerin Spor Medyasından beklentileri" başlıklı bir araştırmadan alındı. 51 ilden, Avrupa'dan ve ABD'den katılan ve yüzde 90'ı erkek olan 662 sporseverden birinin "medya hakkındaki görüşü" bu!. Dikkat ediniz. Bu görüşte "4 önemli nokta" var: Bir; "Spor medyası sporun ne olduğunu bilmiyor." İki: "Sadece taraftarlık yapmakla ve birkaç sene top oynamakla bu işler olmuyor." Üç: "Karşı tarafı yok saymak ve küçümsemekle seyirci kışkırtılıyor ve saldırgan hâle getiriliyor." Dört: "Eskiden bunlar yoktu." "4-5 satırda" müthiş bir analiz ve anlatım!. İşte, spor medyamızın, bu araştırmanın da ortaya koyduğu gibi "inanılır ve güvenilir olmaktan çok uzak" bir duruma düşmesinin "ana" sebebi burada; spor sayfalarının ve spor ekranlarının "gazetecilikten, spor yazarlığından gelmeyen bir yığın insanla doldurulması" ve ne yazık ki "gazete ve TV yönetimlerinin, spor müdürlerinin bu kişileri baş tacı edip, gerçek spor yazarlarının önüne koyması..." "Onların" gazetecilikle spor yazarlığı ile bir ilgileri olmadığı, özellikle ve öncelikle "kendi menfaatlerini, kazanacakları ünü ve parayı, tuttukları kulübü ve takımı düşündükleri için", mesleğin inanılırlığı, güvenilirliliği, itibarı umurlarında değil!. "Eskiden yoktu" cümlesi, bugün "baş edilemeyecek" duruma gelen "meslek itibarı" sorununun "kaynağını" çok iyi ortaya koyuyor!. Evet... "Bir kaçı hariç", "spor müdürleri ve gazete - TV yönetimleri" bu çarpıklığı yıllardır teşvik ediyor!. Benim meslek kuruluşum Türkiye Spor Yazarları Yönetimleri de "yıllardan beri" bu kötü gidişi seyrediyor!. "Genel kurullardan çıkan kararları" bile uygulamaya koymaktan kaçıyor; korkuyor!.. Ve işte bakınız; mesleğimiz, "araştırmanın ortaya koyduğu" şu gerçeklerin ışığı altında, nasıl "kör bir kuyuya" düşürülmüş oluyor: Spor medyasından "memnun olanların oranı" yüzde 8, evet; yüzde 8!. "Spor medyası inandırıcıdır" diyenlerin oranı ise yüzde 2.9!.. Tüyler ürpertici... Bir çok katılımcı, "Spor medyası" için ağır, çok ağır eleştiriler, hatta Türk Ceza Kanunu'na göre "suç sayılacak" kadar ağır hakaretlerle dolu sözler iletmişler, araştırmacılara... "Onları" sütunuma almam mümkün değil... "Alabileceklerim" arasından seçtiğim birkaç tanesi: Diyor ki, katılımcı; "... Bu medya spor medyası değildir, futbol medyasıdır ve o da İstanbul'un üç büyüklerinin futbol medyasıdır, taraflıdır, amigoluk yapmaktadır..." Diyor ki katılımcı; ".... 'Kesin olarak anlaştığı iddia edildi' gibi dangalakça bir Türkçe anlayışı olan spor medyasıyla ilgili ilk düşüncem inandırıcılıktan uzak oluşlarıdır." Bir başka katılımcı noktayı koyuyor: "...Bıktırdılar..." Mustafa Çulcu'ya acıdım!.."Bu yazıyı" geçen hafta yazmıştım... "Yer sıkışıklığı" sebebi ile sütunumdan çıkarmak zorunluluğu doğdu; iyi ki öyle olmuş... Bu arada "Mustafa Çulcu ile, Gözlemciler Komitesi Başkanı Ömer Üründül arasında Kuşadası Semineri'nde geçen bir olay" gazetelere aksetti; onu da okuma ve öğrenme fırsatı buldum!. İşte "geçen hafta çıkamayan" yazım: "Hakem olarak" Mustafa Çulcu'yu sevmem; "altını çiziyorum"; hakem olarak!.. Futbol Hakemleri Derneği Başkanlığı'na seçilmesi olayında da "çok ağır eleştiriler yazdım!." Amma... Son maçında "düşürüldüğü futbol tuzağına bakınca", ona acıdım, hem de "samimiyetle acıdım" ve şimdi açık açık yazıyorum ki; "böyle bir futbol tuzağını, sadece Çulcu değil, hiçbir hakem hak etmez!." Evet... Çulcu "kötü" bir maç yönetti; çok hata yaptı; "dinlendirilmesi gereken düşük bir notu" da hak etti; ama adalet ve eşitlik adına itiraf etmeliyim ki; "onun kadar kötü bir maç yöneten" bir çok "Süper Lig" hakemine, "böylesine küçültücü bir tokadın atıldığını" çok az gördüm; hele "bu yıl" hiç görmedim!.. "Konunun bu yönü" ile, Çulcu, "isyan etmekte" haklıdır!.. Bu isyanının sonunda yaptığı açıklamalardan "hemen sonra", altını çiziyorum "hemen sonra" Ceza Kurulu'na gönderilmesi de doğrudur!.. Zira "bir teşkilât mensubu, bir başka teşkilât mensubuna hakaret anlamına gelen sözler söyleyemez" ve hele hele bunu "medya kanalı ile hiç yapamaz"; yapmamalıdır!.. Amma... Biz "nice teşkilât mensubu, nice yönetici, nice futbolcu ve teknik direktör gördük" ki, "bir başka teşkilât mensubu", hatta mensupları, hatta federasyon, hatta federasyon kurulları için "öyle şeyler" söylediler ki, hem de TV'lere ve gazetelere söylediler ki; "bunlar" duyulmadı, görülmedi ve "hiçbir şey yapılmadı" ki; işte bunlara bakarak "Bu ne hiddet, bu ne şiddet ve bu ne sürat" diyerek, Çulcu'ya bir defa daha acıyoruz!.. Bizde de "federasyon işleri" böyle yürüyor!.. Ve ne yazık ki, "böyle gelmiş, böyle gidiyor!.." İşte "bu yazıma" yeni öğrendiğim "Çulcu-Üründül olayı" ışığında bir ekleme yapıyorum: "Futbol Genel Kurul delegeliği konusunda aralarında geçenler ve birbirlerine olan hisleri ve tavırları hakem camiası tarafından bilinen iki insandan birinin, diğerine not vermekle görevlendirilmesindeki" gerekçe de "Kuşadası olayı" ile ortaya çıktı... Çulcu'ya "bir defa daha acıdım" ve "hakem - gözlemci işlerimizin nasıl yürüdüğünü" de iyice anladım!.. Herhalde Futbol Federasyonu Başkanı "hukukçu" kardeşimiz Levent Bıçakçı da "anlamaya başlamıştır!." Hayırlısı... Adam gibi adam!.. Del Bosque'ye "inanılmaz" derecede yüksek bir saygım var!.. Onu "bir insan, bir spor adamı" olarak çok seviyorum!.. Herkese ama herkese "örnek" olmasını da diliyorum!.. Özellikle de "Nevzat Demir gibilere..." Nasıl bir teknik adam çıkıp da bir camianın önde gelenlerinden biri için mesela "Karacaahmet kürekçisine benziyor" diyemezse, dememeli ise, bir camianın ileri geleni de çıkıp, "dünya çapında" kariyere sahip bir teknik adam için "Yeniköy kasabına benziyor" diyemez, dememeli!.. Herkesin "eleştiri" hakkı vardır; ama edebiyle, üslûbuyla... "Efendim...Başarısız.." Olabilir, eleştirisin, "gitsin" dersin... Tamam... "Yeniköy kasabı" demek ne oluyor? "Uyarılara rağmen", çıkıp "özür dilemek" büyüklüğünü göstermek yerine, böylesine "seviyesi düşük" sözlerin arkasında durmak ve sürdürmek ne oluyor? Del Bosque'un Nevzat Demire'e verdiği cevap, "çerçeveletilip" Nevzat Demir'e hediye edilecek cinsten: "Ben Yeniköy'e çok yakın oturuyorum. Medyadan bu haberi okuyunca şaşırdım. Kalbimin söylediklerini size aktarmak istemiyorum. Çünkü bu sözleri söylersem bana yakışmaz. Kendisi çok çirkin sözler sarfetmiş. 16 yaşında girdiğim dünyanın en büyük kulübünden 53 yaşında çıkt ım. Benim gibi 35 yılını futbola adamış birinin bu sözleri hak etmediği düşünüyorum. Bu ayıp söyleyen kişiye aittir." Bakınız, Nevzat Demir'ler ve "Nevzat Demir" kafalılar: Geçen sezonun başında, Barcelona'nın başına "büyük vaatler" ile bir "yeni başkan" geldi... "Büyük paralarla büyük transferler yaptı" ve onların da başına "Frank Rijkaard'ı getirdi"; Juan Laporta!.. Barcelona, ligde de, Avrupa Kupaları'nda da "çok kötü sonuçlar aldı!.." Juan Laporta, Rijkaard'a "sahip çıktı!.." Ve işte bugün....Rijkaard'ın başında olan Barcelona ligde açık ara lider ve Avrupa Kupaları'nda zirveye doğru ilerliyor!.. Bilmem ki, "bu tablo" size ne anlatıyor? Ters mi tepiyor? Basketbolde "2010 Dünya Kupası organizasyonunu aldığımız gün", bu büyük başar ının "Türkiye'deki federasyon seçiminde kullanılması yönünde" bir senaryo sahneye kondu!. "Oy kullanacak" delegelere Türkiye'den telefon edilerek, kullanacakları oyların "olumsuz" olmasının "sağlanmasına çalışıldığı" yönünde bir hava yayılmak istendi!. "İddiayı ortaya atan" gazeteci arkadaşımız, Kanada delegesine telefonda, Türkiye'den bir gazetecinin "Türkiye'de tribünlerde ölüm olayları oluyor, bu durum oyunuzu olumsuz olarak etkiler mi" diye sorduğunu yazdı.. Bu iddia, Türkiye'de hemen "Bir gazeteci, 'olumsuz oy verin' dedi" şekline dönüştürüldü ve bu arada da "isim" verilmemekle beraber "Ünal Özüak" işaret edildi; kulaklara da "onun adı" fısıldandı!. Ünal Özüak da, "yazılarına aylardır yer verilmeyen" kendi gazetesinin spor sayfası yerine, haftalardır "onun yazılarını sütununa alan" Hıncal Uluç'un sütununda bu iddialar konusunda şunu yazdı: "Böylesi bir şerefsizlik kapalı kalamaz. Esat kardeşim konuş, Kim bu vatan haini veya vatan uydurukçusu bilelim... Bu isim açıkla... Seçim öncesi komplosu şüphesi Demirel'in zaferine de gölge düşürür, Hürriyet'e de..." Şu ana kadar; "tık" yok!.. "Senaryo", acaba tersine mi tepmeye başladı? "Öyle isim vermeden", basketbol yazan ve federasyon seçim kulisi ile ilgilenen pek çok yorumcuyu ve gazeteciyi "töhmet altında bırakan" bu iddianın "doğru olup olmadığı", eğer "doğru ise" telefon eden gazetecinin "kim olduğu" ortaya çıkmalıdır!. Bunda da en büyük görev, "iddiayı ilk ortaya atan" sevgili Esat Yılmaer'e düşmektedir!.. Bütün basketbol ve spor camiası bekliyor!.. Aruoba'ya kulak vermek!.. İskender Aruoba'yı, çocukluğundan beri tanırım!.. "Bir zamanların" gazetecisi, bugünün değerli profesörü ve sevgili İskender'in ağabeyi Çelik Aruoba ile, taaa 1950'li, 60'lı yıllarda Ankara Rüzgarlı Sokak'ta beraber çalıştığımız, "yediğimizin, içtiğimizin ayrı gitmediği" günlerden beri... "Otomobil tutkusu", onun hayatına yön verdi.. Önce, "faal sporcu", sonra "faal ve profesyonel yönetici" oldu, otomobil ve motor sporlarında!.. Bugün, "Türkiye Otomobil ve Motor Sporları Federasyonu başkan adayı!.." Kazanır mı bilmem, bildiğim bir şey var; "Kazanırsa, bu spor dalı çok şey kazanacak!." Ve... "Elimdeki Formula 1 dosyaları" da yakılacak!.. Ne diyor, sevgili İskender Formula 1 için: "Formula bir sirk. Her şey ayarlanmış. Pilot oturuyor koltuğa, sadece elini kolunu oynatıyor. Viraja giriyorsun, hızı artır, yavaşla.. Yani otomobil uzaktan kumandalı. Ferrari kazanınca ne marşı çalıyor? Bir tane at hırsızı çıkmış para kazanayım diye... Dünyada 4 milyar insan da bunları izliyor. Formula biter bitmez bu pist bana lâzım. Ben çocuğumla piste inerim. Benim burada çocuğuma eğitim vermem gerek. Otomobil sporlarının tesislerle değil, sporcularla tanınacağına inanıyoruz. Carlos Sainz'in Türkiye Rallisi'ni kazanması hangi ülkenin otomobil sporunu tanıtmıştır? Volkan Işık'ın Çin Rallisi'nde 6. olması mı, İstanbul'daki Formula 1 Pisti'nin varlığı mı Türk otomobil sporunu tanıtır? Finlandiya'da Formula Pisti var mı? Örneklerden açıkça anlaşılacağı gibi yarışçıların Türk olması, Türkiye'de düzenlenmesinden daha önemli!." "Asıl soru" şu: "Kim kazanıyor; Türk otomobil ve motor sporları mı, yoksa sirkçiler ve 'Rabbena hep bana' diyerek Formula 1' i bile İstanbul'a alan Türkiye'deki temsilcileri mi?" Kupa'nın ucu göründü!.. Kimse "Falanı yoktu, filânı yoktu" diye küçümsemeye kalkmasın; Fenerbahçe "büyük iş yaptı" ve Avrupa Kupaları'nda "yılların ezikliğini" üzerinden attı!. Artık, Fenerbahçe "Avrupa Kupaları'nda büyük hedefleri düşünecek" ve "o hedeflere ulaşabilecek" bir yola girmiştir!. Manchester United'e karşı alınan "3-0'lık galibiyetin" asıl anlamı budur!. Fenerbahçe, bu sene "UEFA Kupası'nı alabilir"; almalıdır!. Aziz Yıldırım ve arkadaşları, "ocak" transferinde "defansa iki takviye yaparlarsa", Türkiye müzelerine "ikinci defa bir UEFA Kupası gelecektir!." Bir spor yazarı olarak, "bizler hakkında çok kötü sözler söyleyen" ve "bunları yaparken", benim meslek kuruluşum olan TSYD'yi, "yönetimindeki Fenerbahçeliler'in büyük müsamahası" ile ve "maharet" ile "Fenerbahçe'nin akreditasyon temsilciliği gibi kullanan" Aziz Yıldırım'ı sevmem. Ama, "kulübüne yaptıkları ve kazandırdıkları bakımından" alkışlamamam, takdir etmemem mümkün değil!. İnanıyorum ki, Fenerbahçe'yi UEFA Kupası'na ulaştıracak transferleri yapacaktır!. Başarılar!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.