Bakınız, "hakemin küfür ihtarları Galatasaray'ın maçında olsa" ve "bir maç seyircisiz oynama cezası Galatasaray'a verilseydi", spor medyamızda neler olur, neler yazılır, neler söylenirdi? "Efendim, elbette yeni bir uygulama... Bazı eksikler ve hatalar olabilir... Ama, küfrün sonunu getirmek için, bu cesur kararı alkışlamalıyız. Bu herkese örnek olmalı!.." şeklindeki düşünceyi temel alan "onlarca" yorum yapılır, "onlarca" makale yazılırdı!.. Nereden mi biliyorum; "Birkaç sezon önceydi" ve "Galatasaray'a seyircisiz maç oynama cezası verilmiş" ve kararı da spor medyamızda "herkes alkışlamıştı" da ondan!.. Benim anlı-şanlı medyam "ya şimdi ne yapıyor?" "Tribünleri, federasyon aleyhine tahrik etmek, kışkırtmak için" elinden geleni ardına koymuyor, "taraftarları ve kulüpleri birbirine sokmak için" de Futbol Federasyonu Disiplin ve Tahkim Kurulları'nın kararlarını yerden yere vuruyor!. "Fanatik taraftarlıkla, yöneticiliği çok zaman karıştıran" Mahmut Uslu'ya "Hiçbir suçumuz olmadığı halde ceza aldık" diyecek cesareti veriyor!.. Tribün anarşisinin "temeli" olan küfrü önlemeden, tribün anarşisinin önlenemeyeceğini kavrayamayan kafalar, hâlâ "efendim bu nasıl karar?" diye yazılar döktürüyor, "dünyada örnek" araştırıyor ve "küfür edilince saha kapanan tek ülke biziz" kandırmacasının peşine takılıyor!. Koca bir maç boyu, binlerce, on binlerce kişi, utanmadan sıkılmadan, üstelik "Türk Ceza Kanunu'na göre hapislik suç olan" iğrenç ve küfürlü tezahüratı "cürüm işlemek için adeta teşekkül oluşturarak, koro halinde işleyecek" ve Federasyonun "bunu önlemek için yönetmeliğe koyduğu" son derece yerinde ve haklı bir hükmü, adı da "spor medyası" olan bir kurum yerden yere vuracak öyle mi; doğrusu pes!.. Yarın utanmadan sıkılmadan "fair play"i nasıl ağzınıza alacak ve yazılarınıza dökeceksiniz; sizi gidi "küfrün tribünlerden eksik olmamasından reyting ve tiraj için medet umanlar" sizi!.. Federasyon "bu uygulamada kararlı, sabırlı, cesaretli ve ısrarlı" davranırsa, çok değil, gelecek sezondan itibaren tribünlerde "koro halinde küfür" kalmayacak, tribün anarşisi asgariye inecek, taraftarlar arasındaki "kan davası havası" sönecek ve "spor, spor olarak görülmeye" başlanacaktır!.. Federasyonu da, hakemlerimizi de, MHK'yı da, Disiplin ve Tahkim Kurulları'nı da kutluyorum!. Devam... Kimsenin gözünün yaşına bakmadan ve "eşitlik" ilkesine "mümkün olduğunca" riayet ederek... Devam... Lorant şaşırmış!.. Fenerbahçe'nin sevimli ve sevgili hocası Lorant, "seyircisiz maç oynama kararına ve kendisine verilen 10 günlük cezaya şaşırmış!.." "Seyircisiz maç olur mu? Ben ne yaptım ki?" diyor!.. Sevgili hocamıza, "ortaokul yurttaşlık bilgisi kitaplarında okutulan" bir hukuk kaidesini öğretmek gerek; "Kanunu bilmemek, mazeret sayılmaz!." Bir ülkede "kanunlar varsa ve bu kanunlara dayalı olarak yönetmelikler çıkarılmış ve Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiş ise"; bu ülkede yaşayan her kişinin "bilsin, bilmesin" bu yönetmeliklere "uygun hareket etmesi", şu veya bu şekilde "etmezse" ceza göreceğini de bilmesi gerek; yani şaşırmaması şart!.. Lorant gazetecilere "şaşırdığını söylerken", bir Allah'ın kulu da çıkıp, "Hocam bu ülkede şimdiye kadar çok takım seyircisiz oynadı, senin yaptığın hareket yüzünden Fatih Terim dahil çok hoca ceza aldı. Seninki ilk olduğu için ucuz kurtuldun" demiyor, diyemiyor!. Yoksa bu Alman, "sporda ayrıcalık yani kapitülasyon mu istiyor?" Terim'e ve Güneş'e sevgilerle... Ey benim sevgili hocalarım... Size tavsiyem iki üç günlük İtalyan ve İngiliz gazetelerinin spor sayfalarını okumanız, TV Spor programlarını izlemenizdir!.. Bakınız bakalım Trapattoni ve Eriksson için neler yazılıp söyleniyor?. Ne "oyuncu değiştirmeyi bilmedikleri", ne "oyunu okuyamadıkları", ne "doğru dürüst kadro seçemedikleri ve sahaya süremedikleri", ne de "futbolcularını motive edemedikleri" kaldı!.. "Bu ibareler", onlar için yazıların ve söylenenlerin "en hafifleri!.." Ya "son milli maçlarda oynayan" futbolcular için yazılıp, çizilenler?. "Zavallı" Seaman'a reva görülen hakaretler ?. O "39 yaşındaki kaleci" Seaman ki, bugüne kadar "yaptığı kurtarışlarla" İngiliz Milli Takımı'na ne maçlar kazandırdı!.. Okuyun ve dinleyin sevgili hocalarım; kimselere kızmayın ve de sakın ola ki gücenmeyin... Etrafınızda düşmanlar, hainler, parazitler aramayın!.. Biraz aynaya, çokça da "futbolcularınıza ve takımınıza bakın"; işinizi yapın!.. Sizleri seviyoruz ve sizlere güveniyoruz; işte bu kadar!.. Anlamaya çalışma!.. Beşiktaş Teknik Direktörü Lucescu, hayatta gördüğüm, sevdiğim, tanımaya çalıştığım en iyi "mızmızlardandır!.." Yüzü de, "bu özelliğine çok uygundur!.." Kameralar karşısına çıktığında "genellikle" ağlar da ağlar!.. Maç tehir edilir, ağlar... Maç tehir edilmez, ağlar... Transfer yapılır, ağlar... Transfer yapılmaz ağlar... Hakem yanlış karar verir, ağlar... Hakem doğru karar verir, ağlar... Yener, ağlar... Yenilir, ağlar... Berabere kalır, ağlar... Futbolcuya kızar, ağlar... Futbolcuya küser, ağlar... Futbolcuyu sever, ağlar... Ağlar da, ağlar!... Bütün bunları neden yazdım? "Eski Beşiktaş yöneticilerinden", bugünün "futbol yorumcusu" sevgili Erol Kaynar "Lucescu'yu anlamakta güçlük çekiyorum" diyor ve yazısına koyduğu "mazeret değil, icraat zamanı" başlığı ile de Lucescu'ya "doğru yolu" gösteriyor!.. Hiç kendini üzme ve zorlama sevgili Kaynar, "Bizler iki yıl" durup dinlenmeden "bu olumsuz huyu için" yazmadık şey bırakmadık; Lucescu'da en ufak bir değişiklik yapamadık!. Bu defa çıktı TV kameralarının karşısına "bizleri şikayet ederek" ağladı!. Şimdi de "senin yazını okuyup" ağlamıştır!. Sana tavsiyem; "sevimli ve iyi huylu, yufka yürekli" hocayı ağlatacak şeyler yazmaman, zira ona da, takımına da faydası olmuyor, aksine zararı büyük oluyor!.. Yooo!.. "Öv" de demiyorum; zira "gene" ağlayacaktır!. Okuyun ve ders alın!.. Cuma sabahı Milliyet Gazetesi'nde okudum ve "geç de olsa" verilen bu haberi alkışladım!.. Tabii haberde yazılı olan "kararları alanları da!.." Eğer bu haberi "başka bir gazetemiz ve TV'miz vermiş ise", onları da kutluyorum!. Haber, 3-4 Ekim tarihlerinde Antalya'da yapılan "Uluslararası Spor Güvenliği Semineri" nden sonra, "bir rapor hazırlayan" Avrupa Birliği Spor Güvenliği Konseyi'nin, yöneticilerden, taraftarlara, medyadan, güvenlik güçlerine kadar çok geniş bir yelpazede "uygulanmasını istediği tedbirleri" bizlere duyuruyor!. İşte o tedbirler: Stadlarda seyirci kapasitesinin üzerine kesinlikle çıkılmamalı. Fanatik seyirciler tespit edilmeli ve kesinlikle ayrılmalı. Karaborsa bilet satışına izin verilmemeli. Hakemlerin sahada verdiği kararlar, kulüplerin resmi yetkilileri ve medya tarafından tartışılmamalı ve sorgulanmamalı. Kulüpler, seyircilerin hak ve görevleri açık şekilde belirtilmeli. Stadyum yönetiminin kontrolü altında stat güvenliği oluşturulmalı, stat görevlileri için uygun eğitim verilmeli. Ciddi adli olayların olduğu ya da önlenmesi gerektiği durumlarda stadyumdaki polis sayısı azaltılmalı. İstihbaratla ilgili etkili ve sürekli bir uluslararası işbirliği mekanizması geliştirilmeli. Kulüplerin finansal ve idari yönetimlerini şeffaflaştıracak geçerli yasal düzenlemeler yürürlüğe konmalı. Prosedüre göre verilecek cezalar önceden belirlenmeli, cezalar kalabalık toplulukların davranışlarıyla ilişkili olmalı. Taviz verilmemeli, alınan kararlara uyulmalı. Demek ki, neymiş? Tribün anarşisine karşı "AB kriterleri" nelermiş? Özellikle "siyah dizilmiş" maddelere bakmak bile, "bizim yöneticilerimizin, bizim spor(!) medyamızın hâlâ nerelerde kaldığını" çok iyi gösteriyor!.. Ey Futbol Federasyonu... Ey "diğer" federasyonlar... Ey Spor Teşkilatı... İşte size AB kriterleri... Alın, yönetmelikleri "cesaretle değiştirin" ve kimsenin gözünün yaşına bakmadan uygulayın!.. Hodri meydan!.. Hesaplar gizli kalsın!.. Beşiktaşlı "değerli" meslektaşlarımızın ve arkadaşlarımın durumunu çok iyi anlıyorum!.. "Bizim" başımızdan da, bugün onların başından geçenler geçmişti!.. Faruk Süren yönetimi döneminde... Galatasaray Kulübü'nün "hesapları ve parasal ilişkileri" karmakarışık edilmişti; ne kadar borcu, ne kadar alacağı olduğunu kimseler doğru dürüst bilemiyordu!.. "Kol kırılır, yen içinde kalır... Galatasaray'ın mali sorunları medyada tartışılmaz" gibi çok garip gerekçelerle "ser veriliyor, sır(!) verilmiyordu!.." Olayın üzerine giden "bizler" de türlü çeşitli baskılarla, tehditlerle karşılaşıyor "düşman" ilân ediliyorduk!.. Mahkemelere veriliyor, "büyük tazminat taleplerine" muhatap oluyorduk!.. "Zamanın" yöneticileri "Galatasaray Kulübü'nü babalarının çiftliği" sanıyorlar, "Kamu yararına bir dernek olduğunu" unutuyorlardı!. Şimdi "Beşiktaşlı" kardeşlerimizin durumu aynı!.. Ne var ki; "onların durumu" bizden çok iyi!.. Zira, Beşiktaş'ta bugün, "doğruları ve gerçekleri araştıran, bulan ve Beşiktaş camiasına, kamuoyuna açıklayan" bir Divan Kurulu var!.. "Kulübün içine düştüğü" mâli durumu görüyor, hesapları inceletiyor ve açıklıyor!.. Evet... Açıklıyor!.. "Kamu yararına bir dernek olan" Beşiktaş'ın, "Borsa'da kurduğu şirketin hisse senetleri alınıp satılan" Beşiktaş'ın "borcunun,alacağının, mâli durumunun ne olduğunu, gerçek rakamlarıyla bilmek" her Türk vatandaşının hakkı değil mi? Türkiye'de kulüplerin, belki birkaç istisna hariç, "iki ayrı defter tuttuğunu" ve "resmi defterler ile tezgah altı defterlerinde yazılan alacak ve borçların çok değişik rakamlardan oluştuğunu" bilmeyen mi var? Beşiktaş Divan Kurulu da, Beşiktaş'ı yazan yorumcu ve spor yazarı meslektaşlarım da "doğruyu yapıyorlar!.." Kutluyorum!.. Tugay örnek olmamalı!.. Tugay kararını vermiş; "İngiltere maçından sonra milli takımda yokum!." Avrupa'da örneği çok!.. Tugay'ınkini de saygı ile karşılamak gerek!. Herhalde "kendine göre" haklı bir sebebi vardır!. Ama, "gençlere yolu açmak için" gibi bir gerekçeyi kabul etmem mümkün değil!. "Gençlere yolu açmak" gerekçesi "Tugay'ın yaşı için" doğru ve geçerli olsaydı, bütün dünyada "çalışma yaşı 65 dolaylarında" olmazdı!. Elbette "sahadaki, pistteki, ringdeki sporlar için, futbol için" fiilen o sporları yapanlara "65 yaş tavanı" çok yüksek, ama "30'lu yaşlara" gelince, "gençlere yolu açmak için aktif sporu bırakmak"; işte o yanlış!.. 30'lu yaşlar, hele hele "30'lu yaşların ilk yarısı" spor için "en olgun" çağ!.. "Tugay örnek olsun" diyorsak, açıkça belirtmeliyim ki; bu, kötü örneği, "örnek" diye övmek ve göstermek olur!. "Spor ya da futbol" yaş ve fizik güce bağlı olabilir ama "sadece" o değildir!. "Sorumluluğu artık yüklenmek istememek, bıkmak, gücünü yitirdiğini hissetmek, kendi hayatını yaşamayı istemek" ve bunlara bağlı olarak "milli takımı ya da sporu bırakmak" başka şeydir, "hırsıyla, gücüyle, arzusuyla, formuyla, olgunluğuyla" spora devam edenleri "Benden örnek alın" diye zorlamaya kalkmak başka şey!. Tugay'a "milli takımsız" futbol hayatı hayırlı ve uğurlu olsun!. Temenni ederim ki; "iyi düşünmüş olsun!.."