Eğer "Akhisar-Galatasaray kupa maçı olmasaydı"; anlı-şanlı spor basınım, "saha ve zemin" konusunda "böyle" feryat eder miydi?..
Dahası, "işte çığlıklar dindi", ne zamana kadar; Akhisarspor'un bir büyük takımla maçına kadar!..
El insaf, Akhisarspor "kaç yıl oldu, Süper Lig'e çıkalı?.."
Neden bugüne kadar ulusal gazetelerimizde, ulusal TV'lerimizde, "Bir Süper Lig takımının kendi stadı olmaz mı? 15-20 bin kişilik bir stat bunca yıldır yapılmaz mı? Akhisarspor, Manisaspor'un sahasında deplasmanda oynar gibi oynamaya daha kaç yıl devam edecek" şeklinde manşetler atıldığını, ekran tartışmaları yapıldığını göremedik?..
Varsa yoksa "statsız Beşiktaş'ı yazarız", görevimiz "tamam olur" öyle değil mi; daha önceleri de "statsız Galatasaray için yazdıklarımız" gibi!..
Basın "neden 4'üncü kuvvettir"; çünkü "3 kuvvetin yaptıklarını, hatalarını, eksiklerini, yanlışlarını 'Halk adına' denetlemek, onları kamuoyuyla paylaşmak ve 'yanlışların, hataların bir daha yapılmamasını, yapılmış olanların da düzeltilmesini sağlamak üzere kamuoyu baskısı oluşturmak' görevi ile yükümlü olduğu" için!..
Eğer bizler, "bu görevimizi tam olarak yapabilse idik"; Akhisarspor bugün hâlâ "o statta ve o zeminde oynar mıydı?.."
Farkı fark etmek!..
"Ey Aziz Yıldırım" başlıklı yazımdan sonra, Fenerbahçeli okurlardan epey telefon ve mail aldım. İçlerinde "hatırımı soranları" bir yana bırakırsam, "genel olarak" belirtilen husus, "Neden Aziz Yıldırım'ın söyledikleri üzerinde durup yazdın da, Dursun Özbek'in söyledikleri için yazmadın? Bak ikisi de Disiplin Kurulu'na verildiler" şeklinde özetlenebilirdi.
Cevabı "benim vermeme gerek kalmadı", benim yerime Federasyon'un Disiplin Kurulu verdi; "Dursun Özbek'e ceza yok, Aziz Yıldırım'a 45 gün ceza!.."
Benden de "bu cevaba" yorum yok!..
Donk!..
Ruhsuz, sahada o cüssesine rağmen çoğu zaman "hayalet gibi" dolaşıyor, ikili mücadeleleri kazanamıyor, ağır ve bir metre uzağındaki rakibe bile basma teşebbüsü yapmıyor, yapamıyor; ya ne yapıyor; refakatçilik yapıyor!..
Bitmedi; hava topu hakimiyeti vasatı aşamadı, kendi ceza alanında ortalanan hava toplarında bile avare, hücuma etkisi, meltem kadar bile olamıyor ve "onun için" Bilal harcanıyor!..
İşte geldiğinden beri benim ekranlarda seyrettiğim Donk için kanım bu!..
İyi de, Mustafa Denizli "onu neden devamlı oynatıyor?.."
Bu sorunun cevabını da biliyorum; "kendisi üst düzey bir futbolcu olan" Denizli, "kazanılmak istenen oyuncunun, hocanın yanında oturarak değil, sahada oynatılarak kazanılacağını biliyor"; çok açık ki, "tamamen ümidini kesene kadar" da, Donk Galatasaray 11'inde kalacak!..
Burak!..
Galatasaray, elinde Burak varken, Podolski varken, Umut varken, hele UEFA'nın "1+1 ültimatomu" başta mektuplar ve uyarılar gelmeye başlamışken, "onca milyon avro ödeyerek" Benitez'i alamazdı. "Almak", UEFA'ya "meydan okumak" demekti ve bu da "1+1'i, 2'ye çevirtmenin ve cezayı yapıştırtmanın garantörlüğünü yapmak" demekti!..
Dahası; "bunu yapacak bir yönetimin tüm üyeleriyle delirmesi" demekti!..
Eğer, Burak, Torku Konyaspor maçından bir gün önce, hocası Denizli'ye gelip; "Hocam kararım kesindir, ben gidiyorum. Yarınki maçta da oynamayacağım" sözünü "bir hafta önce etse idi", durum değişebilir ve yönetim, ara transfer devam ettiği için, "Benitez'i alabilirdi!.."
Ama Burak "Bunu yapmadı; transfer döneminin bitmesini bekledi"; dahası daha da kötüydü; "Oynamayacağım" dediğinde, "Çin' e transfer için" imzalar henüz atılmamış, transfer hukuken kesinleşmemişti"; yani Burak "Galatasaray'ın lisanslı oyuncusu" idi. Bilmem ki, bu satırları yazdığım sırada "imzalar atılmış mıdır", acaba?..
Durum "böyle iken" ve Burak, transfer dönemi geçtikten sonra "Gidiyorum" diyerek, dahası "Torku Konyaspor maçında oynamayacağı" emrivakisini yaparak, "bilinçaltının zorlaması" ile Galatasaray'dan ve taraftarlarından adeta "intikam alırken", bu tablodan "Yönetimi ağır şekilde suçlayacak bir tablo çıkarmak" benim için oldukça güç!..
Burak gitmeliydi, gitti, "seçimini kendi yaptı"; hayırlı olmasını dilerim.
Hamza Hoca!..
Yolda Galatasaraylı bir arkadaşımla karşılaştım, "Merak ediyorum" dedi; "Hamza Hoca hâlâ Galatasaray'la uğraşıyor. Devamlı lâf sokuşturmaya çalışıyor, böylece Galatasaray camiasındaki ve taraftarlar arasındaki sempatisini de yok ediyor, bunları görmüyor mu?.."
Sözlerine güldüm; Galatasaray Yönetimi, Hamza Hoca ile yollarını ayırdığında, en çok öfkelenenlerden biriydi; "3 Kupalı böyle fedakâr bir hoca nasıl harcanır" deyip duruyordu.
Sorusuna cevabım net oldu; "İnsanoğlu bu, bazen öfke de, intikam da ona baldan tatlı gelir! Galatasaray gibi bir takımın başına gelmeyi kariyer olarak da, karizma olarak da 'henüz' hak etmemişti, getirildi. Öyle ya da böyle, hemen herkesin bildiği sebeplerin de yardımıyla '3 kupalı hoca' oldu. Ama yönetime karşı 3 kupalı hoca gibi davranamadı, 'kendi vazifesi olmayan' işlere tevessül etti. Asli görevi olan hocalığı arka plana atıp, 'kulübü kurtarma' sevdasına düştü. Bu yüzden 'omuzlarındaki yük' ağır, üzerindeki 'Galatasaray'ın hocası elbisesi' bol geldi, gitmeliydi ve de gitti. İşte Hamza Hoca bunu kabullenemiyor. Kabullenemediği için de, 'kendisine haksızlık yapıldığı' düşünüyor ve bunu bilinçaltından atamıyor. Durmadan dönüp dolaşıp gene oraya geliyor ve konuşuyor, konuştukça da senin gibi 'Hamza Hocacıları' da kaybediyor. Kendi bilir. Tabii 'birilerinin gözüne girmek ve yarınların büyük hedefleri için yatırım yapmak" gibi 'bilinçli bir niyet' ile konuşmuyorsa… Bence Galatasaraylılar, o ne söylerse söylesin, duymazlıktan gelsinler. Ben de gazeteci ve spor yazarı olarak artık bu konuda ne söylerse söylesin yazı yazmayacağım. Sen de benim gibi yap!.."
Şaka!..
"Üzüm üzüme baka baka kararır" sözü ne kadar doğruymuş. Galatasaray Kadın Basketbol Takımı'nın koçu Ekrem Memnun da, Erkek Takımı'nın koçu Ergin Ataman'a baka baka takımının oynadığı basketbolu "sallabola dönüştürerek" kararttı; bilmem ki "memnun" mu?..